Sınıf savaşının yoğunlaştığı, tarihin kısa tarih haline geldiği dönemlerin doğal bir sonucu da, küçük burjuva siyaset anlayışının daha kolay ayırt edilir olmasıdır. Çünkü, bu dönemlerde küçük burjuva siyasetler, tutarsız-çelişkili doğalarını, pratiklerinde ve politikalarında bolca ortaya koyarlar. Öyle ki, çelişkiler-tutarsızlıklar herkes tarafından fark edilecek kadar görünür olur.
Bu sonuç, proleter sosyalizmle k.burjuva sosyalizminin bir birinden ayrıştırılmasını kolaylaştırır. Kendini devrimci proletaryanın, marksizm-leninizmin, komünist hareketin temsilcisi olarak tanımlayan bolca siyasi hareketin var olduğu koşullarda, böylesine kullanışlı bir turnusolun varlığı, elbette büyük bir imkandır. Başa işçi sınıfının ileri kesimleri olmak üzere, toplumsal devrimi arzulayan tüm katmanların ileri kesimleri bu turnusoldan daha fazla faydalanmalıdır.
24 Haziran seçim sürecinde de, bu durumun örneklerini bolca gördük. Birkaç tanesini aktaralım.
Seçimlerin hemen sonrasında, 28 Haziran'da Yeni Demokrasi politik gündemi değerlendirirken şöyle diyor:
“SP'nin sınıf karakteri söylemlerine yansıyordu. Milli burjuvazinin temsilcileri olmaları, onları belli ölçüde milli ve demokratik kılıyordu”.
Şimdi de bundan hemen sonra ki, 12 Temmuz tarihli politik gündem değerlendirmesine bakalım. Şöyle diyor;
“AKP-MHP faşist kliği “karşısında” bloklaşan CHP-İyi Parti-SP faşist kliği...”
Görüldüğü üzere fazla söze gerek yok. SP önce “milli ve demokratik” ilan ediliyor, aradan 15 gün geçtikten sonra ise faşist.
Çelişki-tutarsızlık bu denli açık işte. Elbette bu, basit bir kafa karışıklığı değil. Ardında, sosyo-ekonomik yapının yanlış tahlil edilmesi dolayısıyla derin programatik yanlışlar, çelişki ve tutarsızlıklar yatıyor. Yoğun yaşanan tarih, programatik yaklaşımların çok daha yoğun sınamadan geçmesini ve barındırdığı çelişki-tutarsızlıkların daha çarpıcı biçimde su yüzüne vurmasını sağlıyor. Öyle ki, bu örnekte olduğu gibi, bir siyasi hareketin, Sivas katliamının fail ve organizatörlerini demokrat görüp görmeme ikilemi ile baş başa kaldığını görmemizi sağlayacak kadar.
Şimdi bir başka tespiti aktaralım. Şöyle,
“Diğer seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de halkın yoksul kesimlerinin önemli bir bölümü AKP demiştir. CHP ise esas olarak 'hali vakti yerinde' olan kesimlerden oy almıştır... Şüphesiz Finlandiya (CHP bn) bölgesindeki halk da Afganistan (AKP bn) bölgesi bizler tarafından da ihmal ediliyor ki, o aşılması gereken önemli bir çelişkimizdir.”
Bu değerlendirmenin aynısını tv'lerde boy gösteren iktidar yanlısı ya da karşıtı tüm analizcilerden defalarca dinlemişizdir. Sınıf mücadelesinin, toplumsal mücadelenin, toplumsal yapının anlaşılması açısından hiç bir değeri olmayan bu söylem üzerinde burjuvazinin uzlaşması Stalin'in dediği gibi, elbette bir tesadüf değildir. Bunun ardında yatan, halklarımızın, gerici devletçi, milliyetçi, sağcı vs vs olduğu; sol değerlere meyil edenlerin ise %20'lik tuzu kuru kesim olduğu algısını zihinlere kazımaktır. Ve buradan hareketle de, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bu topraklarda başarı şansı olmadığı sonucunu benimsetmektir.
Hal böyle iken, kendini burjuvazinin karşısında konumlandırdığını, komünist olduğunu söyleyen bir siyasi hareketin, burjuvazinin bu demagojik söylemlerini tekrarlamakta sakınca görmemesi de tesadüf değildir elbet.
Bu sınıfsal konumla ilgilidir. Küçük burjuva siyasetin tipik bir tezahürüdür. Nasıl ki, küçük burjuvazi, burjuva sınıftan tam anlamıyla kopamazsa; küçük burjuva siyasi hareketler de burjuva ideolojisinden tam anlamıyla kopamazlar.
Seçimlerin toplumsal yapıyı yansıtma işlevini, seçim hileleri ve daha başka onlarca faktör nedeniyle yitirmiş olduğunu düşünmemiştir bile. Ama biz işin bu yani ile ilgili değiliz. Bu yüzden, gerçeğin bu demagojik söylem gibi olmadığını uzun uzun anlatmak yerine, 28 Haziran'da yukarıdaki tespiti yapan Y.Demokrasinin, 12 Temmuz'da parlamentarist solu eleştirirken ne dediğine bakmayı tercih ediyoruz. Şöyle diyor:
“Öyle ki AKP-MHP faşist blokunun seçim hilelerine karşı bile söz söyleyemez duruma gelmişlerdir.”
