Kapitalizmin ezdiği, sürekli biçimde yok oluşa doğru sürüklediği emekçi sınıflar sanki eylem sırasına girmiş gibiler. Eylem bayrağını biri bırakınca hemen öteki sınıf ya da kesimler ellerine alıyor ve öncekinin kaldığı yerden devam ediyor.

Emekçi sınıflar birbirlerinden öğreniyorlar. Emekçi köylülerin kapitalist sömürüye karşı başkaldırıları bundan iki-üç yıl öncesinde Avrupa'da tırmanışa geçmişti. Pek çok Avrupa ülkesinin, buna emperyalist ülkeler dahil, emekçi köylüleri, tarımsal girdi fiyatlarındaki artışı, ürettikleri ürünlerin fiyatlarındaki düşüşü protesto etmek için Avrupa başkentlerini traktörleriyle basmışlardı.

Avrupalı çiftçilerin eylemleri oldukça şiddetliydi. Başkentler yangın yerine dönmüştü. Aynı zaman aralığında işçi sınıfının eylemlerinde önemli bir artışın ortaya çıkması emperyalistleri ve işbirlikçi burjuvaları paniğe sevk etmişti. Çünkü emekçi köylülerin eylemleri basit bir protesto eyleminden çok öte, bir çiftçi ayaklanmasına dönüşüyordu. Emperyalist ve işbirlikçi hükümetler için bu bir kabus gibiydi. Bütün hükümetler, emekçi köylülerin talepleri karşısında geri adım atarak bu yangının büyümesini önleyebildiler.

Artık herkes, dünyanın en ücra köşesindekiler bile, birbirlerinden öğreniyor. Burjuvazi gibi emekçi kitleler, işçi sınıfı, emekçi köylüler de kendi sınıfdaşlarının eylemlerine bakarak mücadele derslerinden öğreniyor; bu dersleri “taklit” etmeye çalışıyorlar.

Tekelci kapitalist burjuvazi tarafından ezilen, sömürülen, sürekli biçimde yoksulluğa itilen; küçük tarlasını kaybetme korkusu yaşayan Türkiye ve Kürdistan'ın emekçi köylülerinin Avrupalı sınıfdaşlarının yolundan gitmeleri kaçınılmazdı. Uzun bir mücadele tarihine, birikimine, mücadele deneyimine sahip emekçi köylüler, bıçak kemiğe dayanınca Avrupalı sınıfdaşlarından geri kalmayacaklarını gösterdiler. Kaçınılmaz olan gerçekleşmeye başladı; iki ülkenin emekçi köylüleri traktörleriyle, iş makinalarıyla, ürettikleri ürünlerle şehirlerin caddelerini işgal etmeye başladılar.

İşçi sınıfının en önemli müttefikleri şimdi sahne alıyorlar. Rize'de çay üreticileri; fıstık üreticileri Antep'te; İzmir Kınık’ta, Bursa Karacabey’de, Balıkesir Bandırma’da ve Burdur da domates üreticileri, ürünlerini getirip şehirlerin caddelerine dökerek eylem yaptılar. Bunları Maraş'ın sebze üreticileri, kavun, karpuz, buğday üreticileri ürünlerinin fiyatı üretim maliyetlerinin çok altında kaldığı için ürünlerini ya tarlada bıraktılar ya da toplayıp caddelere döktüler.

Bu eylem zincirinin şimdilik son halkası, Maraş-Afşin emekçi köylüleri oldu. Afşin'li emekçi köylüler, üretim maliyetlerinin yol açtığı sonucu şöyle ifade ediyorlar:

2002'de o dönemin iktidarı sayın Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Bahçeli'nin döneminde iki kilo buğday bir kilo mazot ediyordu. Şimdi altı buçuk kilo buğday veriyorsunuz bir kilo mazot alamıyorsunuz. Ben buğdayı 7 liraya verdim, gittim 10 liraya ekmek aldım. Bu cümle zaten yetiyor” Çiftçilerin deyimiyle, “tarlada yangın var”.

Emekçi köylümüz, farkında olmadan gerçekte kapitalizmin bir yasasını dile getirmiş bulunuyor: Emekçi köylü kapitalizm tarafından sürekli yok oluşa doğru sürükleniyor. Ecevit dönemiyle ilgili verdiği örnek, o dönemde köylünün durumunun “iyi” olduğu anlamına değil, emekçi köylünün durumunun, her geçen gün daha da kötüleştiği anlamına gelir. Tıpkı işçi sınıfının durumunun, her geçen gün sürekli kötüleşmesi gibi.

Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, burjuvaziye karşı verdiği savaşta emekçi köylüde en yakın müttefiğini bulur. Çünkü, tıpkı işçi sınıfı gibi, emekçi köylünün kendisine karşı mücadele ettiği sınıf, tekelci sermaye sınıfından başkası değil. Emekçi köylülerin son eylemleri bu gerçeği bir kez daha ortaya koydu.

Marx, kapitalist ülkelerde işçi sınıfı ile emekçi köylülük arasındaki ittifakın nesnel-maddi temelini şöyle ortaya koyar:

“Görülüyor ki, onun sömürüsü, sanayi proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömürücü aynıdır: yani Sermaye. Tek başlarına ayrı ayrı ele alınan kapitalistler, gene ayrı ayrı köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile sömürürler. Kapitalist sınıf, köylü sınıfını, devlet vergisi yolu ile sömürür. Mülkiyet sözü köylü için bir tılsımdır, sermaye şimdiye kadar bu tılsımla köylüyü büyülemiş ve bunu, köylüyü sanayi proletaryasına karşı kışkırtmak için bir bahane olarak kullanmıştır. Köylüyü, yalnız sermayenin çökmesi yükseltebilir, yalnız antikapitalist, proleter bir hükümet köylüyü ekonomik yoksulluğundan, toplumsal aşağılanmasından kurtarabilir.”

Öyleyse, emekçi köylüye söyleyeceğimizi şudur: Sizi yalnızca sermayenin çökmesi yükseltebilir; yalnızca burjuvazinin egemenliğine, burjuva düzenin kendisine son verecek; bankaları, büyük toprak mülkiyetini, fabrikaları, büyük iç ve dış ticareti kamulaştıracak devrimci bir hükümet yoksulluktan, toplumsal aşağılanmadan, kurtarabilir.

Emekçi köylülerin son eylemlerinden çıkarılabilecek en önemli sonuç, birleşik devrimin giderek güç topladığıdır. Küçük tarla sahibi emekçi köylünün eylemleri, özünde, tekelci kapitalist düzene, sermaye egemenliğine karşıdır.

Propaganda ve ajitasyon faaliyetini emekçi köylüyü kapsayacak şekilde genişletmenin zamanı. Emekçi köylüye, kendisini, işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşecek bir halk devriminden ve bu devrimle birlikte kurulacak bir halk iktidarından, Geçici Devrim Hükümetinden başka hiçbir şeyin kurtaramayacağını anlatmalıyız.