II
24 Haziran akşamı burjuva muhalefetin ağzından çıkan “adam kazandı, seçim sonuçlarını etkileyecek bir usulsüzlük yoktur” sözleriyle amaçlanan bir diğer şey de, kitlelerdeki Gezi ruhunun, bilincini geriletip, kırmaktı. Burjuva muhalefet ve küçük burjuva devrimciliği, Gezi’yi bir türlü kabullenemediler. İçlerine sindiremediler. Onda, kendi ideolojik ve politik yenilgilerini gördüler. O günden bu güne, onu yok etmeye çalıştılar ve 24 Haziran’ı da bu amaçla kullanmaya çalışıyorlar.
Demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin tutarlı yürütücüleri bilir ki, burjuvazi egemenliğini, iktidarını sadece zor araçlarına dayanarak sürdürebilir haldeyse aslında ömrünün son günlerini yaşıyor demektir ve elinde geldiğince bu duruma düşmemeye çalışır.
Peki ne yapar? Zorun yanında, kitlelerin aydınlanmamışlığından, geleneksel olandan kopma beceriksizliğinden, yetersiz özgüveninden, örgütsüzlüğünden güç alarak ayakta kalmaya çalışır. Ve bu rıza üretimini süreklileştirmek için elinden gelini yapar. Bu uğurda bireyleri, partileri, kurumları dahi feda eder. Türkiye’nin son 30 yıllık tarihi, bunların örnekleriyle doludur.
Gezi ayaklanması, egemen sınıfın bu iki önemli mekanizmasına, özellikle de rıza üretme mekanizmasının araçlarına, argümanlarına önemli, geri döndürülemez bir darbe vurdu. Büyük kitlelerin, devrimin toplumsal tabanının geleneksel olandan kopma becerisinin artmasını, özgüveninin yükselmesini, bilincinde sıçramalar yaşanmasını, örgütlü devrimci güçlerle ilişkiler kurmada cüretkar olmasını, kendilerine dikte edilenin aksine milyonlar olduklarını görmelerini, sokaklara çıkarak amaçlarına ulaşabileceklerini görmelerini sağladı. Tüm bunların etkisiyle, devrimin toplumsal tabanı, devrimci kitlelerin düzeyine daha da yakınlaştı.
Rıza üretme mekanizmasının aldığı bu darbenin boyutu ve derinliği kavranılmadan, Gezi sonrası meydana gelen herhangi bir siyasal, toplumsal olayın anlaşılması da mümkün değildir. Bunun için ise, Gezi ayaklanmasının dolayısıyla Geziyi doğuran ekonomik-siyasal-toplumsal koşullar ile, Gezinin yarattığı sonuçların bütünlüklü olarak ele alınması gerekir. Ancak bu sayede, Gezinin kitlelerde yarattığı sıçramalı gelişim anlaşılabilir.
Yeni dönem yayıncılıktan çıkan “Ayaklanma Üzerine Notlar” kitabı, bu sürecin bütünlüklü çözümlemesini yaparak, devrimci bakış açısını ortaya koyar. Gezi sonrası yaşanan gelişmeler, bu perspektifle ele alındığında ancak devrimci sonuçlara ulaşılabilir.
Gezi ve sonrasına devrimci perspektifle bakıldığında görülecektir ki, 2013 Haziran’ından bu yana, muhalifiyle- iktidarıyla bir bütün olarak burjuva sınıf, Gezinin kitleler üzerindeki etkilerini yok etmek, özelde ise kazandığı özgüveni kırmak ve rıza mekanizmasını yeniden işlevli hale getirmek için uğraşıyor.
Hükümet erkini elinde tutan kesimin Geziye olan düşmanlığı, eline geçen bu fırsatı kullanarak yürüttüğü kara propaganda, kitlelerin özgüvenini kırmak için yürüttüğü politikalar ve eskiye yeniden boyun eğdirme çabası biliniyor. Bu açık, görünür.