Böyle söyleyerek yani seçimlerin hileli olduğunu söyleyerek, aslında, 15 gün önce söyledikleriyle çeliştiklerinin, yaptıkları tespitin altını boşalttıklarının farkında bile değillerdir işin doğrusu. Evet, küçük burjuva siyasetler bir tutarlılık sergileyemezler, bu; onların doğasına aykırıdır.
Bir örnek daha verelim. Bu seferki 29 Haziran tarihli Kızılbayrak'tan. Şöyle diyor:
“Açıklanan resmi sonuçlara göre dinci-faşist ittifak seçimlerin kazananı oldu... Dinci-faşist blokun seçimden açık bir üstünlükle çıkması... onlar payına büyük bir başarının ifadesidir... Ortaya çıkan sonuç, kendileri için ayrıca güçlü bir moral kaynağı oldu... Dinci-faşist ittifakın seçimlerde elde ettiği açık başarı... Seçim sonuçları ayrıca CHP gericiliğinin özellikle işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde belirgin bir denetime sahip olduğunun yeni bir göstergesi oldu...”
Birbirine taban tabana zıt olduklarını söyleyen iki siyasetin, konuya yaklaşım tarzları, görüldüğü üzere neredeyse birbirinin aynısı. Ama benzerlik bununla da sınırlı değil. Yine 29 Haziran tarihli Kızılbayrak'ta, güncel'e dair yapılan yorumlara bakınca bir benzerlik daha göreceğiz. Şöyle diyor orada da.
“1) ...parlamenter kurumların yerlerde süründüğü bir dönemde seçimlere bu kadar anlam/önem atfedilmesi ancak 'parlamenter budalalık'la izah edilebilir...
3) ...Her şeye rağmen toplumun çoğunluğu saray çetesine biat etmeyeceğini gösterdi...
6) ...Halkın aklıyla alay eden yayınlar yapan AA, akıl dışı rakamlar vererek AKP-MHP koalisyonunun kazandığı yalanını yutturmaya çalıştı.
7) ...CHP tarafından akşam saatlerinde yapılan iddialı açıklamaların ardından sessizce havlu atılması, bu işin perde arkasında kotarılmış olduğu izlenimini veriyor...” ve bir sayfa sonra da, “Oy sayımının yapıldığı sistemde, YSK da, sonuçları yayınlayan AA da saray çetelerinin elinde. Dolayısıyla bu mekanizmalar aracılığıyla yapılan hilenin/hurdanın oranını kimse bilmiyor... Oy çalanların kazandığını kabul ederek ilkesiz bir tutum sergileyen M. İnce...”
Görüldüğü gibi, bu pek kızıl siyaset, söylediği her cümleyi, bir başka yerde yine kendisi mahkum ediyor. Tıpkı Yeni Demokrasi’nin yaptığı gibi.
Evet küçük burjuva siyasetin doğasındaki çelişki-tutarsızlık o denli güçlüdür ki, kendi kendini 'budalalık' ve 'ilkesizlik'le suçlamaya kadar vardırır işi, ama bunun farkında bile olmaz. Yoğunlaşan tarih, onların doğasının bu denli çarpıcı biçimde teşhir olmasını sağlar işte.
Yine şu tespiti okuyoruz aynı tarihli Kızılbayrak'tan.
“Bu kampanya, CHP'nin kendi seçmen kitlesini toparlamış, dinci-faşist iktidardan zaten yıllardır hoşnutsuz durumdaki kitleleri umutlandırıp heyecanlandırmış, fakat bunun ötesine geçememiştir. (Şimdi buraya dikkat bn) Geçemezdi de. Ecevit '70'lı yıllarda geçmişti. Çünkü belirgin bir sosyal uyanış ve devrimci kitle hareketi dalgası üzerinde yükseliyordu. Bugün olmayan bu.”
Bir iki cümle içinde bu kadar gaf ve kendi kendini boşa düşürmeyi başka kim becerebilir acaba? Gerçi bu yeni değil. Benzer iddiayı geçmişte de şöyle tanıtlamaya çalışmıştılar.
“Zira devrim dalgasının tarihsel olarak gerilediği, sosyalizmin önemli ölçüde itibar kaybettiği bir dönem bu. Oysa 70'li yıllarda Türkiye'de binlerce genç devrimci, devrim uğruna her bedeli göze alarak mücadele ediyordu. Binlercesi bu uğurda öldü. Devrimin dönemiydi o yıllar. Şimdiyse birkaç on yıldır süren bir gericilik dönemi içindeyiz...”
Hep söyledik. Devrimci durum ve iç-savaşın varlığı reddedilerek ne bir şey açıklanabilir ne de devrimci konumda kalınabilir. Ama anlaşılan eksik söylemişiz. Aklı başında tek bir cümle dahi söylenemez dememiz lazımmış!
