Ekonomik kriz, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların çalışma ve yaşam koşullarında büyük yıkım, bunun sonucu olarak da kendiliğinden kitle hareketinde artış ve büyük kitle hareketlerinin ortaya çıkması demektir.
Yaşanmakta olan yıkımın, asgari ücret görüşmeleri, memur maaşlarına zam, yerel seçimler, işsizlik ve ekonomik beklentiler dönemine denk gelmiş olması, kitle hareketini yavaşlatıyor olsa da, şimdi yavaş yavaş hız almaya başlıyor.
Bir devrimci komünist hareket için bu tespit kadar, bu kendiliğinden hareketin bilinç düzeyinin tespiti de önemlidir. Çünkü bu, kendiliğinden hareketin, bir noktadan (kendiliğindenlik ve ekonomizm) başka bir noktaya (örgütlü ve iktidar hedefli olmaya) ne kadar zamanda ulaşabileceğini öngörmeyi ve devrimci komünist harekete düşen görevlerin belirlenmesini doğrudan etkiler.
Reformistler ve ortalama sol, somut devrimci görevlerden kaçınmak için, bu çabayı hiçbir zaman göstermez. Karşılaştıkları tüm kendiliğinden hareketleri aynı kefeye koymayı ve yürütmeleri gereken faaliyeti en geri noktadan tarif etmeyi severler. Oysaki Lenin'in dediği gibi "kendiliğindenlik vardır, kendiliğindenlik vardır".
Kendiliğinden hareketin düzeyini tespit edebilmek için ilk kulak verilecek yer, hiç şüphesiz ki, halkın kendisidir. Kriz sonrası işçi ve emekçilerin sohbetlerine ve bu sohbetlerden süzülüp basına yansıyanlara bakıldığında görülen şudur:
Halk aynı gemideyiz yalanına inanmıyor. Patronları ve siyasi iktidarı aynı safta görüyor. Krizin faturasının kendilerine kesildiğini, patronların korunduğunu ifade ediyorlar. Yıkıma karşı sokağa çıkmak, en azından sendikaların çağrısına güçlü karşılık vermekten bahsediyorlar. Ve tüm bunları büyük öfke ile ifade ediyorlar. Sendikaların önderliğinde veya onlarsız çeşitli eylemler ortaya koyup, daha birleşik bir hareket istiyor. Tüm bunların yaygınlığı ise Yeni Yaşam, Evrensel, Birgün gibi gazetelere bakılarak fazlasıyla görülebilir.
Tüm bu itiraz ve talepler ise sendikalar tarafından daha derli toplu hale getirilip, kapitalistlerin ve hükümetin önüne halkın talepleri olarak şöyle konuluyor:
"Biz sorumlu değiliz. Bedel ödeyecekse, sermaye ödesin. Asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretler yeniden düzenlensin. İşten çıkarmalar yasaklansın, Vergi sistemi adaletli hale getirilsin. Tüm sınıf örgütleri ve demokrasi güçleri bu politikalara karşı işçiden, halktan yana bir ekonomi modelinin hayata geçmesi için ortak mücadelede örgütlensin."
İşçi ve emekçilerin sosyalistlere ihtiyaç duymaksızın, çalışma ve yaşam koşullarını korumaya, iyileştirmeye yönelik mücadele içinde ulaştıkları bilinç ve bunun sendikal düzeyde somutlanışı da temel hatlarıyla böyle.
Proletaryanın kapitalistlere karşı savaşında, proletaryanın kendiliğinden daha ileri bilince, sosyalizm bilincine varması beklenemez. Zaten emeğin sermayeye bağımlılığını yok etmeyi amaçlamayan, ama bu durumun ortaya çıkardığı sorunları yumuşatmayı amaçlayan ve bunun için de kapitalistlerle ve hükümetle mücadeleyi hedefleyen bilinç düzeyidir. Bu sendikal bilinç, sendikal siyaset anlayışı da denilen bu bilinç düzeyi, sermayenin emek üzerindeki egemenliğine son vermeye yönelmediği için, sonuç itibariyle burjuva ideolojisinin ve siyasetinin sınırlarına hapsolmaktan öteye geçemez. Onu, bu noktadan daha ileriye götürecek olan, sosyalizm bilincidir. Ve işçi sınıfı bu bilinci ancak, komünist partinin yürüttüğü çalışmanın sosyalist içeriği sayesinde edinebilir. İşçi sınıfı içinde yürütülecek sosyalist faaliyetin nasıl olması gerektiğine önceden değinmiştik.