Açıkta olmayan, görmek için burjuvaziden bağımsız-karşıt bir bakışa sahip olmayı gerektiren saldırı ise, burjuva muhalefetten geldi, geliyor. Geziyi sahiplenir görünerek, onun kitlelerde yarattığı özgüveni parlamenter sistemin yeniden cazibe merkezi haline gelmesine kanalize ederek, kitlelerin burjuva egemenliğine yeniden rıza göstermesi çabasına giriştiler. (Bu geleneksel olandan kopan, burjuva siyaset anlayışından uzaklaşan, arzuladığı yaşamı doğrudan eylemi ile kurma özgüvenine ulaşan, geleneksel düşünme ve davranma biçiminden koptuğu için hızla aydınlanma sürecine adım atmış olan devrimin toplumsal tabanını, yeniden alıklaştırma çabasıydı. Burjuva muhalefetin bu çabasının görünürlüğünü maskeleyen ise, k. burjuva devrimciliğinin politikaları oldu. Geziden hazzetmeyen k. burjuva devrimciliği de, sokaklara çıkmış kitleleri daha ileri taşıyacak politikalar yerine; parlamento koridorlarına, elle tutulur kazanımlar uğruna mücadelenin dar sınırlarına hapsedici politikalar üreterek burjuvazinin çabasına katkı sundular.
2013 Haziran’ı ile 2018 Haziran’ı arasında, yani beş yılda yapılan altı seçimde, burjuvazi bu amacına ulaşmak için çok çaba harcadı. Fakat, ortalama solun katkılarına rağmen sonuç alamadılar.
Aksine, devrimin toplumsal tabanında gelişen, hayati sorunlar ancak sokaklarda çözülür yaklaşımı o kadar güçlüydü ki, burjuva muhalefeti bile peşine taktı. Onu sokağa itekledi. Seçimlerde de sokağa inmenin sözünü vermeye zorladı. Kitleler kazandıkları özgüvenle, sistemin çarkları arasında ezilmeye hiçte niyetli olmadıklarını ortaya koydular.
2018 Haziran’ında burjuva muhalefeti “adam kazandı, yenildik” demek zorunda bırakan, ortalama solu, süreci sessizlikle geçiştirmek zorunda bırakan işte budur. Kitleler tarafından sokağa zorlanan burjuva muhalefet ve parlamentarist küçük burjuva sol, kitleleri oyalayacakları ve geleneksel olana geri dönmelerini sağlayacakları bir manevra alanı kalmadığını görünce; direkt kitlenin özgüvenini, bilincini hedef aldı. “Kaybettik, kazandı” diyerek, kitlelerin, “biz kazanıyoruz, onlar gasp ediyor” inancını, kendine duyduğu özgüveni kırmak istediler.
Zorda kalan burjuvazinin her türlü çılgınlığı yapabileceği gerçeği, bir başka biçimde karşımıza çıktı böylece. Muhalefet kendi ayağının altındaki tabureyi tekmeledi. Kendi eliyle rakibini pürü pak ilan etmekle kalmadı, aynı zamanda ve daha önemlisi, devrimin toplumsal tabanı üzerindeki etki gücünün son kalıntılarını da yitirdi. Böylece, 90’lı yıllarda başlayan burjuva muhalefetin etkisinin sınırlanma sürecinde yeni bir aşamaya geçilmiş olundu. Bu, sadece burjuva muhalefete değil, bir bütün olarak burjuvaziye büyük bir darbedir. Çünkü varlığını korumak için katıksız ve kesintisiz zordan başka bir şey kalmıyor elinde.
Tüm bu süreçte devrimin toplumsal tabanına, ulaştığı düzeyden daha ileriye gitmesini sağlayacak politikaları götüren, sadece proletaryanın devrimci sınıf partisi oldu. Seçim-sandık ve parlamentonun işlevsizliğini yavan sözlerle tekrarlayarak, ezberlenmiş formülleri yineleyerek sınıf mücadelesinin güncel görevlerine sırtını dönen oportünist siyaset anlayışının aksine; Leninist Parti sandıkların çare olmadığını söylemenin ötesine geçti. İktidar sorununu emekçilerin lehine çözümlenebilmesi için GDH perspektifiyle, genel silahlı halk ayaklanmasının örgütlenmesi hedefini ortaya koydu. Devrimin toplumsal tabanının burjuva düzenden kopuşunu güçlendiren, özgüvenini arttıran ve onları ileriye taşıyacak tek politikanın bu olduğunu, 24 Haziran ve sonrasında yaşananlarla doğruladı. Hayat, proletarya partisinin politik çizgisini bir kez daha testten geçirdi ve doğruladı. Devrimci kitleler bunu görecek ve kayıtsız kalmayacaktır. Yeter ki daha fazla onlara gidilip, görünür olma başarılsın.
İ.Cevat Çetiner