1- Marx, şeyleri yalnızca aldatıcı görünümlerini yakalayan günlük deneyimlere dayanarak açıklamaya çalıştığımızda, bilimsel gerçeklere ulaşamayacağımızı, aksine her zaman bilimsel gerçeklerin bizlere ters görüneceğini söyler.
2- Dolayısıyla ekonomik ve toplumsal süreçlerde, günlük görünümlerine bakılarak açıklanamaz. Bunu yapanlar, bilimsel gerçekliğin aksi istikametinde bulacaklardır kendilerini.
3- Bilimsel gerçekliğin dışına düşmemenin yolu, gözlenen şeyin ne olduğunu anlatacak bir teoriye sahip olmaktır. İktisadi ve toplumsal gelişmelerin gerçek dinamiklerini ve alttan alta işleyen süreçleri anlamamızı mümkün kılan teori, Marksist teoridir.
4- Marksist teori; kişi, parti, sınıfların politika ve davranışlarını belirleyenin son tahlilde iktisadi ve toplumsal koşullar olduğunu ortaya koyar.
5- Politikacılar, ekonomik ve toplumsal süreçlerin iç dinamiklerinin, iç ve dış bağlantılarının toplamının bir sonucu olarak kendini dayatan politikaları yaşama geçirir. Dolayısıyla politikacıların etkisi, bu alan üzerinde ortaya çıkar ve nesnel koşulların belirlediği bu alanla sınırlıdır.
6- Küçük burjuva sosyalist hareket bunu hiçbir zaman anlayamamıştır. Politikacılara, hükümetlere, bunların ideolojik ve siyasal tercihlerine hiç hak etmedikleri bir misyon, belirleyicilik yüklemişlerdir. Dolayısıyla da politikaları hükümet eleştirisinin, muhalif olmanın, sistem içi bir seçenek olmanın ötesine geçememektedir. Bu küçük burjuva sosyalist hareketin Marksist teoriden uzak oluşunun, yoksunluğunun sonucudur.
7- Türkiye tekelci kapitalizminin krizlerinin irdelenmesinde de bu Marksist teoriye bağlı kalınmalıdır. Bu sadece krizin doğru anlaşılması açısından değil, devrimci proletaryanın görevlerinin ve izlemesi gereken pratik politikanın tespiti açısından da hayati önemdedir.
8- Kapitalist sistemin krizlerinin temelinde, elbette ki, üretici güçlerin gelişimi karşısında üretim ilişkilerinin bu gelişmeyi engelleyici hale gelmesi, dolayısıyla ikisi arasında oluşan çelişki vardır. Gelişen toplumsal üretici güçlerin, özel kapitalist mülk edinme biçimine, emek sömürüsüne, azami kar yasasına, üretim anarşisine vs. dayanan kapitalist toplum biçiminin içine sığmaz hale gelişi vardır.
9- Bunu görmek, tespit etmek, anlamak topluma çözüm yolunu gösterebilmek için temel önemdedir. Aksi taktirde, bu krizlerden kurtulmak için yeni bir toplumsal sisteme, komünizme geçilmesi gerektiği ve bu hedefe ulaşmak için mücadele edilmesi gerektiği bilincine, sonucuna ulaşılamaz.
10- Bundan dolayıdır ki, Marx, "bu borçlanmadan kurtulmak için, devletin ya harcamaları kısması yani... Olanaklı olduğu kadar az yönetmesi... Burjuva toplumda olanaklı olduğu kadar az ilişkiye girmesi gerekir. Sınıf egemenliği ve sınıfın varoluş koşulları her bir yandan tehdit edildikçe... bu yol olanaksızdır" der ve ekler, "…ya da, devletin borçlarından kaçınması ve en zengin sınıfların omuzlarına olağanüstü vergiler yükleyerek geçici de olsa, en kısa zamanda bir bütçe dengesine ulaşması gerekir. Ulusal zenginliği borsanın sömürüsünden kurtarıp aşırmak için, düzen partisi, kendi özel servetini vatanın yoluna kurban mı edecekti? O kadar budala değildir." Marx bu iki seçeneğin de imkansızlığını gösterdikten sonra "Bu devlet bütçesi ile devlet borçlanması zorunludur, bu devlet borçlanması ile, devlet borçları ticareti egemenliği, devlet alacaklıları, bankerler, sarraflar, borsa dolandırıcıları egemenliği zorunludur" diyerek küçük burjuvaların hayallerini bir kenara itip kriz karşısında nasıl davranılacağını ortaya koyar. Ve çözüm önerisini sunar: "Şu halde, Fransız devleti tamamıyla alt üst olmadan, Fransız devlet bütçesi alt üst olamaz."
