Zamanın genel sorununun ne olduğunu tespit edemeyenler, politika ve uygulamada, günlük bakışın ve günlük mücadelenin dar sınırlarından kurtulamazlar. Günlük olayların yarattığı sorunların içinde boğulmuşsanız, tam da bu nedenle, gelip gelip genel soruna çarparsınız. Bu durumu istemiyorsanız, zamanın genel sorununun çözümünü başa almalısınız.
Teoriden kopuk bir komünist hareket, devrimci bir teoriden yoksun olduğu için, yani görüşsüz olduğu için, dar pratikçiliğe düşeceğinden, zamanla yıkılmaktan kurtulamaz. Aynı şekilde, pratikten kopuk, salt görüş peşinde koşan bir hareket de, sonuçta dağılmaktan kaçınamaz. Doğrusu ve başarının yolu, teori ve pratiğin birliğinden geçer.
Hareketin her aşamasında, mücadeleyi kesintiye uğratmadan sürdürmek isteyen devrimci komünist partisi, zamanın genel sorununu net ve kesin biçimde ortaya koymalıdır. Ancak o zaman, bir perspektif kaymasına uğramaz, ne yöne gideceğini bilir, asıl olarak genel sorunun çözümünü hedefler. Başarı kesinlikle buradan geçer.
19. yüzyılda zamanın genel sorunu, politik özgürlük ve insani özgürlüktür. Politik özgürlük tek başına alındığında, burjuva çerçeveyi aşmaz. Politik özgürlük, insani özgürlükle tamamlanmalıdır. İnsani özgürlük toplumsal kurtuluştur. Toplumsal kurtuluş, politik özgürlükten ayrılamaz. Fakat, politik özgürlük, insani özgürlükle (toplumsal kurtuluşla) tamamlanmazsa maddi eşitsizliğin üstünü örten bir örtü rolü oynar. Doğru yaklaşım, politik özgürlüğün, insani özgürlüğe varması; insani özgürlüğün, politik özgürlüğü tamamlamasıdır.
Burada yöntemsel bir yaklaşım var. Buradaki yöntem, 20. yüzyılda, demokrasi mücadelesi ve sosyalizm uğruna mücadeleye uygulanıyor. Bazıları, demokrasi mücadelesinin, proletaryayı sosyalizmden uzaklaştırdığını ileri sürmüştür. Demokrasi mücadelesinin, sosyalizm uğruna mücadeleyle bağını ve önemini gösteren Lenin, demokrasi mücadelesinin, sosyalizme geçişle bağı olduğunu, sosyalizme vardığını; sosyalizmin de demokrasi mücadelesini tamamladığını ortaya koyar. Lenin bu yöntemi, Rusya’daki sınıf mücadelesine uygular. Bu yaklaşım, 20. yüzyılın tüm toplumsal devrimlerinde başarılı sonuç verir.
Politik özgürlükle, proletaryanın ekonomik kurtuluşu arasında sıkı bir bağ vardır. I.Enternasyonal tüzükte bu bağı doğru olarak ifade eder. Proletaryanın ekonomik kurtuluşu, onun politik kurtuluşundan ayrılamaz. Bu anlayışın ilk başarılı uygulaması 1917 Ekim’ine giden devrimci süreçtir. Şubat 1917 Devriminden sonra Rusya, dünyanın en özgür ülkesidir. Sosyalist devrim, sosyalizme geçiş bu koşullarda olgunlaşıyor. Politik özgürlük, insani özgürlükle tamamlanıyor.
Proletaryanın kurtuluşu amacına ulaşmak isteyenler, politik özgürlükle insani özgürlüğün bağını kuruyor. Ancak, salt biçimsel eşitlik peşinde koşanlar, politik özgürlüğü kendilerine son sınır olarak alıyor. Alevi hareketleri, bu toprakların ezilenlerinden olan Alevilerin durumunu değiştirmek için “eşit yurttaşlık” savunuyorlar. Bilindiği gibi yurttaşlık politik bir kavramdır. Kavram olarak devletle bağıntılıdır. Ve devletin eşit yurttaşları olma hedefini içerir. Eşit yurttaşlık tek başına eşit hak olarak burjuvadır. Alevi emekçiler esas olarak insani özgürlük için mücadele vermelidir. Yalnızca politik eşit hak, maddi eşitsizliği gizler. Yani Alevi emekçilerin kurtuluşu, tüm emekçilerle ortaktır ve insanı özgürlüğün gerçekleşmesini gerektirir.
