Yalnızca ekonomik baskının artması, ücretli emekçilerin yaşam koşullarını daha da kötüleştirmede tek etken değildir. Politik baskıların, siyasal saldırıların artması da emekçilerin yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine etkide bulunur.
İşçi sınıfı uzun süredir her iki baskı biçiminin etkisi altında, son derece kötüleşmiş maddi koşullarda yaşıyor. Derin ve yapısal ekonomik kriz ve pandeminin yarattığı ağır ekonomik koşullarda yokluk ve yoksulluk içinde bir hayat sürdürür durumda. Dolayısıyla bu koşullar patlayıcı toplumsal durumun ve toplumsal patlamaların sürekli olmasını sağlıyor.
Emekçi sınıfın yoksulluğu, sermaye birikiminin ön koşuludur. Sermaye üretimi, bu ön koşulu verili bir durum olarak sürekli hale getirir. Sermaye üretimi, emekle sermaye arasındaki ilişkiyi devamlı yeniden üretir. Yani bir yandan bir kutupta zenginlik birikimi, diğer kutupta yoksulluk birikimi. Sınıflar arasındaki uçurumu yeniden üretmekle kalmaz, bu uçurumu daha da büyütür. Böylece çalışan yoksullukla, çalışmayan zenginlik arasındaki uzlaşmaz sınıf çelişkisi keskinleşir. Bu durumla bağıntılı olarak sosyal sınıflar arasındaki savaşım daha bir şiddetlenir. Güncel olarak, canlı yaşam olarak, somut olarak gelinen nokta, emekçi sınıfın her yerde ayağa kalktığı ve yumruğunu sıkarak artık kapitalistlere servet, kendimize sefalet biriktirmeyeceğiz diye tüm gücüyle haykırdığı keskin bir noktadır. Çalışan yoksulluğun, çalışmayan zenginliğe öfkesi, isyanı ve savaşımı şiddetleniyor.
Temel ilkesi özel çıkar elde etmek olan bu toplumun varlık koşulu ücretli emek sömürüsüdür. Toplumun dayandığı gerçek ilişkiler, ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla, işçi sınıfı, bu toplum hakkında, onu yenecek bilgiyle, devrimci teoriyle donanmıştır. Emekçiler insanca bir yaşam özlemini yaratanın ve özlemlerinin gerçekleşmesinin önündeki engelin bu toplumun kendisi olduğunun bilincinde. Emekçi sınıfın kurtuluşu bu toplumun yıkılması ve yerini daha ileri ve insani bir toplumun almasıyla gerçekleştirilir. Bunu sağlayacak olan ancak bir toplumsal devrim olabilir.
Ağır baskı dönemleri, emekçi halkların yaşam koşullarını iyice kötüleştirdiği için, emekçilerin bu toplumsal sisteme olan hoşnutsuzluğu, öfkesi, tepkisi patlama noktasına gelir ve gelmiştir de. Kitlelerin öfke ve hoşnutsuzluğu yer yer patlamalara dönüşüyor. Ama bu kez emekçi kitleler bilinçli ve deneyimli. Dolaysıyla eski sistemi yıkma savaşını bilinçlice veriyor.
İçinde bulunduğumuz devrimci durumda en küçük bir olay bir ayaklanmaya dönüşebilir. Tam da bu süreçte burjuva muhalefet, devrimi önlemek için, kendini öne çıkarıyor. Sosyal reformist hareketler de onların bu amacına hizmet eden bir politika izliyor.
Seçim ortada yokken, şimdiden kitleleri seçim sürecine sokma, onların çalışmalarını ilgi ve dikkatlerini bu alana çekme biçiminde burjuva politikası ön plana çıkarılıyor. Burjuva muhalefetin ve küçük burjuva muhalefetin ileri sürdüğü seçim politikası şu: Önümüzdeki seçimler, “bir seçimden daha fazlasıdır”. Bazen de, aynı çerçevede şöyle deniyor; “Bu seçim bir seçim olmayacaktır” Ama bu, ilk defa söylenmiyor. Yıllardır her seçim öncesinde aynı şey tekrarlanıyor. Onlara bakılırsa, uzun zamandır seçimlerde bir seçimden daha farklı şeyler yaşanıyor. Bunu asıl ileri süren ve tezlerini süslü laflarla süsleyenler, sosyal reformist hareketlerdir. Burjuvazi bile, seçimlere olmadık bir rol yükleyen böyle bir anlayışa şaşırıyordur. Uzlaşmacı küçük burjuva çevrelerin yücelttiği parlamentarizm, yasalcılık anlayışında şaşılacak bir yan yoktur. Devrimden, vazgeçen, devrimin temel hedeflerini bir kenara iten, devrimin güncelliğini kabul etmeyenlerin, bu tür laflardan başka şey söylemeleri beklenmemeli. Onlara düşen, sistemin yırtığını söküğünü onarmak. Yaptıkları şey düzeltme ve düzenleme. Yani reformizm.
