Dinci faşist iktidar saldırganlığını daha da artıracağını, dahası, bu saldırganlıkta sınır tanımayacağını sözle değil, eylemle ilan ediyor.
HDP Bahçelievler İlçe binasına silahlı girip oradakileri öldürmeye geldiğini açıkça söyleyen faşistin mahkeme tarafından bir gün bile tutuklanmadan serbest bırakmasından daha açık, daha etkili bir ilan olabilir mi?
Dahası, faşist devlet güçleri tarafından oraya gönderildiği her halinden belli olan bu faşist, eylemini yapmak için bir başka faşistin duruşmasının yapıldığı günü seçiyor. Daha doğrusu, onu oraya gönderenler, mesaj iyi anlaşılsın diye, potansiyel katil faşisti Deniz Poyraz'ı katleden faşistin mahkemeye çıkarıldığı gün, başka HDP'lileri katletmek için gönderiyorlar.
Böylece, hem katliamlara devam edeceklerini ilan etmiş oluyorlar hem de arkalarında “cezasızlık” zırhının olduğunu göstermiş oluyorlar. İzmir'de Deniz Poyraz'ı katleden faşist, çıktığı ilk duruşmada, faşist Tansu Çiller'in zamanında söylediği ve devletin bakışını ortaya koyan “bu yolda kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” mottosuna uygun olarak, bir katil değil de bir kahraman muamelesiyle karşılaştı.
MHP, faşist tosuncuklarını şimdiden sokağa salmış bulunuyor. Bunu sokak röportajları sırasında aniden ortaya çıkıp iktidar aleyhine konuşanları susturmaya çalışan, onlara saldıran tiplerden görmek mümkün.
Bu yeni bir politika da değil. Neredeyse bir yıl önce Bahçeli faşisti için “Şu Devlet Bahçeli'ye Corona bağışlayacak bir tane hayırsever yok mu yahu” diye mesaj atan bir avukat, işte bu faşist tosuncuklar tarafından linç girişimine uğradıktan sonra MHP Grup Başkanvekili ünvanını taşıyan Erkan Akçay isimli bir faşist, avukatın yüzü-gözü kan içindeki resmini sosyal medyada yayınlamıştı.
Sayısız örnek vermek mümkün. Bütün bu faşist saldırganlık ve saldırganlığın faşist iktidar tarafından açıkça sahiplenilmesi bize bir şeyi son derece net anlatıyor: Dinci faşist iktidar ve faşist devletin işçi sınıfına, emekçi kitlelere, devrimci demokratik güçlere saldırıları şiddetlenerek artacak. Faşist iktidarın başı, önümüzdeki süreçte neyi nasıl yapacaklarını şu yalın ifadelerle bir kez daha ortaya koymuş:
“Her fırsatta (güya burjuva muhalefet için söylüyor ama okur, bu sözlerin sokağa çıkmaya çalışacak herkes için söylenmiş şeklinde anlayabilir) utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün. 15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.”
Bu sözlerin, gerekirse IŞİD'i aratmayacak biçimde insanların kafasını kesmekten çekinmeyecekleri anlamına geldiğini 15 Temmuz olaylarını bilen herkes tahmin eder. Kısacası, dinci faşist iktidar, gaddarlık ve terörde sınır tanımayacağını ilan ediyor.
Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin toplumun ayaklanmaya eğilimli emekçi sınıfları, Kürt halkı, yoksul kitleler üzerinde bir korku havası yaymaya çalıştığı açık. Bunu yapmaya çalışıyorlar çünkü bizzat kendileri ve tekelci sermaye sınıfı büyük bir korku içinde. Başta işçi sınıfı ve Kürt halkı olmak üzere birleşik devrimin toplumsal güçlerinin büyük bir ayaklanmasından korkuyorlar. Sorunun özü budur.
Dolayısıyla yukarıda ortaya koyduğumuz tabloyu görmek ve göstermek moral bozmak anlamı taşımaz. Aksine, gerçeklere, emekçi sınıfları bekleyen tehlikeye gözleri kapatmak, damdaki hırsıza “kedidir kedi” demek moral bozar, korku ve yılgınlık yaratır. Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin geleceğe ilişkin plan ve politikalarını nesnel biçimde ortaya koymak, emekçi sınıfları sert bir mücadeleye hazırlamanın temel koşuludur. Başka bir ifadeyle, birleşik devrimin toplumsal güçlerine şunu söylemiş oluyoruz: Damdaki hırsıza kedidir kedi demeyin ama “İti an çomağı kap”.
Şüphesiz, dinci faşist iktidar, ne görünmeye çalıştığı kadar güçlüdür ne de ayaklanmış kitlelerle baş edecek güç ve cesarete sahiptir. Aksine, bütün açıklamalarından ve ruh halinden büyük bir halk ayaklanmasından tir tir titrediğini görüp anlamak mümkün. Birleşik devrimin toplumsal güçleri, 2013 Haziran Halk Ayaklanması örneğinde görüldüğü gibi, bir kez ayağa kalktıklarında dinci faşist iktidarın en tepedekileri kaçacak delik arayacaklar. Artık bu delik, Fas mı olur, Malezya mı olur, şimdiden bilmek mümkün değil; bilmenin gereği de yok.
Ama şu gerçeği çok net biliyoruz: Türkiye burjuva sınıfı, 2013 Haziran halk ayaklanmasında olduğu gibi, daha önce 15-16 Haziran ayaklanmasında da evinden dışarı çıkmaya korkmuştu. Dahası, 70'li yıllar bu faşist tosuncukların saklandıkları deliklerden kafalarını çıkaramadıkları yıllardı.
Demek ki, bu tehditler, bu korku havasını hakim kılma çabaları boşuna. Halklar bir kez ayağa kalktıklarında burjuva sınıf ve onun politik güçlerinin diz bağları çözülür. Bu, burjuvaların ve faşistlerin kan dökücü olmayacakları anlamına gelmiyor elbette. Ama kan dökücülük halkları durdurmaya yeter mi? Yetseydi, İran Şahı Rıza Pehlevi bir kaç ayda yıkılıp gider miydi? Mısır'ın Hüsnü Mübarek'i eski ahşap bir bina gibi çöküp yok olur muydu? Salazar'ı, Somoza'yı ve daha kimleri, kimleri saymaya gerek yok. Sonuçta, emekçi sınıflar, ezilen halklar, yoksul kitleler bir kez ayağa kalktıklarında hiçbir gücün onların önünde duramayacağını hem tarihten hem de kendi yaşam deneylerimizden biliyoruz.
Yoksul kitleler, Kürt halkı, işçi sınıfı şimdiden her fırsatta korkusuzluğunu ortaya koymuyor mu; her fırsatta meydan okumuyor mu? “İsterlerse içeri alsınlar korkmuyorum” cümlesini çok daha sık duymaya başlamadık mı?
Toplumun uzlaşmaz karşıt sınıfları arasında işler bu noktaya büyük bir hızla akarken hala “seçim seçim” diye sayıklayanlara ne demeli?