Marksist devrim teorisi, bir devrimin gerçekleşebilmesi için nesnel ve öznel koşulların oluşması gerektiğini söyler.
Nesnel koşullardan kastedilen, ekonomik ve politik bunalım sonucu oluşan, devrim için elverişli koşullardır. Bu durum, parti ve sınıfların iradesinden bağımsız olarak gerçekleştiği için, nesnelliği ifade eder. Ve devrimci durum olarak tanımlanır.
Devrimci durumun, yani devrimin nesnel koşullarının oluştuğunu gösteren üç ana belirti vardır. Kısaca söylersek; 1)Yönetenler eskisi gibi yönetemez hale gelir. 2)Ezilen sınıfların sıkıntıları ve gereksinimleri dayanılmaz hale gelir. 3)Yığınların faaliyetinde oldukça büyük artış olur.
Öte yandan Marksist teori devrimci durum koşulları oluşsa da bunun bir devrimin gerçekleşebilmesi için yeterli olmadığını söyler bize. Tarihte, devrimci durumun oluştuğu ama bir devrime dönüşemediği bir çok örneğe rastlarız. Lenin, 1859-61 ve 1879-80 yıllarını bu duruma örnek olarak gösterir. Kendi tarihimizden 1973-80 arasındaki dönemi örnek gösterebiliriz.
Devrimci durumun devrime dönüşebilmesi için, öznel koşullarda da değişiklik olması gerekir. Lenin bunu, “eski hükümeti-iktidarı yıkacak (ya da sarsacak) güçte bir devrimci sınıfın yığın eylemi yapmaya gücünün yeter hale gelmesi” diye anlatır.
Anlaşılacağı üzere, devrimin öznesi, güçlü bir devrimci sınıftır. Kapitalizm koşullarında bu sınıf proletaryadır. Proletarya, burjuva sınıfın ekonomik-siyasal-kültürel egemenliğini yıkarak, onun hükmetme konumuna son verecek güce sahip tek sınıftır. Çünkü proletarya, kendi sefaletine son verebilmek için, burjuvaziyle birlikte kendini de yaratan özel mülkiyete son vermek zorundadır. Varoluşunun yarattığı bu zorunluluk, proletaryaya, burjuvaziyle sonuna kadar mücadele edecek güçte bir sınıf olma özelliği kazandırır.
Demek ki, devrim için öznel koşulun oluşmasından kastedilen, devrimin öznesi olan proletaryanın (veya proletaryanın önderliğindeki yığınların), burjuvazinin egemenliğini sonlandıracak düzeyde yığın eylemi yapma gücüne ulaşmış olmasıdır.
Ortalama sol ve reformistler, bilinçli veya değil, devrimci durumun üçüncü belirtisi ile devrimin öznel koşulunu bir birine karıştırmıştır her zaman. Oysa ki, fark açıktır.
İlkinde, yığın faaliyetinden bahsedilir. Yani yığınların canlılığından, hareketliliğinden. Bu nedir? Grevler, salon toplantıları, gösteriler, miting-yürüyüşler, kültürel etkinlikler, şu veya bu amaçla imza toplamalar, dernek-sendika-parti vb örgütlere katılım veya kurma, vb. vb. Yani, yığınların canlı, hareketli, faal olduğunu gösteren her şey. Ama bunların yığınlar tarafından gerçekleştiriliyor olması, devrimci durum tanımı için yeterli değildir. Bu faaliyetlerde oldukça büyük bir artış olmasına, yani faaliyetlerin niceliğine, çokluğuna vurgu vardır devrimci durum tanımında. Elbette çokluk, nicelik görecelidir. Öyleyse neye göre diye sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı, bir önceki döneme, yani gericilik dönemine göredir. Örneğin Türkiye ve K. Kürdistan’da 1980-86 dönemindeki yığın faaliyetleri ile sonrası karşılaştırıldığında görülecektir ki; 86 sonrası yığın faaliyetinde artış başlamış ve 1990’a ulaşıldığında bu artış oldukça büyük bir noktaya ulaşmıştır. Ve bir daha, 1980-86 dönemindeki düzeyine gerilememiştir.
İkincisinde ise, oldukça büyük artış gösteren yığın faaliyetinin yanı sıra, proletaryanın (veya önderliğindeki yığınların) ESKİ HÜKÜMETİ-İKTİDARI YIKACAK (ya da sarsacak) DÜZEYDE eylem yapma gücüne ulaşmasından bahsedilmektedir. Yani, sonsuz çeşitlilik içinde süren faaliyetler içinden birine, iktidarı yıkma yeteneğine-niteliğine sahip olan eyleme ve bu eylemin de yığınsal olarak gerçekleştirilebilir düzeye ulaşmasına dikkat çekilmektedir. Bu ise, marksist literatürde doğrudan devrimci eylem diye tanımlanan, sokak eylemi ve ayaklanmadır. Eğer, sokak eylemlerinin ve bunun devamı olarak ayaklanmanın, iktidarı devirecek düzeyde bir yığınsallıkla yapılma hali oluşmuşsa, Lenin bunu, devrimin öznel koşulunun oluşması olarak görür. Türkiye ve K.Kürdistan’da, gerek gezi haziran ayaklanması gerekse 6-8 Ekim’de, bu düzeye ulaşıldığını ya da daha temkinli bir ifade ile eşiğinden dönüldüğünü söyleyebiliriz.
Bu iki olgunun bir birine karıştırılması ise, devrimci durumun olmadığı ya da “yeteri” kadar, “tam” olarak oluşmadığı gibi saçma sapan tespitlerin ortaya atılmasına neden olmaktadır. Ya da, bu saçmalıklara zemin yaratma arzusunun ürünü olarak bilinçlice yapılmaktadır.
