“Bir halk ki tekme-tokattan başka bir şey görmez, gerçekten toplumsal devrimi yapacak halk işte o halktır...”
Engels, egemen sınıfın emekçi sınıflar üzerindeki baskı ve terör politikasının nasıl sonuçlar doğuracağını işte bu mükemmel ifadeyle özetlemişti.
Devlet güçleriyle, gözaltı, tutuklama, cezaya çarptırma gibi yargı kararlarıyla uygulanan dinci faşist iktidarın politikası, özellikle son aylarda olağanüstü bir hız kazandı. Tek tek sıralamaya gerek yok. HDK'ya yönelik gözaltılar, onu takip eden tutuklamalar, tekelci sermaye temsilcilerinin dahi kollarına girilerek savcılığa çıkartılmaları, DEM Parti belediyelerine kayyum atamaları; kayyumu protesto edenlere karşı uygulanan polis şiddeti, gözaltılar gibi daha sayısız örnek dinci faşist iktidarın politikaları hakkında tartışmasız bir fikir veriyor: Dinci faşist iktidar ve esas olarak da faşist devlet toplumu yönetmiyor ama onunla savaşıyor.
Emekçi sınıfların, ezilen halkların vicdanında derin yaralar açan, yıkıcı, devrimci bir öfkeye yol açan baskı ve terör, gerçekte faşist devletin terörüdür. Liberallerin, sosyal reformistlerin “Saray Rejimi” diyerek aradan sıyırmaya çalıştıkları devlet organları, “icracı” kurumlar olarak dinci faşist yönetimin baskı ve terör politikalarını hayata geçiriyorlar. Bu kurumlar, ordudur, polistir, yargı ve medyadır, dinci, ırkçı paramiliter örgütlerdir. Zincir böyle uzayıp gider. Bu kurumlar zincirinin toplamı emekçi sınıflar ve ezilen halklar üzerinde, özellikle son aylarda tam bir terör politikası uyguluyorlar.
Emekçi sınıflar ise, Engels'in sözleriyle söyleyecek olursak bu “tekme-tokat” politikasına boyun eğmiyor, aksine, türlü çeşitli yollarla karşı koyuyor, duydukları tepkiyi korkusuzca ifade etmekten çekinmiyorlar. Dinci faşist iktidar bu tepkilere cevabı, savcı ve mahkemeleri harekete geçirmek, gözaltına alma, tutuklama ve zindana atma şeklinde veriyor. Hepsinin de konusu “Cumhurbaşkanı'na hakaret” olan şu birkaç haber başlığı, manzarayı ortaya koymaya yetiyor:
“ 'Çiftçinin anası ağlıyor' diyen çiftçiye dava açıldı, 4 yıl 8 ay hapsi isteniyor; Suriye'de 'Cumhurbaşkanı'na hakaret operasyonu; Çiğdem Bayraktar Öz'e 8 yıla kadar hapis istemi; Cumhurbaşkanı'na hakaretten tutuklanan Nermin K. tahliye edildi; Gazeteci Sultan Keleş'e (Cumhurbaşkanı'na hakaretten) hapis cezası; Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği belirlenen N.K adlı şahıs, polisler tarafından yakalanıp mahkeme tarafından tutuklandı; AİHM, Erdoğan'a hakaretten ceza alan kameramanı haklı buldu...”. Haber zinciri böyle uzayıp gidiyor.
İlk bakışta bu durum bir kısır döngü gibi görünüyor, ama gerçekte öyle değil. Bu, dinci faşist iktidarın ve faşist devletin temel kurumlarının baskı ve terörünü, halkın devrimci öfke ve tepkiyle karşılamasıdır. Faşist devletin terörü, amaçlananın tam tersi bir sonuca yol açıyor. Emekçi sınıflar, yoksul kitleler, ezilen halklar üzerinde korku duygusu yaratıp sindirmek yerine ayaklanma istek ve eğilimini güçlendiriyor.
Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizinden geçmekte olan tekelci kapitalist düzen, sömürülen emekçi kitleleri derin bir sefalete sürükledikçe kitlelerde daha çok karşı koyma, mücadele etme arzusu uyanıyor. Bunun sonucu, her yerde irili-ufaklı eylem, gösteri, grev, yasak tanımayan karşı koyma, başkaldırma isteği gelişiyor.
Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, dinci faşist iktidar, işçi sınıfını, emekçi kitleleri, ezilen halkları baskı, terör, zor yöntemleriyle egemenlik altında tutmaya çalışarak, gerçekte bir devrimin mekanizmasını hazırlıyor.
Bir halk ayaklanması, adım adım ve gözlerimizin önünde mayalanıyor. TÜSİAD, tekelci sermaye sınıfının bu kalburüstü örgütü, emekçi sınıflarla, ezilen halklarda bu mayalanmayı görüyor ve kendince bu suların akacağı düzen içi bir kanal açmaya çalışıyor. TÜSİAD'ın daha önce görülmemiş bir meydan okumaya dönüşen çıkışını böyle anlamalı, böyle okumalı.
Sosyal reformist bir partinin “Genel Sekreteri” emekçi sınıfların, halkın “AKP iktidarının” değişeceğinden umudunu kestiğini söylemiş. Ama, meşrebine uygun olarak, “seçimle” kelimesini söylemeyi “unutmuş”. Evet, bu halk bir şeyden umudunu kesmiş, bu doğru. Ama “AKP iktidarının” değişeceğinden değil, sosyal reformistlerin bu halka on yıllardır yutturmaya çalıştığı şeyden, “AKP iktidarının seçimle değişeceğinden” umudunu kesmiş. Bu, son derece olumlu, devrimci bir değişim. Halk yani işçi sınıfıyla, ücretli emekçileriyle, yoksul kitleleriyle bu halk umudunu sandığa, seçimlere bağlama yerine sokaklara yöneliyor, özgürlüğü, gerçek ve tam demokrasiyi, sömürü ve yoksulluktan kurtuluşu sokakta kazanacağını anlayıp, öğreniyor.
Uzlaşmacılar, sosyal reformistler “barış ve uzlaşma” umuduyla yaşayıp dursunlar, sokaklarda, fabrika ve meydanlarda Gezi Ayaklanmasını gölgede bırakacak bir halk ayaklanması, büyük bir hızla mayalanıyor. Yargı aygıtının yıllar sonra dahi olsa, elbette dinci faşist iktidarın işaretiyle, “Gezi Ayaklanması” dosyasını açması, ayaklanmaya katılanlara “merhaba” verenleri dahi sorguya çekmesi yaklaşmakta olanı görüp anladığına yorulmalı.
Herkes, buna uzlaşmacı, liberal, sosyal reformist tayfa dahil, faşist devletin, dinci faşist iktidarın “terör” estirdiğinden sözediyor. Ama bunun nedeni ve anlamı üzerinde bir saniye olsun durup devrimin toplumsal güçlerini aydınlatmayı akıllarına getirmiyorlar. Oysa, faşist devletin terör estirdiğinden, teröre başvurduğundan söz eden kimse, terörün “daha çok korkuya kapılmış insanların kendilerine güven tazelemek için giriştikleri süreğen, yararsız gaddarlık anlamına geldiğini de açıklamalı.
Gerçekten de siyasal ortamın tam açıklaması budur. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet bir halk ayaklanmasından korkuyor ve kendilerine “güven tazelemek için” toplumun çok geniş bir kesimi üzerinde teröre başvuruyor.
Ancak ayaklanmanın gerçek amacına yani ezilen, sömürülen, yoksul kitlelerin kurtuluşu amacına ulaşabilmesi politik hedeflerinin netliği ve doğruluğuna bağlıdır. Hedefi politik iktidarın fethi olmayan bir ayaklanma, yarı yolda kalmaya ve yenilmeye mahkumdur. Bu nedenle, bu noktada devrimci öncünün görevi belirleyici ve tarihsel bir önem kazanır. Bu görevin yerine getirilmesi için, hiç zaman yitirmeden, devrimin kaçınılmazlığı, derinliği, kapsayıcılığı üzerinde açıkça konuşmalı, devrimin toplumsal güçlerini aydınlatmalı; temel hedefin öncelikle politik iktidarın ele geçirilmesi olduğu onlara anlatılmalı.
İktidarın seçimle değişeceğinden umudunu kesenler devrimci politikaları hızla anlayacak ve benimseyecekler.