İlk ayaklanmada iktidarı ele geçirme zorunluluğu yalnızca bu topraklar için değil, kapitalist sistemin bütünlüğü açısından geçerlidir. Ayaklanma sonrası her yerde, emekçi halklara karşı yeni bir saldırı dalgası başlatıldı. Bu süreçte devlet yapısı durmadan güçlendirildi. Söylediklerimiz son altmış yılda halk ayaklanmalarının olduğu bütün kapitalist ülkelerin deneyimlerine dayanıyor. Bu durum, iktidarı yani siyasi üstünlüğü ele geçirmenin, güncel sınıf savaşı için ne denli temel bir sorun olduğunu gösteriyor.
Sınıf mücadelesi deneyimlerinin, kitleleri eğittiğini biliyoruz. Bu, toplumsal pratiğin eğitimidir. Eylemler artık daha tecrübeli ve bilinçli olarak hazırlanıyorlar. Pratikte tüm yaşananlara rağmen uzlaşmacılar için aynı şeyi ifade etmiyor. Onlar, uzlaşmacı çizgide ısrarlı davranıyorlar. Uzlaşma çizgisinde bu ısrar, kitleleri çürütür. Toplumun hayat koşulları insanlık dışıdır. Bu koşulları kökten değiştirmek için devrimci mücadeleden uzak kalmak, emekçileri toplumsal çürümeye terk etmek demektir.
Devrimci iktidar, sınıfsız topluma geçişin siyasal biçimidir. Dolayısıyla, iktidar sorunu yeni bir topluma geçişten ayrı olarak ele alınamaz. Siyasi iktidar sorunu çözülmeden, toplumu dönüştürme çabası lafta kalır. Devrimci yoldan iktidarı almayı ve toplumu devrimci biçimde dönüştürmeyi göze alamayanlar, burjuva toplumun kendisinde bazı değişiklikler peşinde koşuyor. Tüm çaba bunun için harcanıyor. Reformist sol partiler, sendikalar, meslek birlikleri kendi yapılarındaki kitleleri bu yolla çürümeye bıraktılar. Bu yol, aynı zamanda burjuva partilerin siyasi eklentisi olarak davranma sonucunu yaratmıştır. İzledikleri siyasal çizginin varacağı bir yer vardır. Reformist partilerin, burjuva muhalefet güçleriyle ısrarlı olarak birlikte davranma politikası, bu açıdan değerlendirilmelidir.
Toplumun kendisini değiştirmek değil de, toplumda bazı değişiklikler yapmak, iyileştirmeler, reformlar etme yoluna gitmenin sonu, burjuva partilerine çıkar. Bu topraklardaki ana muhalefet partisinin bir çok yöneticisi ve yapısındaki çok sayıda kadro, bu toplumsal sistemle köprüleri atmak istemeyenlerden oluşuyor. Bunlar reformist ve oportünist partilerden buraya gelenlerdir. Burjuva muhalefet partisini ayakta tutanlar, bu unsurlardan oluşuyor. Bu çarpıcı durum da gösteriyor ki, reformizm ve oportünizm, kapitalizme teslimiyete götürür.
Bir çok kapitalist ülkede kapitalistlerin sınıf egemenliğini yıllarca ayakta tutan, başka şeylerin yanında, dünün işçi partileri ve sosyalist partileridir. İngiltere İşçi Partisi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi bunlara örnektir. Emperyalist ülkelerde bunun toplumsal temelleri var. Burjuvalaşmış işçi kesiminin varlığı, bununla bağıntılı, burjuva işçi sendikaları, rahatına düşkün aydınlar, küçük burjuva konumundan hareket edenler, bu partilerin kitle temelini oluşturdu. Fakat, burjuva partilerinin kitle temeliyle bu partilerin sınıf özünü birbirine karıştırmamak lazım. Kitle tabanı genellikle emekçi halktır. Ancak, kitle tabanının partilerin politikası üzerinde belirleyici etkisi yoktur. Burjuva partinin politikasına yön veren güç, sermaye sınıfıdır. Bu doğaldır, çünkü bu partilerin sınıfsal özü burjuvadır. Anlattığımız partiler, süreç içerisinde sermayenin partileri oldu. Hepsi de işin doğası gereği beslendikleri kapitalist düzene hizmet ediyorlar.
