Uzlaşmacı siyaset hakikatten mide bulandırıcı bir noktaya gelmiş; hatta onu aşmış durumda. Şu haber başlıklarını yanyana getirmek bile uzlaşmacı siyasetin ne hale geldiğini anlatmaya yetecek. Birinci başlık şöyle:

“Sırrı Süreyya Önder'den Erdoğan ve Bahçeli'ye teşekkür”
İkinci başlık ise, şöyle:
“Erdoğan'dan kayyım atayan savcılara tebrik: 'Dirayet gösteriyorlar”
“Teşekkür” konuşmasının içeriği daha da mide bulandırıcı ama ona girmeyeceğiz. Şu kadarı yeter: Birinci haberin sahibi, Meclis denen şeye Kürt halkının omuzları üzerinde taşınmış; şimdi orada o şeyin Başkanvekili sıfatını taşıyor.
İkinci haberin muhatabı, biliniyor, dinci faşist iktidarın başı. Kürt halkının seçtiği belediye başkanlarını görevden alan, yerlerine “kayyum” atayan savcıları takdir ediyor. “Dirayet gösteriyorlar” diyor.
Savcıların gösterdiği “dirayetin” sonucunu kelimelerden çok daha iyi özetleyen iki resim:
Resimdeki Kürt yurttaş, köpekli işkence sonucu bu hale gelmiş, %70 zihinsel özürlü olduğu söylenen, Medeni Erol. Gözaltına alınıyor, hastaneye kaldırılıyor ve boğazına çok sayıda dikiş atılıyor. Sonra tekrar Batman İl Emniyet Müdürlüğüne getiriliyor. Bu satırları yazdığımızda Medeni Erol halen gözaltındaydı.

Aşağıdaki ikinci resim hakkında ise konuşmaya bile gerek görmüyoruz, zira durum yeterince açık!


Bunlar, dinci faşist iktidarın başının övdüğü görevlilerin marifetleri. Uzlaşmacı siyasetin sembol ismi ya da önde geleni diyebileceğimiz S.Süreyya Önder ise, bir taraftan tüm bunların birinci dereceden sorumlusu RTE'ye (ve tabii ki Bahçeli'ye) can-ı gönülden “teşekkür” ederken diğer taraftan Meclis denen şeyde, “ip mi kısa, kuyu mu derin” fıkraları anlatıyor.
Kişilerle ilgili değil sorunumuz. Sorunumuz, uzlaşmacı siyasetle. Çünkü bu siyaset şimdi, Kürt halkına hiç olmadığı kadar zarar vermeye başladı. Uzlaşmacı siyaset yüzünden, Kürt halkının en kanlı, en azılı düşmanları “eli kıymetli” biçiminde tanıtılıyor; onların kanlı planları hakkında Kürt halkını aydınlatmak, uyanık ve mücadele halinde tutmak yerine “barış” isteyen kişiliklermiş gibi öne sürülerek Kürt halkı oyalanıyor, yanıltılıyor, aldatılıyor.
Oysa bunların istisnasız tümü, faşist Bahçeli'nin çok kullandığı kavramla söylersek, bunların alayı, Kürt halkının; Kürt halkıyla birlikte Türkiye işçi sınıfının, emekçilerinin, devrimci güçlerinin iflah olmaz düşmanıdır ve ellerinden gelse devrimin tüm bu güçlerini bir kaşık suda boğmaya hazırlar.
İşte “çekirdekten yetişme” faşist İYİP Genel Başkanı Musavvatoğlu'nun DEM Parti Genel Başkanı'na savurduğu tehdit:
“Tuncer Bakırhan, CHP lideriyle çıktığı otobüste repliğinde şunları söylüyor: Şeyh Saitler, Seyyid Rızalar, Sakineler ne yaptıysa onların yaptığının aynısını yapacağız. Ben ona istediği cevabı vereceğim. Cumhuriyet devleti, Şeyh Saitlere Seyit Rızalara ne yaptıysa, aynı muameleyi göreceksiniz. Yapılması gereken neyse, o yapılacaktır, mutlaka.”
Elbette elinden gelirse ve elbette kendinde yani faşist devlette o gücü görürse. Bunun için gerekçeye de ihtiyaçları yok.
Uzlaşmacı siyasetin elini uzatmasını “pek kıymetli” bulduğu faşist Bahçeli'nin gerçek niyet ve planlarına gelince... Daha önce de, resmi-sivil tüm faşist örgütlenme ve hareketin bu “duayen” şahsının amacının Kürt Ulusal Kurtuluş hareketini teslim almak olduğuna işaret etmiştik. Ama, bir gazeteci bütün bu niyet ve planları aktarılmaya değer bir cümleyle özetlemiş:
“Kürt halkıyla değil Kürt silahlı güçleriyle ilgileniyor” Sonra faşist Bahçeli'nin tehditlerini aktarmış, şöyle:
“Yeri gelir nesilden nesile geçerek bize emanet edilen Yesevi elini uzatır, Yunus tebliğini yapar, Mevlana hoşgörüsünü gösteririz, yeri gelir yumruğumuzu tuğ diye havaya kaldırır, çetin hesabı en ağır düzeyde göresiye kadar bir daha da indirmeyiz. İndirdiğimiz zaman da sadece ve sadece hainlerin kafasının kırılacağı andır. Bu kategoriye girenler sağduyulu tavrımızı yanlışa yormasınlar. Sınır ihlali, sinir ihlali, sabır ihlali yapmaktan kötürüm emel sahiplerinin derhal ve ciddiyetle sakınması iç barış ve siyasi huzur adına temennim, hatta uyarımdır.”
Yazar yorumunu aktarmayı da ihmal etmemiş:
“Bu bir teklif değil, Kürtleri sahada mecbur tuttukları bir zorlamadır. Kürtler bu hamleyi kabul etmeyip Türk devlet çıkarlarına karşı pozisyon almaları halinde imha edilmek ile tehdit edilmektedir.”
Şimdi soru şu: Bir makale yazarının gördüklerini görmek , anlamak ve Kürt halkına bu gerçekleri olduğu gibi göstermek çok mu zor.? Uzlaşmacı politikaya rağmen umudumuz giderek büyüyor; çünkü savaşın ateşi içinde bilinçlenen Kürt halkı bu gerçekleri görüyor, anlıyor ve ona göre tutum geliştiriyor.
Uzlaşmacılar kaybetmeye mahkum.