Latin Amerika'da, yaklaşık olarak üç çeyrek yüzyıldır yoğun olarak süren, emek-sermaye eksenli toplumsal savaş güncel olarak yeni bir boyut aldı. Kıtada kapışmanın ilk sonuçları ne olursa olsun, emekçi kitlelerin, dünyayı değiştirme hedefiyle ateşledikleri küresel başkaldırı isyan ve ayaklanmalar, her yerde, sürekli yeni kalkış noktaları kazanacaktır. Yeni kalkış noktalarından biri Latin Amerika ülkeleridir.

Latin Amerika'da toplumsal çatışmaların şiddetlenmesinde anlaşılmayacak bir yön yoktur. Bu ülkelerde, on yıllarca, halk kitlelerini devrimci savaşlara ve ayaklanmalara götüren ekonomik ve toplumsal koşullar bugün de varlığını koruyor. Toplumsal çelişkiler ayakta kaldıkça, bunun kaçınılmaz sonucu, toplumsal çatışma olacaktır. Sınıf çelişkileri çözülene ve verili toplumsal koşullar aşılana değin, sınıf savaşı, emek-sermaye çelişkisi eksenli toplumsal çatışmalar süreklidir. Kıtada son çeyrek yüzyılda gerçekleşen devrimlerden -bu tarih kırk yıla kadar gider- sonra da, toplumsal çatışmalara yol açan toplumsal koşullar temel varlığını koruyor.

Kapitalist toplumda, maddi eşitsizlik insanları böler. Toplum zenginlik yoksulluk kutuplarına bölünmüştür. Karşıt kutuplara bölünme, yani sömürücü sınıfın kutbunda zenginlik birikimi, diğer kutupta emekçi sınıfın yoksulluk birikimi, sınıf çatışmasının temelidir. Latin Amerika'da toplumsal kutuplar arasındaki uçurum çok derin. Kıtada “barış” anlaşmalarından sonra da, gerçek toplumsal ilişkiler ayakta kalmıştır. Toplumun toplumsal doğasının zorunlu sonucu, karşıt sınıflar arasında toplumsal savaştır.

Doksanlarda gerçekleşen siyasal “barış” toplumsal bir barış getirmedi ve getiremez. Çünkü, sınıflı toplumlarda tarih, sınıf mücadelesi tarihidir. Gerilla hareketleri dağıldı, fakat sınıflar arası sosyal savaş çeşitli siyasal biçimler alarak sürdü. Bütün bu yıllar boyunca, sınıf savaşı iyice keskinleşti. Sokak savaşları isyan ve halk ayaklanmaları biçiminde, kitle eylemleri en yüksek düzey çıktı. Burada bir sorun olarak kitlelerin karşısına çıkan asıl mesele kitle eylemlerine örgütsel bir biçim vermektir. Kentlerde iç kapışmanın şiddetlendiği bir süreçte birçok yerde halk kitleleri devrimci bir örgütten yoksun olarak kendi çabalarıyla yürüttüler mücadeleyi. Devrimci mücadele yeteneğinin gerekliliği, salt artan saldırılara karşı koymak için değil aynı zamanda ve esas olarak, burjuva saldırılarının biricik temelini, köhnemiş toplumsal düzeni yıkmak için vardır. Sınıf savaşı tarihsel gelişmenin itici gücüdür. Emekçiler, bu savaşı devrimci bir örgütle yürütürlerse, başarıya ulaşırlar.

Siyasi iktidarın devrimle ele geçirildiği Nikaragua ve Venezuela'da ve devrimci güçlerin hükümette yer aldığı El Salvador'da emekçi halk, burjuvazi ve uluslararası sermaye karşısında politik üstünlük sağladı. Politik güç üstünlüğünün devrimci kitlelerin eline geçmesi, bu ülkelerin sınıf mücadelesi tarihinde yeni ve ileri bir durumdur. Ve yıllarca süren devrimci savaşın bir sonucudur. Ne zaman ki, güçler dengesi halk kitlelerinin lehine değişti, işte o andan sonra politik özgürlük gerçekleşti. Politik özgürlük şu demektir ki, düşman sınıflar bundan böyle, her yerde daha açık olarak karşı karşıya gelecektir. Devrimci yığınlar, düşmanla karşı karşıya geldiğinde ele geçirdiği güç üstünlüğünden en iyi biçimde yararlanmasının gereği açıktır.