Şunu da çok iyi biliyoruz ki, bütün burjuva partileri, kendi sınıfsal özünü gizlerler. Açıkça büyük sermayenin örgütleri olduklarını söylemezler. Böyle yapsalar emekçileri, kitleleri yanlarında bulamazlar. Çünkü, egemen sınıf adına davrandıklarını söylemez, toplumun tüm bireylerine hizmet ettiği yalanını yayarlar. Bir avuç sömürücünün çıkarını bütün halkın çıkarı olarak göstermektir tüm politik çabaları. Burjuvazinin ideologlarının görevi, tam da kitleleri egemen sınıfın çıkarına ikna etmek, bir avuç zenginin çıkarını, tüm toplumun çıkarı olarak göstermektir.
Devrimin koşulları oluşmasına rağmen, devrimi en ilerinin sorunu olarak gören uzlaşmacı siyasi hareketler, toplumun bazı yönlerini değiştirme pratikleriyle, burjuva egemenliğin ayakta kalmasına en büyük desteği verenlerdir. Bunu, toplumun en canlı güçlerini kısmi sorunlarla uğraştırarak, emekçi kitlesini burjuva topluma bağlayan reform önerileriyle yapıyorlar. Toplumun devrimci yoldan dönüşümünün tüm koşulları oluştuğu halde, devrimi başarma kararlılığı göstermemek, toplumun canlı güçlerini çürütmek demektir. Devrimin güncelliğini kabul etmediğiniz sürece, tarihsel sürecin önümüze getirdiği en büyük olanakları bile değerlendiremezsiniz. Tarihin önümüze getirdiği en büyük devrimci olanakları toplumun devrimci dönüşümü yönünde kullanabilmek için devrimin güncelliğini kabul etmiş, devrimi gerçekleştirmek için siyasi çizgi olarak, örgüt ve mücadele anlayışı olarak buna uygun bir konumda, yani gerçek devrimci bir çizgide yürümeniz gerekiyor.
Devrimi başarma kararlılığı göstermesi gereken güç, işçi sınıfıdır; işçi sınıfının devrimci mücadelesidir. Burjuva partilerin peşinde giden ve reformist partilere angaje olmuş işçi sınıfı devrimci görevlerini yerine getiremez. Ancak burjuva partilerden tamamen bağımsız, onlara angaje olmamış bir işçi sınıfı burjuvazinin egemenliğini devirme ve devrimci iktidarı kurma; devrimci iktidara dayanarak toplumu dönüştürme yeteneğine sahiptir. Sosyalizmin bir toplumsal sistem olarak yüzyıllık tarihi, bunun somut ve en ikna edici kanıtıdır.
Devrimci sınıf tarihsel devrimci görevini yerine getiremezse, savaşan sınıflar en sonunda kendini tüketirler. Bu noktayı aşmak, emekçi sınıfın devrimci kararlılık göstermesine bağlı. Güncel kapitalist toplumun insanlık dışı hayat koşullarının iyice ağırlaşması sonucu, insanlar birbirini boğazlıyor. Toplumsal yıkımdan, çöküşten, krizden çıkışın tek yolu, toplumun kendisinin devrimci dönüşümüdür. Verili, güncel toplumsal temel üzerinde iki eğilimin varlığından söz edebiliriz. Çürüme eğilimi ve canlı, devrimci eğilim- ivedi ve yaşamsal görüş, devrimci alanı güçlendirmek ve sonuna kadar götürmektir.
