2019’da, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Newroz, 1 Mayıs vesilesiyle başta İstanbul, Amed, İzmir, Ankara, Adana, Antep olmak üzere Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir köşesindeki eylemliliklere katılan işçi ve emekçilerin sayısı milyonu aştı.
EYT’liler (Erken Yaşta Emekliliğe Takılanlar), bir çok irili ufaklı eylemin dışında, İstanbul ve Ankara’da onbinlerin katılımıyla iki büyük salon toplantısı ve İstanbul’da 100 bini aşkın emekçinin katılımıyla büyük bir miting düzenlediler.
Bir çok yerde sendikalaşma, işe geri dönme, alacaklarının ödenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle binlerce işçi ve emekçi grevler, gösteriler, fabrika önlerinde aylara yayılan eylemler gerekleştirirken; kat be kat fazlası, toplu sözleşme görüşmeleri sürecinde çeşitli eylemliliklere katıldı.
Gazi, Halepçe, Beyazıt katliamlarının anma, Filistin halkıyla dayanışma, A.Öcalan’a uygulanan tecride son verme amacıyla binlerce işçi ve emekçi sokağa çıktı, eyleme geçti. Üniversite gençliği ODTÜ’de boykota kadar varan bir dizi eylemlilik içinde oldu. Gözaltında “kayıplar” için düzenlenen periyodik eylemler vesilesiyle, binler sokaklara çıkmış oldu.
Tüm bu tabloya, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin türlü nedenlerle ve temsili katılımlarla gerçekleştirdikleri yüzlerce basın açıklaması, irili ufaklı yüzlerce seminer, panel, konferans vesilesiyle etkinlik içine çektikleri binleri, onbinleri de eklemek gerekiyor.
Özcesi, son altı ayda (Ocak-Haziran) milyonlarca işçi ve emekçi, siyasal-ekonomik-sosyal taleplerle sokağa çıktı, eylem ve etkinliklere katıldı. Böylece, işçi sınıfı ve emekçiler, kapitalist düzene ve faşist devlete karşı sokaklardaki varlıklarını ve mücadelelerini kitlesel olarak devam ettirdiklerini gösterdiler.
Bu durum yeni değil. Milyonların sokakta oluşu yıllardır devam ediyor. Bunu sağlayan, içinde yaşadığımız kapitalist toplumun ekonomik-siyasal-etik-ahlaksal-ideolojik vd tüm alanlarının kriz ve buhran içinde olmasıdır. Burjuvazinin her türlü çabaya rağmen, toplumsal yaşamın tüm alanlarında yaşanan krize son veremeyişidir. Aksine, yaptığı her türlü müdahalenin, krizlerin derinleşmesinden başka bir sonuç doğurmamasıdır.
Burjuvazinin, kapitalist toplumun hiç bir alanındaki krizi çözemeyişi; başka bir anlatımla, kitlelerin ekonomik-siyasal-sosyal taleplerinin düzen tarafından karşılanamıyor oluşu, doğal olarak, kitlelerin devlete ve düzene karşı hem sürekli sokakta eylem halinde olmalarına hem de nitelikçe ve nicelikçe güçlenmelerine neden oluyor.
Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kriz yaşanması, başka bir ifade ile, kriz halinin yaygınlaşarak ve derinleşerek toplumsal düzenin tüm hücrelerine yayılması, bize toplumsal sistemin-düzenin kriz içinde olduğunu göstermektedir. Toplumsal sistemi oluşturan tek tek ögelerdeki krizler farklı olgunluk düzeylerinde olsalar da ve zaman zaman bu ögelerden biri veya ötekinde yaşanan kriz hali diğerlerini perdeleyecek denli öne çıksa da; bu durum, toplumsal sistemin tüm alanlarında/ögelerinde dolayısıyla da kendisinin kriz halinde olduğu gerçeğini değiştirmez.
Öyleyse, büyük bir tespitmişçesine, şu veya bu alanda yaşanan her krizin toplumsal sistemden kaynaklandığını söylemek, yetersiz bir anlatım ve kavrayıştır. Doğrusu, farklı alanlarda ortaya çıkan tek tek her bir krizin, kriz içinde bulunan toplumsal sistemden kaynaklandığını söylemektir.
Yani, bilinmeli ve akılda tutulmalıdır ki, bu topraklarda yaşanmakta olan tüm krizler, hem toplumsal sistemin krizini beslemekte hem de ondan kaynaklanmakta, ondan beslenmektedir. Her olgu, nesne, süreç tek ve genel bütünün bir parçasıdır.
Bu durum ise, yaşanan tüm krizlerin devrimci bir krize evrilmesini hızlandırmaktadır. Anayasal düzenlemelerle halledilemeyecek, mevcut toplumsal düzen zemininde çözülmeyecek; çözülmeleri, devletin -temel yasaların- toplumsal düzenin parçalanmasını gerektiren krizler haline evrilmelerini hızlandırmaktadır. Gelişmelerin sıçramalı olmasını sağlayan, milyonların sokaklarda oluşunu düzen için tehlikeli hale getiren de budur.
Örneğin eğitim alanında yaşanan krize bakalım. Eğitim alanında yaşanan sorunlar çözülemedi ve sonunda dört başı mamur bir eğitim krizi halini aldı. Burada, eğitim sorununu yaratan ve onu kriz haline getirenin kapitalist sistem olduğunu söylemek, yaşanan durumu anlatmaya yetmez. Elbette bu sorun, kriz kapitalist sistemden doğmuştur. Başka nereden doğacaktı ki! Önemli olan, toplumsal sistemin krizinden, toplumsal sistemin diğer ögelerinde yaşanan krizlerden beslenen, onlarla bağıntı içinde olan bir eğitim krizi ile karşı karşıya olunduğunu görmektir. Bu nedenle, eğitim krizinin, hızla bir anayasal kriz olmanın ötesine geçtiğini görmektir. Eğitim krizinin, emekçilerin ve gençliğin devlete ve kapitalist düzene karşı dolaysız mücadelesine yol açan devrimci bir krize dönüştüğünü tespit edebilmektir.
İşte, eğitim sorunu nedeniyle sokaklara inenlerin, eylemlerinde tüm toplumsal sorunları ifade eder hale gelmeleri; buna karşılık toplumun bir başka kesimi kendi istem ve özlemleri için eyleme geçerken başka kesimlerin özlem ve istemlerini de öne sürmeleri bu sayede olabilmekte. Bu sayede, Taksim’deki “üç beş ağaç meselesi” kısa zamanda “üç beş ağaç meselesi” olmaktan çıkabilmekte.
Bu durum anlaşılmadan sistemin krizi ve derinliği de; şu veya bu krizin sunduğu olanakların büyüklüğü de; her olay ve her eylemin sıçramalı gelişim gösteriyor oluşu da yani bir devrim için nesnel ve öznel koşulların ne kadar olgunlaştığı anlaşılamaz. Bunlar anlaşılmadan devrim üzerine konuşmak ise, hamasetten öteye gitmez. Ortalama sol bu yüzden hamasetin ötesine geçemiyor. Burnunu, reformlar çanağının dışına çıkarmayı başaramıyor.
İ.Cevat Çetiner