11- Kapitalizmin krizine karşı bu bakıştan ve bu hedeften yoksun bir şekilde yürütülecek mücadele, sistem içi kalmaktan, sistemi reforme etme çabasından, burjuvaziyi kurtarma uğraşından ve ham hayallerden öteye gidemez. Tıpkı krizin faturasını patronlara ödettirebileceğini sanan küçük burjuva sol gibi. Küçük burjuva sosyalist hareket sanıyor ki, burjuvaziye kendi özel servetini emekçi sınıfların iyiliği uğruna kurban ettirebilir. Onlar budala değildir!
12- Türkiye ve Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ise yapısal sorunlar nedeniyle ekonomik ve toplumsal krizler daha derin, daha keskin ve daha sık olarak yaşanır.
13- 1900'lerin başından bu yana gelişme çabasında olan ve sık sık krizlerle boğuşan Türk burjuvazisi, yapısal sorunlarını aşmayı defalarca gündemine almışsa da başaramamıştır. Çünkü burjuvaların, burjuva partilerin, burjuva sınıfın politikalarında son tahlilde, içinde bulundukları iktisadi ve toplumsal koşulların belirlediği sınırları aşamaz. Yani beşinci maddede vurgulanmaya çalışılan durum.
14- Örneğin 70'lerin sonlarına doğru belirginleşen ekonomik krizi aşmak için 24 Ocak 1980'de alınan bir dizi ekonomik kararla yeni bir sermaye birikimi yaratılarak sanayide yapısal değişim hedeflenmiştir ama başarılamamıştır. Üstelik 12 Eylül askeri darbesinin bu uğurdaki tüm çabasına rağmen. Ve 1984'e gelindiğinde, esas itibariye aynı yapısal sorunlar nedeniyle çok daha büyük bir ekonomik kriz patlak vermişti. Bu tek örnek değildir, tarihte, öncesinde ve sonrasında benzer durum bir çok kez tekrarlanmıştır. Öncesi bir yana, 1950-1960-1970'lerin sonunda, 1994, 2001, 2008 ve 2018'de. Yani çeşitli politikacıların, partilerin, ideolojilerin etkisi altında uygulanan politikalara rağmen ortalama on yılda bir yaşanan krizler, bu tespitin canlı kanıtı olarak ortada durmaktadır.
15- Bu durumu yaratan, en başta sekizinci maddede belirttiğimiz olgu, yani kapitalizmin kendi iç dinamiğidir. Türkiye'de bu dinamikle birleşerek krizin daha derin, keskin ve sık karşımıza çıkmasına neden olan ve aynı zamanda birbirlerini de besleyen olguların bazılarını ise şöyle özetleyebiliriz:
İngiltere, Almanya, Fransa, ABD gibi dünyanın belli başlı ülkelerinin, sanayi devrimini gerçekleştirip tekelleşme sürecini de geride bırakarak emperyalizm aşamasına geldiği bir dönemde, Türk burjuvazisinin daha yeni yeni oluşmaya başlaması, yani kapitalist gelişim sürecine geç girilmiş olması, dolayısıyla;
Yetersiz sermaye birikiminin aşılamaması.
Alt yapı eksikliğinin, teknolojik geriliğin, eskimişliği aşılamaması.
Başta imalat sanayi olmak üzere tüm ekonominin dışa bağımlılığı.
Emperyalist ülkelerdeki krizlerin yükünün bağımlı ülkelerin sırtına binmesi.
1917 Ekim devrimi ile birlikte proleter devrimler çağının başlaması ve her açıdan zayıf olan burjuvazinin egemenliğini korumak için emperyalizme sıkı sıkıya sarılması.
Giderek üretim sürecinin emperyalist ülkelerin ihtiyaçlarına göre biçimlenmesi, iç pazarın da emperyalist merkezlere eklemlenmesi ve sonuç itibariyle ekonominin (kamu maliyesi ve finans olanaklarıyla) emperyalist ülkelerin tam denetimine geçmesi vb.
16- Sonuç itibariyle, 100 yılı aşkın zamandır izlenen kapitalist kalkınma yolu, kesintisiz biçimde kriz, acı, yoksulluk, ölüm, emperyalizme bağımlılık, iç ve dış savaş üretmektedir. Tüm bunlardan tek kurtuluş yolu, kapitalizme son vermek, dünya kapitalist sistemini hakları un ufak eden çarkından kurtulmaktır. Aynı şeyi yapıp farklı sonuç almak nasıl mümkün değilse, kapitalizm içinde kalmaya devam edip farklı sonuçlar elde etmek de mümkün değildir.
17- Öyleyse işçi sınıfının ve emekçilerin ileri kesimlerine, öncelikle bu genel fotoğrafın anlatılması, kavratılması zorunludur. Ki, bu sayede onlar vasıtasıyla işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin geniş kitlesi bu mücadeleye daha hızlı ve kararlı biçimde çekilebilsin.
İ.Cevat Çetiner