Önümüzdeki seçim, bir seçimden daha fazlasıdır dedikleri şey, önümüzde bir seçim değil, bir rejim sorunu var dedikleri şeydir. Onların “rejim sorunu” dedikleri, ekonomik, toplumsal ve politik bir sistem değil, siyasi bir düzen, bir yönetimdir. Kaldı ki, salt bir politik yönetim de olsa, bu sınıfsaldır. Politik yönetim, bir sınıf egemenliğidir. Sınıf egemenliği de seçimle değil, ayaklanmayla, devrimle devrilir. Kaldı ki, sınıf egemenliği, salt politik yönetimle sınırlı değildir. Sermayenin bütünsel egemenliğini kapsar. Bu durumda, toplumsal devrimden başka bir şey, burjuvazinin sınıf egemenliğini ve sınıf düzenini ortadan kaldıramaz.
Demek ki asıl sorun, dar anlamda bir rejim sorunu değil, bir toplumsal sistem sorunudur. Sorunu bir siyasi yönetim sorunu olarak gösterenler, tam da sistem sorununu gözden kaçırmaya çalışıyorlar. Mesele böyle olunca, sorunu şu noktaya getirmeye çalışıyorlar: Burjuva muhalefeti iktidar yapmak. Ama bunu doğrudan söyleseler gerçek yüzleri ortaya çıkacak. Bu yüzden onlar böyle açık davranmazlar. Bu durumda yaptıkları şey, emekçi halk kitlelerini aldatmaktır. Yaptıkları şey, burjuva muhalefet ve CHP karşısında “yetmez ama evet”çiliktir. Fakat onlara bakılırsa, burjuva muhalefet karşısında “yetmez ama evet” çok doğal, normal, doğru bir politikadır. Oysa bu politika, burjuvazinin basit siyasi eklentisi olmaktır.
Oysa ağır siyasi ve ekonomik dönemden dolayı siyasi iktidara ve bu toplumsal sisteme karşı büyük bir öfke, tepki, hoşnutsuzluk oluştu. Kitlelerin haklı öfkesi ve tepkisini, muhalefetteki burjuva güçleri iktidara getirmek için kullanmak, burjuvaziye teslim olmaktır.
Kartal’da miting yapan işçiler, sistem sorunu üzerinde durdular. Sistem sorunu yakın tarihte, Avrupa ve Amerika’da yapılan tüm ayaklanmalarda öne çıkarıldı. Aynı anlayış, iklim sorununda da ortaya kondu. Sistem sorunu demek, sistemden kaynaklanan tüm bu sorunları, bu sistem çözemez. Sistem içinde, reformlarla da çözülemez. O halde, sorunun çözümü, sorunun kaynağı olan sistemi ortadan kaldırmak; yerine onu aşan yeni bir toplumsal sistem kurmaktır. Bu durumda, bu sisteme karşı yer yer kısmi mücadele değil, bütün sistemi yıkmayı hedeflemeliyiz. Burjuvazinin bir kesimine karşı diğerinin yanında yer almak değil -ki bu proletaryanın kurtuluşuna ihanettir- burjuva egemenliğinin bütünlüğünü devirmeli, burjuvazinin bütünlüğünü parçalamalıyız. İşçi sınıfından, emekçi halktan, Kürt halkından burjuva muhalefeti desteklemelerini isteyenlerin anlayışı şunu da içerir zorunlu olarak; “muhalif iktidar olduğu taktirde bu iktidarı yıpratacak eylemlerden kaçınalım.” Bunlar giderse, gidenler tekrar gelir vb. Böylece, emekçi sınıfı burjuva diktatörlüğün karşısında eli kolu bağlı hale getirecekler. Aynı burjuva sınıf işbirlikçiliği politikasını yetmişli yıllarda da izleyenler oldu. Sonuç olarak, burjuvaziyle girilen bu ilişkide okka altına giden emekçi kitleler oldu.
İşçi hareketi içinde, burjuvaziyle sınıf işbirliği politikası bir eğilim olarak, kapitalist sistemin genelinde ortaya çıkmıştır. Sınıf işbirliği politikası, kapitalizme karşı devrimci mücadele yolunu değil de, düzenlemeler, düzeltmeler yolunu izleyen tüm uzlaşmacı işçi, sosyalist, komünist partileri tarafından onay görüyor. Bu partiler reformlar ödünler koparma adına, uzun yıllar sermaye partilerine, iktidarlarına destek verdiler. Bazıları hükümete katılarak, bazılarıysa, dışarıda kalarak hükümeti desteklemek politikasını izledi. Sonuçta, hepsi gelişen devrimci sınıf mücadelesinin dışına düştü, yıprandı ve kendisini çürüttü. Türkiye’de yıllarca burjuvaziyi çeşitli biçimlerde destekleyenler, dağılıp gitti ve dağılmak zorundaydılar.