Kendiliğinden harekete dair çizdiğimiz bu tablo halen eksiktir ama. Ekonomik kriz vesilesiyle oluşan kendiliğinden kitle hareketinde ekonomik talepler daha görünür olsa da, bu kendiliğinden hareketler, süregelen siyasal mücadelenin derin izlerini taşırlar üzerlerinde. Daha genel ifade edecek olursak, kendiliğinden kitle hareketleri hangi vesileyle ortaya çıkar çıksınlar, o vesileyi aşar bir bilince sahiptirler. O güne kadar toplumun, siyasal ve toplumsal mücadele deneyimleriyle biriktirdiği demokrasi ve özgürlük bilincini de taşırlar içlerinde. Bu gerçeklikten dolayı, bütün kitle hareketleri (kendiliğinden başlasa da) demokrasi ve özgürlük talepleri olan toplumsal hareketlere dönüşürler. Demokrasi ve özgürlük talepleri belirginleşip öne çıktıkça da, toplumun daha geniş kesimini çekerek daha büyük ve etkin hale gelmişlerdir. Örneğin Gezi ve Sarı Yelekliler hareketi.
Defalarca yaşayarak gördüğümüz bu gelişmeyi Lenin, "Tarihsel deneyim, özgürlük eksikliğinin ya da proletaryanın politik haklarında kısıtlamanın daima politik mücadeleyi ön plana çıkarma zorunluluğuna yol açtığını çürütülemez şekilde kanıtlıyor" diyerek ifade eder. Aynen böyle oldu, oluyor. Kendiliğinden de olsa ortaya çıkan kitle hareketleri demokrasi ve özgürlük talebine ulaşmak zorunda kalıyorlar. Ve bu topraklarda, bu hedefler doğrultusunda uzun yıllardır ve kesintisiz biçimde süren mücadelenin varlığı, büyük kitlelerin bu mücadele içinde eğitimden geçmiş olması, kendiliğinden hareketlerin çok kısa zamanda politik talepleri öne çıkaran hareketlere dönüşmesine olanak sağlıyor.
Kendiliğinden hareketi ve onun bilinç düzeyini genel yanlarıyla ortaya koyduğumuza göre, devrimci komünist parti ne yapmalı, bu harekete ne öğretmelidir diye sorabiliriz artık.
Bu soruya reformistler ve oportünistler cevap verirken, söze kapitalizmin genel teşhiri ile başlıyorlar, sonra emekçilerden yana bir iktidarın gerekliliğine dair propagandayla devam ediyorlar ve sözlerini şu talepler için kitleleri mücadeleye çağırarak bitiriyorlar:
"İşten atılmalar yasaklansın. İş saatleri düşürülsün. Dolaylı vergiler kaldırılsın. Krizin kayıplarını önlemek için ücret ve maaşlar artırılsın. Krizin faturasını kapitalistler ödesin."
Yani sözlerine sosyalist hava katarak konuşmaya başlıyorlar, ama bir sendikacı gibi sözlerini tamamlıyorlar. Lenin'in sözleriyle "Siyasal faaliyetin genişletilmesi yönünde ileri adım atma çağrısı yerine, tümüyle sendikal savaşıma geri çekilme çağrısı yapıyorlar." KENDİLİĞİNDENCİLİĞE BOYUN EĞİYORLAR! Bu boyun eğişi, her biri kendince formüle etse de, günün sonunda emekçilere yapılan çağrılarda ortaya konulan mücadele şiarlarında, sendikal bilincin, burjuva ideolojisinin sınırlarını bir adım dahi aşmamak üzere ortaklaşıyorlar.
