Önce Esenyurt Belediyesi'ne, ardından Mardin, Batman ve Halfeti Belediyeleri'ne kayyum atanması, bir kez daha siyasal gündemi hareketlendirdi.
Biliniyor, bunların öncesinde, yerel seçimlerin hemen akabinde Van Belediyesi'ne de kayyum atanmıştı. Ardından, şimdi pek gündeme getirilmeyen, Hakkari Belediyesi'ne kayyum atanmış, Mehmet Sıddık Akış zindana atılmıştı. Nedense, DEM Parti, bunu kabullenmiş gibi, Hakkari Belediyesi'ni ve başkanını hiç gündeme getirmiyor bile.
Son üç belediyeye kayyum atanması neyi kanıtlıyor? Bir tek şeyi: Genel olarak seçimlerin, özel olarak yerel seçimlerin hiç bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını... Yerel seçimler, malum kayyumlar nedeniyle “tamam” da, genel seçimler nereden çıktı diye soracaklara ufak bir hatırlatma. 2015 genel seçimlerinde HDP büyük oy oranı alınca ve AKP azınlığa düşünce bütün burjuva politik güçler, başlarında da CHP'li Deniz Baykal, seçim sonuçlarını gayri resmi biçimde tanımayarak, AKP'yi hükümetten düşürmeden, 2015 Kasım'ında yeniden seçime gitmişlerdi. Hile-mile iddialarına girmeye gerek görmüyoruz; seçim sonuçları tümden iptal edilmişti.
Sosyal reformist partilerin ve uzlaşmacı küçük burjuva partinin, önemi hakkında emekçi sınıfları ve Kürt halkını aldattıkları seçimler işte böyle bir şey. Yani hiç bir şey! (Bu arada TİP'liler de “Can”larını zindanda unutmuş görünüyorlar). Peki bunu neden hatırlattık? Tek cümleyle: seçim sonuçlarının kıymet-i harbiyesi, bir savcının soruşturma açmasına, İçişleri ve Adalet Bakanı'nın iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıdır. Bu, sadece belediyeler için değil, milletvekilleri için de geçerlidir. “Can vakası” budur.
Devam etmeden her türlü spekülasyonun, çarpıtmanın, demagojinin önüne geçmek için önce şunun altını çizmek istiyoruz: Leninistler, her zaman, ama özellikle de zor zamanlarda, Kürt halkının yanında, onunla omuz omuza oldular; bundan sonra da olacaklar. Bu, Leninistlerin temel politik yaklaşımıdır. Kürt halkı, başka konuların yanında faşist devletin kayyum atamaları nedeniyle ağır bir saldırı altındadır. Leninistler, faşist devletin bu ağır saldırılarına karşı Kürt halkıyla yan yana, omuz omuza olmuştur ve bundan sonra da olacaklar. DEM Parti'nin uzlaşmacı politikalarına yönelik eleştiriler bu durumu değiştirmez.
Artık devam edebiliriz. İlk vurgulamamız gereken nokta, uzlaşma politikaları nedeniyle, Kürt halkının tekrar tekrar aynı şeyler için mücadele etmek zorunda bırakıldığıdır. Kayyumlara karşı verilen mücadele bunun tipik örneğidir. Kürt halkı, seçimlere katılıyor, belediye başkanlarını seçiyor, arkasından merkezi iktidarın işaretiyle, bir savcı ya da hakimin kararıyla -bazen o da değil, bir “gizli” tanığın ifadesi de yetebiliyor- o “kazanım”ını kaybediyor ve tekrar, bu sefer kaybettiğini geri almak için sokaklara akıyor. Bunun kısır bir döngü olduğu açık.
Peki yanlış nerede? Yanlışlık, yanlış iliklenen ilk düğmede. Hata, Kürt ulusunun özgürlük hakkını burjuvaziyle, faşist devletle, faşist devletin ve burjuvazinin egemenlik araçlarından başka bir şey olmayan düzen partileriyle uzlaşarak elde edebileceğini ileri süren kafadadır. Kürt ulusunun, özgürlük hakkını elde etmesinin tek yolu, birleşik devrimdir. Uzlaşarak, “siyasi diyalog”, toplumsal barış vb vb yollarla özgürlük hakkının elde edilebileceğini Kürt ulusuna, Kürt halkına telkin etmek onu aldatmaktan, oyalamaktan başka hiç bir anlama gelmez. Yanlış iliklenen ilk düğme budur. Arkası çorap söküğü gibi geliyor zaten.
Faşist devlet uzlaşmaz mı? Elbette uzlaşır ve faşist devletin insan suretindeki hali faşist Devlet, bunun için elini uzattı... uzlaşmacı siyasetçilerin pek “kıymetli” bulduğu el! Sorun şurada; faşist Devlet, elbette faşist devlet adına, “barış çubuğu”nu, Kürt ulusunun özgürlük hakkından vazgeçmesi, UKH'nin tam teslimiyeti koşuluyla uzattı. Bunu açık açık da ifade etti. Yani bir anlamda ortada bir “samimiyetsizlik” yok. Faşizmin insan kılığındaki hali, faşist Devlet, açık açık “Tek tek Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek elbette mecburidir ama kolektif kimlik ve etnik temelde bir çözüme atıf yapmak vahim bir tehlikedir...Meselenin can alıcı noktası şudur. Terör örgütünün taleplerini kabul etmek tehdide boyun eğmek demektir. Terörün belini kırmak her şart ve durumda görevimizdir.” diyor; “eylemlerine ön şartsız son vermesi, dağdan inip, silahlarını devlete teslim etmesi ve Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezasını çekmesi olduğunu” söylüyor.
