Daha önceki bir makalemizde dinci faşist iktidarın kadrolarının en tepesindekinden en diptekine kadar, hepsinin podyuma çıkan mankenler gibi, sırayla, bazen birer birer bazen topluca sahne alıp Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerini karalayan açıklamalar yaptıklarına işaret etmiştik.
Eksik bırakmışız. Mafya ayağını unutmuşuz. Mafya, iktidarın, sadece güncel olanın değil, tekelci sermaye egemenliğinin temel direklerinden biri haline geleli uzun yıllar oldu. Susurluk ve öncesine kadar uzatılabilir bu tarih. İç savaşın kaçınılmaz sonucudur bu. Sermaye sınıfı ve onun bütün hükümetleri iç savaşı kazanmak için ellerindeki tüm araçları alana sürüyorlar.
Mafya, 12 Eylül faşizminden başlayarak, devletin bir parçası haline dönüştürülmeye başlanmıştır. “Susurluk kazası” dipte biriken bu tortunun su yüzüne vurma hali oldu. İç savaş, burjuva egemenliği işte böyle çürütüyor.
Tekelci sermaye egemenliğinin politik iktidarlarının kadrolarından söz ederken mafyadan mutlaka söz edilmelidir. Eksik bırakmıştık; eksiğimizi tamamlamak zorundayız. “İyi olacak hastanın ayağına doktor kendisi gelirmiş” misali, mafya imdadımıza yetişti. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine karşı dinci faşist iktidarın oluşturduğu koroda mafyanın sesi eksikti. Karısını elindeki kiralık katillerden birine, çocuğunun gözü önünde öldürten mafya başı koroya katıldı ve “Kayyım rektör” Melih Bulu'ya “ne olursun istifa etme” minvalinde bir ricada(!) bulundu.
Perde arkasındaki suflörün Devlet Bahçeli olduğundan ya da en azından onun izin ve onayı ile yapılmış bir “rica” olduğundan kuşku duyulmamalı. Korku, ortak korku. Mafya başının korkusuyla, Meclis Başkanının korkusu aynı: Boğaziçi Üniversitesinde çakılan kıvılcımın bozkırı tutuşturan bir yangına dönüşmesi.
Örneğin, mafyacı, “Lütfen! Sakın istifa etmeyiniz. (Üslubun zarafetine bakar mısınız!) İstifa ederseniz bu terörist eylemcilerin önünü açarsınız” diyor.
Dedik ya en diptekinden en tepedekine kadar hepsi aynı korkuyu yaşıyorlar diye. İşte en “tepe”dekilerden birinin, Meclis Başkanı Mustafa Şentop'un korkusunu açığa vuran sözler:
“Özellikle çevremizde gelişen, Rusya'daki olaylarla birlikte baktığımızda sanki bir süre sonra yapılması düşünülen, beklenen, muhtemel olaylar için burada bir eylemlilik çekirdeği oluşturmak, bunu sıcak tutmak gibi bir amaç varmış gibi düşünüyorum. Çünkü bunu başka türlü izah edebilmek, bunu bir rektör ataması bağlamında izah edebilmek mümkün değil, tüm parametreleri bir araya getirdiğimizde. Burada başka bir tablo var. Başka bir hazırlığın ipuçları görülüyor, seziliyor. Buna devlet müsaade etmez.”
Birleşik toplumsal devrimden, böyle bir devrime yol açacak bir ayaklanmanın patlak vermesinden; Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “kayyum rektör”e karşı başlattıkları eylemlerin bozkırı tutuşturan bir kıvılcıma dönüşmesinden nasıl bir korkuya kapıldıkları çok açık. Türkiye ve Kürdistan'da böyle bir zemin var. Böyle bir zemin olmasaydı sermaye sınıfı, onun politik iktidarı böyle bir korkuya kapılmazlardı.
Emekçi sınıflar tarafında, birleşik toplumsal devrim tarafında eksik olan şey, “Halkların güven duyacağı” bir odak idi. HDP'den istifa etmiş milletvekili Ahmet Şık, böyle bir odağın inşa edilmesi gerektiğine işaret etmiş. Tümüyle doğru bu düşünceye katılmakla birlikte, buradan şunu söyleyelim ki, artık böyle bir odak var. Henüz zayıf ve henüz sürecin başında da olsa, böyle bir odak var. Bu odak, Birleşik Mücadele Güçleri'dir.
Bu odağın, Birleşik Mücadele Güçleri'nin temel görev ve amacı, faşizme karşı mücadeleyi zafere ulaştırarak faşizmi yıkmak ve emeğin iktidarını kurmaktır. Tüm iktidarı halka vermek, Halk İktidarını kurmaktır. Mesele, faşizme “itiraz” derekesine indirgenemez, indirgenmemeli. Böyle bir söylem, bu tür kavramlar halklara güven vermeyeceği gibi, faşizmin ana yüklenicisi, sınıfsal taşıyıcısı tekelci sermaye sınıfıyla uzlaşma kapılarını açık tutmaktan başka bir işe yaramaz. Emekçi sınıflar, ne bu kapıdan girerler ne de bu kapıyı açık tutanlara güven duyarlar.
Boğaziçi Üniveristesi'nin yiğit öğrencilerine destek eyleminde polisin eline düşen bir gencin sözleriyle söyleyecek olursak, “sadece kayyum gitmemeli ama taht da yıkılmalı”. Evet “taht” yıkılmalı ve tüm iktidar halka verilmeli, halk iktidarı kurulmalı. Üniversitenin de, emekçi sınıfların da kurtuluşu buradan geçiyor. Bunun olası olmadığını düşünecek olanlara, Meclis Başkanı Mustafa Şentop'un sözlerini tekrar tekrar okumalarını ve o sözlerdeki korkunun nedeni üzerinde uzun uzun düşünmelerini öneririz.
Gençliğin kararlılığına ve cesaretine bakarak da nasıl bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu anlayabilirsiniz.
Dinci faşizm ve tekelci sermaye sınıfı, yaklaşan bu fırtınaya, mafya dahil, tüm güçlerini harekete geçirerek korosunu tamamlıyor.
Birleşik Mücadele Güçleri de geç kalmamalı...