Biz, bu köşede ve tüm yazılarımızda dinci faşist iktidarın, faşist devletin temel politikalarına aykırı bir çizgi izleyecek ya da izleme potansiyeli gördüğü yerel yöneticilerin yerine kayyum atamaya devam edeceğini yerel seçimlerden çok önce ortaya koymuştuk.
Bu iddiamızı ortaya koyarken şu basit, ama bir o kadar da bilimsel gerçeğe dayanıyorduk: “Yerel yönetimler, belediyeler bir hiçtir; merkezi iktidar her şeydir”. Hakkari Belediye Başkanı Sıddık Akış'ın tutuklanarak yerine aynı ilin devlet temsilcisi Valinin atanması bu konudaki öngörü ve iddiamızı kanıtlayan ilk adım oldu.
İlk denemeyi yerel seçimlerin hemen ertesi günü Van'da yapmışlardı. Ancak oy pusulaları üzerindeki mürekkep kurumadan, sıcağı sıcağına yapılan bu deneme Kürt halkında bir serhıldana evrilme belirtileri gösterince geri adım attılar. Pek aceleci davrandıklarını anlayıp uygun iklimi beklemeye başladılar. Ellerinin altında kullanacakları bahane çoktu, haliyle aceleci davranmanın anlamı yoktu. Acele davranmanın anlamı yoktu ama faşist devlet temel politikasından ne vazgeçmişti ne de vazgeçecekti.
Faşist devlet adına konuştuğunu iddia edebileceğimiz faşist Bahçeli, bunun işaretini seçimlerden hemen sonra, 9 Nisan'da şu sözlerle vermişti:
“Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır. Herkes aklını başına almalı, rüzgar ektiği müddetçe fırtına biçeceğini unutmamalıdır.”
Bu sözler, seçim yoluyla, sandık yoluyla faşizmi yıkabileceklerini, ya da en azından geriletebileceklerini iddia ederek Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarını yanıltan, onlarda devlete dair yanılsamalar yaratan uzlaşmacı, sosyal reformistlere gönderilmiş bir ihtarnameydi adeta. Ancak, her şey zamanında yapılmalıydı; faşist Bahçeli'nin sözlerinde saklı kalan anlam buydu.
Nihayet, “Şimdi zamanı” dedikleri bir anda, Hakkari Belediye Başkanı Sıddık Akış'ın on yıl önce başlatılmış soruşturma dosyasını tozlu raflardan indirip “incelemeye” aldılar. Yani işe Hakkari'den başlamaya karar vermişlerdi anlaşılan.
“İlk adım” yani arkası gelecek... Bu ifade, bize değil, dinci faşist iktidarın başına ait. Bir törende konuşan RTE, kelimesi kelimesine şunları söylemiş:
“Eğer adaylarınız gayri yasal işler yapmışsa bizler de yasaları işletiriz. Hakkari bunun ilk adımı olmuştur. Hukuk da görevini yapmıştır, bundan sonra da yapmaya devam edecektir”
Bu açıklamanın ilk koşullu cümlesini gözardı edebiliriz. Zira, günümüzde işlerin vardığı noktada, savcı ve hakimlerin “gayri yasal işler” yapmış kategorisine sokup hakkında işlem yapamayacakları kimse yoktur. Her şey, dinci faşist iktidarın, polis ya da askerin bir işaretine bakar. Bu gerçeği bilenlerin başında gelen biri olarak RTE, bunun arkasının geleceğini büyük bir pervasızlıkla açıklamış.
Aslında son kayyum vakasından haftalar önce, Bahçeli denen faşist, RTE'nin “yumuşama” aldatmacasıyle iyice gevşeyenleri uyarmak istercesine faşist devletin “kayyum” politikasının ayak seslerini duyurmuş kabul edilmeli. Faşizmin insan kılığında vücut bulmuş hali olan bu kişi, yaklaşık üç hafta önce harekete geçeceklerini şu sözlerle haber vermişti:
“Belediye kaynaklarını terör örgütüne peşkeş çekenlerin yakasından mı tutacağız, demokrasi ve özgürlük için tamam mı diyeceğiz? Biz ne diyorsak onu yaparız.”
Eğriye eğri, doğruya doğru! Ne diyorlarsa, er ya da geç onu yapıyorlar. Sınıf savaşının, emekle sermaye arasındaki savaşımın, ezilen halklarla ezen ulus burjuvazisi arasındaki savaşın katı kurallarına sıkı sıkıya sarılıyorlar. Onlar, yani faşizm ve dinci gericilik cephesi, yani burjuva sınıfın en sıkı politik temsilcileri kendi çıkarları açısından bir “tutarlılık” içindeler.
Tutarsızlık, emekçi sınıflar adına, ezilen halklar adına hareket edip de, Kürdistan ve Türkiye işçi sınıfına, emekçilerine, ezilen halklarına bu kölelik koşullarından, bu zulüm ve sömürüden, bu sefaletten burjuvaziyle uzlaşarak, barışarak, parlamenter yolla, sandık-seçim yoluyla kurtulmanın mümkün olduğunu söyleyenlerdedir.
Tutarsızlık, iki ülkenin işçi sınıflarının, ezilen, sömürülen kitlelerin enerjilerini seçim-sandık peşinde boşa harcamalarına neden oldukları bunca seçim deneyiminden hiç bir ders çıkarmadan bir kez daha kurtuluşun yolunu seçimlerde gören ve gösterenlerdedir.
Ne geçmiş genel ve yerel seçimlerden, vekillerin zindanlara atılmasından, onlarca belediye başkanlığının gaspedilmesinden, ne de bugün “ilk adım”ı atılan yeni kayyum atama sürecinden, yani belediye başkanlıklarını gasp etme sürecinden bir ders çıkarıyorlar. Bütün bunlar olmamış gibi, yeni baskı ve terör dalgasına karşı, kurtuluş yolu olarak “erken seçim” çağrısı yapıyorlar.
Tek yol birleşik devrimdir. Kurtuluşun tek yolu sonal amaç olarak burjuva egemenliği ve ücret sistemini yıkacak, politik iktidarı halkların eline verecek bir halk devrimidir. Leninistler, iki ülkenin emekçi sınıflarına, ezilen halklarına kurtuluşun bu tek gerçek yolunu gösteriyor. Bize devrim gerek; yarın-öbürgün elimizden alınacak daha fazla belediye başkanlığı; istedikleri zaman zindana atacakları fazla sayıda vekil değil.
Onlar kayyum atamada ilk adımlarını attıklarını böbürlenerek söylüyorlar; biz, yani iki ülkenin toplumsal devrim güçleri, devrim ve iktidara giden yeni serhıldan ve ayaklanmalarla kendi ilk adımımızı atacağız.