Politik özgürlük, 20. yüzyılda serpilip gelişti. Proleter devrimci komünist hareket, politik özgürlüğü tek başına savunmadı. Politik özgürlüğü insani özgürlükle tamamladı. Politik özgürlüklerle sınırlı bir bakış, devrimci demokratik düzeydir. Proleter devrimci bakış açısı, temel devrimci hedeflerin gerçekleşmesi ve sınıfların kaldırılmasını içerir. 20. yüzyıl, insani özgürlüğü yalnızca teorik olarak savunmamış, insani özgürlüğü insani toplum temeline oturtmuştur. İnsani özgürlüğü, bir soyut program formülasyonu olmaktan çıkarıp, sosyalizme geçişle birlikte pratiğe geçirmiştir. İnsani özgürlük, yani toplumsal kurtuluş, yeni bir toplumla gerçeklik kazanmıştır.
İnsani özgürlük insani toplum temeline dayandığı, bu toplumla gerçeklik kazandığı için insani toplum zamanın genel sorunudur. 20. yüzyıl baştan başa, insani toplumu gerçekleştirme, yani zamanın genel sorununu çözme uğruna mücadeleyle doludur. Böylece, 1917 Ekim sosyalist devrimiyle, kapitalizmden komünizme geçiş çağı başladı. 40’lı yılların toplumsal devrimleriyle birlikte bu çağ yeni mevzilerle derinleşti ve ileri noktalara vardı. Doksanlarda, sosyalist sistemin çözülmesi, insani topluma geçiş çağını ortadan kaldıramadı. Doksanlı yıllarda yükselen devrimci dalgayla yeni bir toplumsal devrimler çağı başladı. İnsani topluma geçiş, bu toplumu gerçekleştirme zamanın genel sorunudur. Güncel toplumsal devrimler, tam da bu sorunu çözmeyi amaçlıyor.
Yeni ve insani bir toplumun yalnızca maddi koşulları yani ekonomik ve toplumsal koşulları oluşmadı, bu toplumu kuracak güçler de oluşmuş ve olgunlaşmıştır. Devrimci hareket bir mücadele gücüdür. Bir güçtür. Bütün kapitalist sistem içinde bir güçtür. Etkileyici ve aktif bir dünya gücüdür. Bu güç, kendini proletaryanın enternasyonal dayanışmasıyla, devrimci başkaldırısıyla, kadınların küresel ayaklanmalarıyla, devrimci gençliğin kesintisiz eylemleriyle, sosyalizm hedefli dünya çapındaki anti-kapitalist başkaldırısıyla ve günlük olarak çok çeşitli yollarla ortaya koyuyor. İnsani topluma geçişi gerçekleştirmek için devrimci güçler, her yerde yeni bir devrimci eylem dalgası başlattı. Bu, zamanın genel sorununu çözmek için büyük bir kapışma olduğunu gösteriyor.
Zamanın genel sorunu bugün çözülmezse, kapitalizm insanlığı yok oluşa sürükleyecektir. İnsanlık, bugüne kadarki kazanımlarından yoksun kalmak istemiyorsa, insani özgürlüğü, insani toplumu ivedi, en temel ve yaşamsal sorun olarak gerçekleştirmelidir. İşçi sınıfı tarihsel devrimci görevini yerine getirerek, kapitalizmin insanlığı yok oluşa sürüklemesini önleyebilir. Yeni bir gelecek bize, temel devrimci görevleri yerine getirmemize bağlıdır. İnsanlar içinde bulundukları durumdan, yeni ve daha üstün bir topluma geçerek kurtulabilirler.
“Bu sistem, sürekli yayılma zorunluluğunun bir sonucu olarak keskinleşen, kriz dönemleriyle insan soyunu çöküşe doğru götürmektedir. Eğer insanlık hayatta kalmak ve insana yaraşır bir yaşam sürdürmek istiyorsa, kapitalizmin karşısına alternatif bir sistem, sosyalist sistemi çıkarmalı, bu sistemin propagandası yapılmalı.”
DKP (Alman Komünist Partisi) güncel programını da yazan Hans Heinz Holz, bu görüşlerinin yer aldığı çalışmayı, 91’de, sosyalist sistemin dağılması karşısında, yeni bir dünya mücadelesini canlı tutmak amacıyla yapıyor. Sosyalist sistemin dağılmasının üzerinden fazla zaman geçmeden, kapitalist dünya yeni bir devrimci ayaklanma dalgasıyla çalkalandı. Devrim dalgası, o zamandan bugüne kadar, bir daha geri çekilmedi. Emekçi kitlelerin ayaklanmasına yol açan koşullar değişmediği gibi, bugün şartlar yeni ayaklanmalar için daha da olgundur. Dolaysıyla sosyalizm mücadelesi salt bir propaganda sorunu değil, bir pratik mücadele sorunudur. Uğruna dövüşülecek bir sorundur. Bu, sadece bir iki ülkeyle sınırlı bir mücadele değil, dünya çapında verilen bir mücadeledir.