Emekçi halk kitlelerinin devrimci eğilimini; yalnızca bir eğilim değil pratik yönelimini yani devrimci savaşını, dünyada, yakın tarihin güncel sınıf savaşının gelişiminde net olarak görebiliriz. Fakat bir paradoks biçiminde. Doksan sonrası, birçok statükocu, reformist sosyalist parti, işçi partisi, komünist parti, adını bile bırakıp sağa kayarken, kapitalizme tamamen teslim olurken, emekçi kitlesi, kapitalist dünyayı altüst edip yeni bir eylem dalgasını tam da bu süreçte başlattı. Bir aylık olmayan, otuz yıl boyunca süren ve küresel bir iç savaş, küresel bir başkaldırıya dönüşen eylem dalgası, yeni bir toplumsal devrimler çağını başlattı. Tarihin en yoğun devrimci dönemi, halk ayaklanmaları birçok yerde devrimlere yol açtı. Birçoğunun sandığı gibi dünya devrimi bir beklenti değil, pratik bir olgudur. Birçok siyaset sağa, kapitalizme yöneldikçe, kitler devrime yöneldi. Tam bir paradoks yaşanıyor. Aynı durum, bu topraklarda da yaşandı. Zaten sağda olan siyasetleri geçersek, öncesinde küçük burjuva devrimci çizgide yürüyen birçok siyasi hareket, sağa kaydı. Sistemle olan bağlarını pekiştirdi. Fakat, emekçi kitleler tam da bu dönem eylemlerini en ileriye taşıdı; sınıf mücadelesi, devrimci biçimini aldı, eylemler Gezi’de devrimci halk ayaklanmasına dönüştü. Devrimci hareketi tasfiye etmek için yola çıkanlar, kendilerinin tasfiye olmasını önlemek için devrimci mücadelenin peşine takıldılar.
Birçok ülkede işçi sınıfı adına, sosyalizm adına hareket eden partiler, dünyayı değiştirme amacından ve amaç için gerekli olan devrimci araç ve yöntemlere başvurmaktan vazgeçince, ayaklanmalar daha çok kendiliğinden ve bu partilerin dışında gerçekleşti. Bu geçen yüzyılın altmışlarından bu yana ortaya çıkan bir durumdu. Son otuz yıl içinde ABD’de, Avrupa’da ve başka birçok yerde olan budur. Halk kitlelerinin, kendi mücadelesine ayakbağı olan; birçok ülke açıktan açığa engellemeye kalkan statükocu partileri aşmasını olağan karşıladık. Bu yeni bir dünya yolunda başlı başına bir gelişmedir. İleri bir adımdır. Otuz yıl önce söylediğimiz, toplumsal ayaklanmalar ve toplumsal devrimler yüzyılı, birçok ülkede kitleler tarafından bir gerçek haline getirildi.
Statükocu partiler, tüm uğraşılarına rağmen, kitlelerin büyük kesimini neden çürütemediler? Çürütme yalnızca kendileriyle hareket eden insanlarla sınırlı kaldı. Bunun hem nesnel nedenleri, hem öznel nedenleri var. Nesnel nedeni, kapitalizmin toplumsal çelişkilerinin çok keskin olması, toplumsal eşitsizliğin büyük olması ve giderek daha da büyüme eğilimi göstermesi. Bu temel emekçi kitlelerin anti-kapitalist mücadelesini yeni bir dünya uğruna savaşımını canlı tutuyor. Yakın tarihte hiç eksilmeyen sokak gösterileri, isyanlar, ayaklanmalar, enternasyonal dayanışma mücadeleleri kitleleri sürekli canlı, diri tuttu. Devrimci komünist güçlerin teori-pratiği, politik mücadelesi emekçi halk kitlelerini daima canlı ve mücadele içinde tuttu. Dünya işçi sınıfı hareketinin deneyimlerini; başarı veya başarısızlıklarını buradan çıkardığı sonuçları, kitlelerin bilincini yükseltmek için ele aldı. Devrim yürüyüşü bütün canlılığıyla sürüyor.