Biz, burada yaptığımız değerlendirmeleri daha önce yaptık. Yeniden değinmemizin nedeni yapılan güncel tartışmalardır. Burjuva muhalif güçler, yalnızca, emekçi ve sömürülenlerin içinde bulunduğu ağır ve kötü koşullardan yararlanıp onların istemlerini demagojik biçimde savunmakla kalmıyor. Çeşitli sendika ve kitle örgütlerinin gücünden de yararlanıyor, onların taleplerini defterine not ediyor. Çünkü, halkın istemlerini sınırlı ve demagojik de olsa savunmadan, onların desteğini alamaz. Böylelikle, komünistlerin emekçi kitleler üzerinde yarattığı etkiyi kırmayı ve sonuç olarak devrimi önlemeyi amaçlıyorlar. Onların bütün çabası Gezi Haziran Halk Ayaklanmasının bir daha olmasını önlemeye dönüktür. Çünkü biliyorlar ki, Gezilerin olduğu bir yerde gerçek anlamda egemen olamazlar. Yeni halk ayaklanmalarını önleyecek durumda olmasalar da, sınıfsal doğaları gereği, bu gerici çabalarından hiç vazgeçmezler. Seçimi, bu amaca ulaşmada bir araç olarak değerlendiriyorlar.
Türkiye’de -başka ülkelerde de böylesi bir durumla karşılaşılabilir- sosyal reformist çizgide olanlar kendilerini “devrimci” olarak gösteriyorlar. Bunun üzerinde daha önceki yazılarımızda durduk. Bunun nedeni, bu toprakların uzun zamandır devrim toprağı olması, devrimci düşünce ve anlayışın emekçi halk kitlelerin bilincinde derin kök salması, kitlelerin temel sorunlarının devrimden başka bir yolla çözülemeyeceğini bilince çıkarılması, milyonların devrimci kavganın şu ya da bu aşamasında yer alması, kendine devrimci demeyen bir siyasi hareketin devrimci kitlelerin yanında tutunamamasıdır. Devrim düşüncesi, tartışmalarda, mücadelede, teori-pratikte baskındır. Bu yüzden tüm reformistler, kendilerini devrimci olarak gösteriyorlar.
Fakat gözden kaçıramayacakları bir şey, uzun yıllara dayanan siyasi varlıkları. Kendileri lafla ne derse desinler, pratikleri, çeşitli sorunlar karşısında aldıkları politik tavır. Politikayı hayata geçirme yöntemleri, genel olarak mücadele yol, araç ve yöntemlerinin hepsi kitlelerin sosyal pratiğinden geçmiş ve sonucu artık iyi biliniyor. Bunların çizgileri burjuva sınıfla uzlaşmaya dayanıyor; örgütlenme ve mücadele biçimlerini bu belirliyor. Hatta yaşam biçimlerini bile buna göre düzenlemişler. Teoriyi de kendi öznelliklerine göre uyarlamışlar. Devrimci bir sürü laf etseler de, bu durumlarıyla nasıl çıkıp, gerçek devrimci bir mücadele verecekler. Koskoca bir toplumsal düzeni yıkmayı düşünüyorlar, fakat kendi düzenlerini koruyorlar. Kendi düzenlerini bozacak diye, devrimci eylemleri mahkum etmeye kalkışıyorlar. Kısaca diyeceğimiz odur ki, bu düzeni yıkmak bunlara göre değildir.
Emekçi ve sömürülen kitlelerin öfkesi ve isyanı bu baskı ve sömürü toplumuna karşı gelişiyor. Güçlenen, reformizmin değil devrimci mücadelenin potansiyelidir. Devrimci bir çıkış çok geniş devrimci potansiyeli harekete geçirebilir. Devrimci çıkış, proletaryanın bağımsız devrimci politikası temelinde yapılabilir. İktidarın ele geçirilmesi hedefiyle, devrimci kitle eylemlerini destekleyip, güçlendirmek temel bir görevdir. Devrimci kitle eylemlerini en yüksek aşaması olan ayaklanmaya dönüştürmek de bu çerçevede anlaşılmalıdır.
Şimdi Devrim Zamanı şiarı, bütünsel olarak temel, önemli, ivedi ve belirleyici görevin ne olduğunu gösteriyor bize. Halk demokrasisi ve sosyalizm mücadelesinin ilk önemli adımı olan GDH (Geçici Devrim Hükümeti) halkların bu toplumsal sisteme devrimci bir öfke ve isyan gösterdiği bugünkü koşullarda, çok daha yakıcı bir hedef durumuna gelmiştir. Devrimci çıkış, GDH hedefiyle yapılırsa, gerçekten geniş kitleleri harekete geçirebilir. GDH devrimci bir ayaklanmanın bir sonucu, ürünü devrimin bir eseri olarak oluşturulur. Bu hedef devrimci sınıf mücadelesiyle gerçekleştirilir.
C.DAĞLI