Lenin'in "...HİÇBİR DURUMDA ya da HİÇBİR BİÇİMDE, iktisadi reformlara daha büyük önem verdiğimiz ya da bu reformların bir önem taşıdığını SANDIĞIMIZ İNANCINI (ya da yanılgısını) uyandıracak bir davranışta ASLA bulunmamalıyız" uyarısına HİÇBİR ZAMAN önem vermeyen reformistler ve oportünistler, bir ekonomik kriz sonrası gelinen süreçte dahi bu uyarıya kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlar. HER DURUM, HER KOŞUL ALTINDA REFORM diyorlar! Biz de bu yüzden küçük burjuva sol hareket sadece sosyalist bakıştan uzaklaşmadı, aynı zamanda devrim iddiasını da kaybetmiştir diyoruz.
Utanmazca, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını koruyucu yasal düzenlemeleri talep etmeyi 'komünist hareketin siyasal faaliyeti' olarak göstermeye çalışanlar da olmuyor değil. Oysa ki, yasal ve idari önlemleri gündeme getirme, sendikal siyasetin kendisinden başka bir şey değildir. İşçi sendikalarının yaptıkları ve yapacakları şeydir bu. Sendikal siyaseti, ekonomik mücadelenin kendisine siyasal içerik kazandırmasını savunan sendikalizmi, komünist hareketin faaliyeti olarak göstermeye çalışıyorlar. Lenin, "Ne Yapmalı?"da bunların brenştayncı olduğunu evire çevire anlatır.
Devrimci komünist parti ise, kendiliğindenciliğe boyun eğmeyi reddeder. Komünist hareketin rolünün, işçi sınıfı hareketine tabi duruma indirgenmesini reddeder. Anti-kapitalist devrimle, faşist devletin yıkılması sorununu, işçi sınıfı hareketinin birinci görevi olarak görür ve kendiliğinden de olsa kitlesel hareketin önüne bu hedefi koyar. Lenin'in dediği gibi komünistlerin işlevi, kendiliğinden hareketin üzerinde dolaşan bir 'ruh' olmak ve bununla yetinmeyip bu hareketi 'kendi programı' düzeyine yükseltmek değildir de nedir? Bu işlev, herhalde hareketin kuyruğunda sürüklenmek olamaz; bu en iyi durumda bile harekete hiçbir yarar sağlamaz.
Devrimci komünist parti, kitlelerin kendiliğinden hareketi yaygınlaştıran ve büyüdükçe teorik, siyasal, örgütsel çalışma için daha yüksek bir bilincin gerekliliğiyle hareket eder. İşçi sınıfının siyasal eğitiminin ve bilincinin geliştirilmesine daha büyük önem verir. Siyasal eğitimi ise işçi sınıfının kapitalistlere ve onların devletine düşmanlığın propagandasıyla sınırlı görmez. Hele de neredeyse 50 yıldır işçilerin ve emekçilerin kapitalistlere ve onların devletine karşı kesintisiz mücadele ettiği 15-16 Haziran'dan Gezi'ye kadar bir çok ayaklanmaya giriştiği bu topraklarda.
Devrimci komünist partinin siyasal eğitimden anladığı, baskı ve sömürü düzeninin ve onun koruyucusu olan faşist devletin yıkılmasının zorunlu ve kaçınılmaz olduğunun anlatılmasıdır. Bunun için, tüm halkın işçi sınıfı önderliği altında birleşmesini sağlayacak devrim programının anlatılmasıdır. Bu programın hayata geçirilebilmesi için, faşist devletin varlığına bizzat halkın gerçekleştireceği bir ayaklanmayla son verilmesi gerektiğinin anlatılmasıdır. Bunun için işçi ve emekçilerin başta ayaklanma, devrimin zaferinden sonra ise iktidar organları olarak komite ve konseylerde örgütlenmeleri gerektiğinin anlatılmasıdır vb.
İ.Cevat Çetiner