Sosyalizm, iki kez, insanlığı, kapitalizmin yol açtığı iki dünya savaşından kurtardı. Her iki savaşın sonucunda sosyalizme geçilerek insanlık kapitalist ve faşist barbarlıktan kurtarıldı. Rosa Luxemburg’un söylediği, “ya sosyalizm ya barbarlık” belirlemesi aynı zaman içinde yaşandı. Sosyalizme geçilmeyen yerlerde kapitalist barbarlık çeşitli biçimlerde hüküm sürdü. Burjuvazi, emekçi halkı kapitalizme boyun eğdirmek için sürekli olarak “alternatif yok” propagandası yaptı ve kapitalizmi “tarihin sonu” olarak ilan etti. Burjuvazinin unuttuğu şudur ki, kapitalistler insanlığın geleceğine yön veren tek güç değildir. Proletarya da insanlığın geleceğine yön veren bir güçtür. Buradan şu sonuç çıkar: Kapitalist barbarlığın insanlığı çöküşe götürmesi kaçınılmaz değildir. Dünya proletaryası, kadınlar, gençlik, aydınlar, köylüler, komünist güçler, insani bir topluma geçerek, insanlığı kapitalist barbarlıktan, mahvolmaya sürüklenmesinden kurtarabilirler. Yaşam bizden yana!
Kapitalizmin insanlığı getirdiği çöküş, güncel olarak hızla derinleşiyor. İnsanların ve doğanın sermaye egemenliğinden özgürleşmesi için, kitleler her yerde eylemde. Kapitalizm yıkılmadıkça, toplum temelden değişmedikçe, bugünkü durumdan daha ağır koşullarla karşı karşıya geleceğiz. Emek ve doğa zenginliğin kaynaklarıdır. Sermaye, zenginliğin bu iki kaynağını sürekli tahrip etme eğilimindedir. Doğanın tahribatı geri dönülmez bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Sermaye, ücretleri en alt düzeye indirirken, buna karşın çalışma zamanını ve yoğunluğunu üst seviyeye çıkarmıştır. Zenginliğin bu kaynağı hızla kurutuluyor.
Bu durumu köklü olarak dönüştürmek için, kapitalistlerin mülkiyetinde olan toplumsal emeğin tüm sonuçlarına el koymamız gerekiyor. Emeğin ürünlerine sermaye el koyduğu sürece, işçiler sermayenin denetiminde olacak, ücretli emek sistemi sürecektir. Bu toplumda, işçinin ürettikleri bir avuç sömürücünün çıkarına hizmet edecektir. Üretim araçları onların mülkiyetindedir. Bu durumu tersine çevirebiliriz. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyetiyle, bu durumu tersine çevirebiliriz. Nesnel zenginliğin işçinin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak koşullar yaratılmış olur. İnsanların basit ihtiyaçlarını karşılamak yerine, çağdaş, çeşitlenen, zenginleşen ihtiyaçları karşılanmış olur. Kişinin çok yönlü gelişimi sağlanmış olur. Marx, “üretimde olduğu kadar, tüketimde de çok yönlü olan zengin kişiliklerin gelişimi”ne önem vermiştir. Zengin insan: “Tüm duygularla alabildiğine donanmış” insandır.
“Sınırlı burjuva biçim sıyrılıp atıldığında, zenginlik evrensel mübadele yoluyla yaratılan bireysel ihtiyaçların, kapasitelerin, hazların, üretici güçlerin vb evrenselliğinden başka nedir ki?” (Marx).
Gürül gürül akan zenginlik kaynakları, birkaç zenginin refahı için değil, toplumun, tüm insanların gelişim ihtiyaçlarına hizmet ettiği bir toplum olan komünist toplumda, bireylerin sadece çok yönlü gelişimi değil, kendi içinde uyumlu gelişimi de sağlanmış olur.
Özel mülkiyet dışlayıcıdır. Toprakta özel mülkiyet, yeryüzünün bir parçasından diğer insanların dışlanmasıdır. Bu, üretimin ve tüketimin tüm alanları için doğrudur. Özel mülkiyetin dışlayıcılığına karşın, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, karşılıklı işbirliğini ve karşılıklı yardımlaşmasını ve bu temelde gerçek insani ilişkileri ortaya koyar.
Emekçilerin yaşamsal sorunları, gelişme ihtiyaçları bugünkü özel mülkiyet toplumunda çözülemez. Sınıf mücadelesi gelip zamanın genel sorununun çözümüne dayanmıştır. İnsani toplumun kurulması, toplumun devrimci, köklü, nitel değişimi zamanın genel sorunudur. İşçi sınıfının temel devrimci görevi tam da bu sorunu çözmektir. Bu görev ileriye bırakılamaz.
C.DAĞLI