Başka söze gerek bırakmayacak açıklıkta. Faşist devlet, onun adına konuşan Faşist Devlet aracılığıyla, silahla elde edemediğini yani silahla teslim alamadığı Kürt halkını “el uzatarak”, “müzakere” yoluyla elde etmeye çalışıyor ve dahası bunu bir lütuf gibi takdim ediyor. Faşist Devlet, kendi sınıfının (burjuva sınıfın) ve ezen ulusun çıkarlarına uygun davranıyor; bundan kuşku duyulmamalı. Peki, ya faşist devletin bu politikasına uyum sağlamaya hazır uzlaşmacı politikacılara ne demeli?
Şu bir olgudur: Kürdistan burjuvazisi, Kürt ulusunun özgürlük hakkı mücadelesinden vazgeçmesine dünden razı. Bunun için çaba da harcıyor. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı “barış iklimi”nden yani özgürlük hakkı için verilen mücadeleye ara verilmesinden nasıl “olumlu” etkilendiklerini şöyle ifade ediyor:
“2014 yılında barış süreci devam ederken, bugünkü 14 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşmıştık. Daha sonra bozulan ilişkiler ile ancak 2022 yılında bu seviyeye yeniden ulaşabildik. İhracat ve barış süreci arasında güçlü bir bağ var. Ülkemizden bu bağı güçlendirecek yeni ve somut adımlar bekliyoruz. Türkiye’de Kürt sorunu ile ilgili bir çözüm sürecinin Irak’ta olduğu kadar, Suriye’deki Kürtleri kapsaması gerektiğini düşünüyoruz.” Yeterince açık. DTSO'nun derdi, Kürt halkının özgürlük hakkını elde etmesi, çektiği acılara son vermesi değil, ithalat, ihracat ve kasalarına girecek paracıkların artmasıdır. 2013-2015 arası “çözüm süreci”nin faşist devletin “çöktürme planı” için bir hazırlık ve güçlerini toplama dönemi olduğu; arkasından, şehir savaşlarında büyük katliamların yaşandığı gerçeği DTSO Başkanı'nın umurunda değil.
Bir kez daha, Kürt ulusu, kapitalizmin egemen olduğu diğer bütün uluslar gibi, tek, bütün bir ulus değil. Kürt ulusu, tıpkı G.Kürdistan'da olduğu gibi, iki “ulus”a; proleter ve yoksul kitleler ulusu ile burjuva sınıf ulusuna bölünmüştür. Bu iki “ulusun" çıkarları bir ve aynı değil. Burjuva ulus, Kürt halkının özgürlük hakkı için verdiği mücadelede Kürdistan ve Türkiye orta burjuvazisini, küçük burjuvazinin politik güçlerini yanına çekmiştir. Uzlaşmacı siyaset işte sınıf ve katmanların çıkarlarına uygun siyasettir. Uzlaşmacıların “demokratik siyaset” diye yutturmaya çalıştıkları lapa da bundan başka bir şey değil. Oysa gerçek demokratik siyaset, Kürt halkının kaldırım taşlarıyla yaşama geçirdiği siyasettir.
Uzlaşmacılar şaşkın. Faşist Devlet'in Kürt Halk Önderi Öcalan'ı Meclis'e çağırmasını -elbette hangi koşulları ileri sürerek çağırdığından tek kelimeyle söz etmeden- büyük bir coşkuyla karşılayan uzlaşmacılar, havadaki sis bir parça dağılıp faşist Devlet'in aslında tam teslimiyeti dayattığını görünce şöyle demeye başladılar:
“Bir yandan el uzatırken diğer yandan belimize hançer vuruyorlar.” Önceki makalemizdeki soruyu bir kez daha sormanın yeridir: Kürt halkının düşmanlarından başka ne bekliyordunuz? Yoksa bunların Kürt halkı düşmanı olduğundan şüpheniz mi var?
Peki önce Bahçeli faşisti, arkasından dinci faşist iktidarın başı neden bu kadar toz kaldıran bir tartışmayı başlattılar? Bu ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, Bahçeli'nin dilinin altından çıkardığı bakla pek çok planı açıklamaya yetiyor. Şöyle:
“Önümüzdeki yüz yıllık takvim işlemeye başlamıştır. Türk mucizesi gerçekleşecektir. Yeni yüzyılda üzerinde oynanan haritalar yeni baştan çizilecek, ihlal edilen sınırlar belirsizliğe gömülecek, istikrarsızlıklar kabuk değiştirse bile mahiyetleri aynı kalacaktır.
Milli hedefimiz Osmanlı barışına benzer bir Türk barış duvarının kale duvarımız gibi etrafımıza çekilmesidir. İstanbul'un fethi ve Fatih Sultan Mehmet ile sökün eden Türk barışı hedefimizdir. Ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk barışı devrinde aynısı yaşanacaktır. Türk devleti hiçbir zaman asimilasyoncu olmamıştır.”
Okur bu planları -isteyen buna hayal de diyebilir- “iç cephe” tartışmalarıyla birlikte ele alıp değerlendirebilir. Planlar ya da hayaller, Kürt halkının özgürlük hakkı ile ilgili değil, geçmişin Osmanlı sınırlarına tekrar ulaşmayla ilgili. Ne de olsa hayallerde Kerkük 82, Musul 83 plaka numaralı... Hazır, Suriye bitap düşmüş halde her gün siyonist İsrail'in saldırıları altındayken Halep neden elde olmasın! Kürt halkına uzatılan zehirli “barış çubuğu”nun sebeb-i hikmeti burada aranmalı.