Bu iki olgunun bilinçli veya bilinçsizce bir birine karıştırılmasının sonucu olarak, devrimin nesnel koşullarının (devrimci durumun) varlığının inkarı ise, hayati önemde sonuçlar yaratır.
Çünkü devrimci durumun varlığının kabulü, devrimin öznel koşulunun da şu veya bu hızda oluşmakta olduğunun; dolayısıyla, olayların ve gidişatın bir devrime doğru olduğunun kabulü anlamına gelir. Bu ise, devrimci bir partinin gündemine; devrime, devrimin öznesi olan proletaryanın önderliğindeki devrimci yığın hareketine şimdi ne öğretmek gerekir sorusunu getirir. Devrime, pratik politika sorunu olarak yaklaşma zorunluluğunu doğurur.
Ve devrimci bir parti, bu koşullarda önüne görev olarak, kitlelere devrimci duruma uygun mücadele araç ve biçimlerini götürmeyi; kitleleri devrimci eyleme geçmeye teşvik ederek deneyimlerini artırmayı, kapitalizme son vermek üzere kitlelerin silahlanmasını ve silahlı genel halk ayaklanmasına hazırlanmasını sağlamayı; geçici devrim hükümetini tartıştırmayı vb koyar.
Devrimin nesnel koşullarının varlığını inkar eden veya sulandıran bir parti ise, tüm bu görevlerden uzak duracaktır. Devrimi KENDİLİĞİNDENLİĞE terk etmiş olacaktır. Ki bu sonuç, telafisi mümkün olmayan, hayati önemde bir “hata”dır. Çünkü devrimin öznesinin, olayların ve gidişatın etkisi altında yeteri olgunluğa ulaşması ve kendiliğinden bir devrimin patlak vermesi kaçınılmaz olacak (elbette karşı-devrimin çabaları engel olamazsa), ama devrim, 1905’de veya yakın zamanda Arap coğrafyasında olduğu gibi yenilgi ile sonuçlanacaktır (elbette partiler, patlayan devrimin etkisiyle kendine gelip süreci yönlendirmeyi başaramazsa).
İşte bu yüzden Lenin, devrimci durum koşullarında “sosyalistlerin tartışma götürmez ve temel görevi, bir devrimci durumun bulunduğunu yığınlara anlatmak, bunun genişliğini ve derinliğini açıklamak, proletaryanın devrimci bilincini ve azmini uyandırmak, onun devrimci eyleme geçmesine yardımcı olmak ve bu amaçla devrimci duruma elverişli örgütleri kurmaktır... Bu görevi şimdiki partilerin yerine getirmeyi başaramamaları, ihanet, politik intihar, kendi rollerini yadsıma ve burjuvazinin saflarına geçme anlamına gelir” der.
Burada bir parantez açıp şunu da belirtmemiz lazım. Devrimci durumun varlığı ile devrimin öznel koşulunun oluşmasının ayrı iki olgu olduğunu kabul eden; ama bu seferde devrimin öznel koşulunun oluşmasını kendi örgütsel gücü üzerinden tanımlayanlar da vardır. Bu, marksist teorinin bir başka çarpıtılması olmakla birlikte, aynı kapıya çıkar. Çünkü, kendi güçsüzlük ve yetersizlikleri yüzünden ve dolaysıyla yaklaşan devrimi göremezler. Devrimci durumun yarattığı ve devrimin öznesi olan devrimci yığınlara ve onların eylemlerine odaklanmak ve onlarla birlikte büyümek yerine; devrimci durumun yarattığı yaygın eylemlere, faaliyetlere ve faaliyetlerde yer alan yığınların ortalama bilinç düzeyine odaklanırlar. Çünkü kitleselleşmek, devrimci yığın eylemini büyütmekten daha önemlidir onlar için. Dolayısıyla, devrimci durum var demelerine rağmen, yok diyen veya sulandıranlarla, güncel politikalarda ortaklaşırlar. En devrimci görüneninden en reformist görünene kadar, tüm küçük burjuva solun haklar ve özgürlükler mücadelesi önünde secdeye varmaları bundandır.
Devrimin nesnel koşulları ile öznel koşullarının ve arasındaki ilişkinin kavranamaması, bir politik partiyi işte böylesi trajik bir sona, telafisi mümkün olmayan konuma sürükler. Ama daha da kötüsü, bir devrimi özgürlüğü elde etmeye çok yaklaşmış olan devrimci yığınların enerjisinin heba olmasına, acı ve alçalma dolu yılların, başta proletarya olmak üzere yığınlar için devam etmesine neden olur.
Dolaysıyla asıl olarak, sınıf bilincine ulaşmış proleterlerin ve kitlelerin ileri kesimlerinin bu durum üzerine düşünme ve konumlarını yeniden gözden geçirmesine ihtiyaç vardır. Bir devrime ne kadar yaklaştığımızın göstergesi olan Gezi ayaklanması, bu ihtiyacı daha da acil hale getirmiştir. Sınıf bilinçli işçiler ve emekçiler, bu muhakemeyi şimdi yapmayacaksa ne zaman yapacaktır. Devrimin kendini bu kadar hissettirdiği bir zamanda dahi, bu muhakemeden kaçmanın sonucunun çürüme olacağı unutulmamalıdır. Sınıf bilinçli işçilerin ve kitlelerin çürümesine izin vermemenin sorumluluğunun da, Leninist Parti’ye ait olduğu akıldan çıkarılmamalıdır elbette.
İ.Cevat Çetiner