Ne var ki, politik özgürlük, toplumsal (insani) özgürlüğe kadar götürülemedi. Toplumsal özgürlük, ancak toplumun devrimci dönüşümüyle gerçek olur. Sosyalistler, devrimci güçler, kendilerinden yana olan durumdan yararlanmazlarsa, oluşan politik koşulları her zaman koruyamayacaklarını bilmelidir. İç savaş şiddetlendiğine göre, her savaşta olduğu gibi, bu savaşta da durum her an değişebilir. Halk kitleleri sonuç almak için, tüm güçlerini enerjilerini ve olanakları sonuna kadar en aktif biçimde harekete geçirmelidir. İçerdeki burjuva güçler ve uluslararası sermaye, durumu kendi lehine çevirmek için, ekonomik, askeri, politik, ideolojik çok yönlü bir saldırı başlattı. Emek-sermaye çatışması en önemli en belirleyici aşamaya girdi.

Bütün iktidar gücü ellerindeyken, devrimci güçlerin gelişimini önleyemeyen burjuva güçler ve dünya sermaye güçleri, bugün istedikleri sonuçları elde edemez. Küba devriminden sonra, uluslararası burjuvazi ve içerdeki gerici güçler kıtada tek belirleyici güç olmaktan çıkmıştır. Uzun bir devrimci savaş birikimine ve savaş yeteneğine sahip Latin Amerika halkları tarihin gidişine yön verecek bir konumdadır. Bunun için sosyalizmi gerçekleştirme hedefiyle hareket edilmelidir.

90'larda, Kıtada, bir çok ülkede bir dizi ayaklanma patlak verdiğinde ve iktidar halkın eline geçtiğinde, kitlelerin daha ileriye, sosyalizme yönelmesi gerektiğini belirttik. Bu hedefle davranılmazsa ortaya çıkan durumun uzun süre devam edemeyeceğini, devrimci iktidarın yıpranmayla karşı karşıya kalacağını ifade ettik. Bugün de asıl sorun tam da devrimin kazanımlarını korumak ve toplumu yeni bir temelde örgütlemektir. Fakat iktidara gelenler, işi bu noktaya vardırmayacaklarını söyleyerek, uluslararası sermayeye, emperyalist devletlere güvence verdi. Brezilya'da İşçi Partisi (PT) iktidarında olduğu gibi, bu durumda olan bir yönetimin halkın gözünde yıpranması şaşılacak bir şey değildir.

Karşı devrimci güçleri kesin olarak yenmek için, öncelikle, sosyalizm hedefinin açıkça ortaya konması gerekiyor. Daha iyi bir anlatımla, ancak böylesi ileri bir hedefi olanlar, bu yoldaki engelleri ortadan kaldırabilirler. Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkelerinde olayların gelişme yönü, devrimci kitlelerin yönelimine ve bunu nasıl gerçekleştireceklerine bağlıdır. Ne için savaştığını net olarak belirleyen bir halk, nasıl zafere ulaşacağını da belirlemek durumundadır. Halk ancak devrimci tarzda savaşarak, burjuva güçleri devrimci savaşla dağıtarak, devrimci yöntemlere sonuna kadar başvurarak zafere ulaşabilir. Köklü toplumsal dönüşüme girişilebilir.

Devrimci dönüşümün gerçek gücü işçi sınıfıdır. Yalnızca işçi sınıfı toplumsal konumu gereği sosyalizm programını yaşama geçirebilir.

C.Dağlı