Şu sıralar herkesin dilindeki kelime “demokratikleşme”. Özellikle de uzlaşmacı, liberal kesimlerin dilinde... Ağzından çıkan her kelime kan kokan faşist Bahçeli'nin DEM Parti'ye “el uzatması”ından beri bu böyle.
Dinci faşist iktidarın başına göre, “silahın, terörün, şiddetin dönemi artık bitmiştir.” RTE'nin açıklamasını sadece son cümlesiyle ele aldığınızda, sanırsınız ki, faşist devlet şiddet, terör, katliam politikasına son verecek. Oysa bu cümlenin bir öncesi, baştan sona kan kokan, şiddet ve terör içeren bir cümle. Şunu diyor RTE;
“Terör belasından ülkemizi en kısa süresinde kurtaracağız. Terör örgütü ve teröristler için çember giderek daralıyor. Bölücü caniler ya silah gömecekler ya silahlarıyla birlikte gömülecekler.” Hani kendi yasaları gereği de olsa, “adalete teslim etmek” filan da yok. Yani tam bir haydut, tam bir faşist devlet anlayışı: “silahlarıyla birlikte gömülecekler”, faşist devletin ve onun yönetiminin başındaki kişinin anlayışı tastamam budur.
Üstelik bunu ne zaman söylüyor? Kürt Özgürlük Hareketinin önderiyle görüşmelere yol açtıkları; DEM Parti'den üç kişilik bir heyetin Öcalan'la görüşmesine izin verdikleri bir dönemde. Daha önce de altını çizmiştik, yinelemekte yarar var: Faşist devletin ve dinci faşist yönetimin amacı KÖH'nin tam teslimiyetini sağlamaktır. Sözlerimiz, faşist devletin ve dinci faşist yönetimin amaçlarına ulaşacakları biçiminde anlaşılmamalı. Sözlerimiz sadece onların evdeki hesabı biçiminde anlaşılmalıdır.
“Silahın, terörün, şiddetin dönemi artık bitmiştir” diyen faşist devlet ve onun dinci faşist yönetimi, Rojava'da sağdan soldan topladığı çapulcu katil sürülerini en modern silahlarla donatıyor, savaş uçakları ve SİHA'larla, topçu atışlarıyla destekleyerek; hatta daha da ileri gidip, bizzat kendi subaylarını bu katil sürülerinin yanında savaştırarak Kürt halkının üzerine sürüyor. Kısacası, yukarıdaki sözleri söyleyen, daha çok silaha, daha çok teröre, daha çok şiddete başvuruyor.
Sadece Rojava'da mı? Kürdistan'ın ulaşabildiği her parçasında aynı şiddet, terör politikasını uyguluyor. Bunun için on binlerce kişilik tepeden tırnağa silahlı jandarma ve polis özel kuvvetleri bulunduruyor, “Koruculuk sistemi”ni muhafaza ediyor; bunların kendi yasalarında bile suç kabul edilen her fiili “cezasızlık”la karşılanıyor vb. Elbette sadece Kürdistan'da değil, Türkiye'nin her köşesinde faşist devletin ve dinci faşist yönetimin bu politikası sözkonusu. Ordunun, zindanların, yargı sisteminin terör ve şiddetin devam ettirilmesindeki rolünden ise söz etmiyoruz bile. Ve bütün bunlardan birinci derecede sorumlu kişi, kalkıyor “silahın, terörün, şiddetin dönemi bitmiştir” diyor!
Dinci faşist yönetim ve onun başı bu sözlerle, faşist devlet terörü altında yılmış, düşünme ve muhakeme yeteneğini yitirmiş uzlaşmacıları, liberalleri inandırabilir; sevindirik yapabilir ama faşizmin terörünü her an kanında, teninde hisseden iki ülkenin işçi sınıfını, ezilen, sömürülen emekçi halklarını ne inandırabilir ne de kandırabilir.
En doğru ifadesiyle “Kürdistan sorunu” demokratikleşmeyle çözülebilir; bu doğru bir yaklaşımdır. Burada sorun, demokratikleşmenin nasıl gerçekleşebileceği konusudur. Demokratik bir topluma, demokratik bir toplumsal yapıya kavuşmanın birinci, temel ve vazgeçilmez koşulu, faşist devletin zora dayalı bir devrimle dağıtılmasıdır. “Zora dayalı devrim” kavramını duyunca liberal ve uzlaşmacı tayfanın hop oturup hop kalkacağını tahmin etmek zor değil. Ama onlar da ikna edici olmak için, terör ve şiddet araçlarının, organlarının “zor” olmadan nasıl dağıtılacağını; ya da bu terör, şiddet ve katliam yuvaları dağıtılmadan da “demokratikleşmenin” olabileceğini anlatmalılar. Elbette anlatamazlar.
Faşist devlet ve dinci faşist iktidar demokratikleşme değil, tam teslimiyet dayatıyor. RTE'nin sözleri başka hiçbir anlama gelmeyecek açıklıkta. Faşist devlet, KÖH'nin önderine karşı gösterdiği son yaklaşımla bir yandan Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin önünü kesmek, halkların mücadele birliğini parçalamak isterken, bunu amaçlarken öbür taraftan Rojava ve Suriye'deki gelişmelerle ilişkili biçimde yeni ilhaklar peşinde koşuyor. Halep, Hama, Humus, Şam ve Rojava konusundaki heves ve planlarını artık gizleme ihtiyacı duymuyor. Fetih peşinde koştuklarını ve buna hazırlandıklarını; iki ülkenin halklarını buna hazırladıklarını açıkça ilan ediyorlar.
“Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlayamayız” RTE, fetih peşinde koştuklarını daha nasıl anlatsın?
Demokratikleşme ancak bu yapının yani faşist devlet yapısının ve tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin zora dayalı bir devrimle yıkılması sonucu mümkün olabilir. Kürt ulusunun kendi kaderini koşulsuz tanımak ve bütün faşist militer kurumların dağıtılması demokratikleşmenin temel koşuludur. Bu olmadan demokratikleşmeden söz edilemez. Bu koşul ise, ancak devrimci-demokratik yöntemlerle çalışacak bir halk iktidarı tarafından yerine getirilebilir.
Büyük toplumsal sorunlar ancak zor yoluyla çözülebilir. Bu nedenle, demokrasi sorunu ve bunun bir parçası olarak Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı sorunu, Kürdistan sorununun çözümü zora dayalı bir devrim meselesidir.