Bu pek kızıl siyaset, devrimci duruma karşı öylesine bir düşmanlık besliyor ki, eline geçirdiği her şeyi onun üzerine fırlatmaya çalışıyor. Ama fırlattığı her şeyin bumerang gibi dönüp kendini vurduğunun farkına bile varamıyor. Bu salvo atışlar üzerine bir iki söz edelim.
İddia şu: Günümüzde belirgin bir sosyal uyanış ve devrimci kitle hareketi dalgası yoktur. Gericilik dönemidir.
Kanıtlar şöyle. CHP'nin seçimlerde almış olduğu oy oranı. Ve gençliğin 70'lerdeki gibi bedel ödeyip ödemediği!
Sağlaması: Sosyal uyanış ve devrimci kitle hareketi dalgasının olduğunu kabul ettiği 70'li yıllarda CHP'nin aldığı oy oranı ve bu yıllarda binlerce gencin ölmüş olması.
Anlaşılan bu siyasi çevre son 30 yıldır bu toprakların gençliğinden bi haber yaşamanın ötesinde, sayı saymayı da bilmiyor. En azından sayı saymayı bilselerdi, son 30 yılda demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşen ve gençliklerini zindanlarda tutsak geçiren genç devrimcilerin sayısının 70'leri kat be kat aştığını görür ve önce düşünüp sonra konuşmaları gerektiğini anlayabilirlerdi.
Ve madem rakamlara bu kadar önem veriyorsunuz, tavsiyemiz, siyaset yapmadan önce temel matematiği öğrenmeniz olacak. Hem de acilen. Çünkü, devrimci durumun olmadığını, bir de CHP'nin aldığı oy oranı üzerinden kanıtlamaya kalkmışsınız.
Öncelikle bu akıl yürütmenin berbat ötesi olduğunu, diyalektikten nasiplenmemiş olduğunu, her somutluğun kendine ait özgünlükleri barındırdığını hiçe saymak olduğunu ve tamamıyla bir düz mantık örneği olduğunu söylemeliyiz.
Belli ki, Ecevit'in aldığı %41 ile bugünkü CHP'nin aldığı %22'yi mukayese ediyorsunuz. İyi güzel de, bu seçimlerde hile yapıldığını ve “hırsızlığın oranını kimsenin bilemeyeceğini” kendiniz söylüyorsunuz. Eh AKP-MHP kendilerinden oy çalmadılarsa kimden çalmış olabilirler? Sanırız zor bir soru sormadık. Demek ki CHP'nin oyu %22'nin üzerinde ve müneccim değilsek, kimse ne kadar olduğunu bilemez. Öyleyse, kendi mantığımız açısından da, gerçekte ne kadar oy aldığını bilmediğimiz CHP üzerinden devrimci durumu inkar etme çabası, abesle iştigal olmuyor mu?
Ve bir şey daha. Gerçi matematiğiniz iyi değil ama, yine de anlatalım. CHP ve HDP'nin aldığı oyu toplarsanız. %34 eder; cumhurbaşkanlığı seçiminde İnce ve Demirtaş'ın aldığı oyu toplarsanız %39 eder. 1970'lerde Ecevit'in aldığı oy ise %41 idi. Bu oranı ister %34 ister %39'la kıyaslayın. Ortada ciddi fark yok. Bu arada isterseniz çalınan oy oranlarını da üzerine ekleyin!
Şimdi çıkın bakalım işin içinden çıkabilirseniz. Kendi akıl yürütüşünüzün dahi sizi getirdiği nokta devrimci durumun varlığı. Ve bu durumda size kendi sözünüzü hatırlatalım:
“Parlamenter kurumların yerlerde süründüğü bir dönemde seçimlere bu kadar anlam/ önem atfedilmesi ancak parlamenter budalalıkla izah edilebilir.”
Tabi şunu da söyleyelim. Devrimci komünistler, meseleye böyle bakmaz elbette. Devrimci durumun nasıl tespit edileceğine dair Lenin'den bu yana sınanmış ve kanıtlanmış yöntemleri var onların. Bunun için Lenin'in Sosyalizm ve Savaş kitabına bakmanız yeter..
Başa dönerek tekrarlayalım. Tarihin yoğunluğu, küçük burjuva sosyalist hareketin çelişkilerinin, tutarsızlıklarının alabildiğine yoğunlaşmasına ve herkesçe görünür olmasına neden oluyor. Hiç şüphesiz ki, komünistler, bu durumun toplumun ileri kesimleri tarafından görülmesi için elinden geleni yapacaktır. Kitleler için de ortalama solun teşhirine ve reformistlerin tecrit edilmesi çabasına bir an olsun ara vermeyecektir. Ama bu yetmez. Başta işçi sınıfının ileri kesimleri olmak üzere toplumun tüm ileri kesimleri de, küçük burjuva sosyalizmi ile proleter sosyalizmi ayırt edip; proletaryanın devrimci sınıf partisini güç merkezi haline getirmek için çaba içinde olmalıdır. Onlara bu acil görevlerini anlatmakta devrimci komünistlerin sorumluluğundadır.
İ.Cevat Çetiner