Güncel tarihin içeriğini, işçilerin devrimci sınıf mücadelesi, kadınların küresel başkaldırısı, devrimci gençliğin mücadelesi; kitlelerin yeni bir dünya için, emperyalist-kapitalist sisteme karşı savaşı oluşturuyor. Burjuva partiler, kendilerini ezilen ve sömürülenlerden yana gösterseler de, demagoji ile kitleleri peşlerine takmak için uğraşsalar da, emekçi halk kitleleri tarihin içeriğini mücadeleleriyle oluşturmaya devam edeceklerdir. Bu bir olgudur. Bu gerçeğe karşın, reformist hareketler, kitlelerin mücadelesini zayıf göstermeyi sürdüreceklerdir. Oysa kapitalizmin ezdiği kitleler, kendi geleceklerini, kendi ellerine almak için, bilinçli, örgütlü ve militan bir mücadeleyi her yerde sergiliyorlar. Tarihin itici gücü, sınıf mücadelesidir, devrimci kitlelerdir. Çalışan insanlar, tarihin etkin bir gücü olmasalardı reformist hareketler faaliyet sürdürecek kadar bir grup insanı yanlarında bulamazlardı. Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir. Bu, kitlelerin tarihin etkin gücü olduğu anlamına gelir. Özel mülkiyet toplumuna son verecek ve yeni yarınları inşa edecek olan işçi sınıfı ve işçi sınıfı önderliğindeki emekçi kitlelerdir.
Birçok marksist, kapitalizmin günlük yaşamın egemeni olduğunu olgularla ortaya koydu. Kapitalizm gerçekten yaşamın bütün alanlarında egemen. Marx, kapitalizmin her türlü emeği, ücretli emeğe çevirme eğiliminde olduğunu açıklamıştır. Bu, toplumdaki sınıf karşıtlığının emek-sermaye çatışmasının gelişmesi ve yaygınlaşması demektir. Kapitalizm tüm toplumu çatışma alanı haline getirdi. Sınıf savaşı, ayaklanmalara yol açacak kadar keskinleşti. Burjuva toplum, her noktada, emekçi kitlelerin ateşi altında, çatışma tüm yeryüzünde. Ayaklanmalar da sistemin bütünlüğünde görülen bir olgu haline geldi. Burjuvazi, ne kadar direnirse dirensin, tarihin en devrimci dönemi, her yerde, kendi sonuçlarına doğru ilerliyor. Devrimci kitlelerin kendi tarihini yapmak için savaştığı bir yerde, burjuvazinin her türlü direnişi umutsuz bir direniştir. Bu bağlamda, sömürücü sınıfın çıkarını temsil eden burjuva partiler ne yaparlarsa yapsınlar bu durumu tersine çeviremezler.
Buna karşılık, işçi sınıfının, ezilen ve sömürülenlerin eylemleri yeni bir umudu, gelecek umudunu temsil ediyor. Çünkü emekçi halkın toplumsal kurtuluşunu amaçlayan eylemleri, tarihsel gelişme doğrultusundadır. İnsani bir dünyayı inşa etmeyi hedefliyor. İnsanlığın kurtuluşunu hedefliyor. Tam da bu nedenle, burjuvazi tüm gücüyle, halk eylemlerini bastırmak, ezmek istiyor. Çünkü, en küçük eylem bile verili toplumsal koşullarda, tüm ülkelere yayılan bir devrim yangını rolünü oynayabilir. Burjuvazi, her devrimci halk eyleminde, kendi geleceksizliğini gördüğü için bastırmak istiyor. Halk eylemi umut olduğu için burjuva sınıf onu ezmek üzere gerici şiddetini artırıyor. Ancak, tarihin ileriye doğru akışına karşı yapılan her girişim yenilgiye uğramaktan kurtulamaz.
Yeni bir dünyayı hedefleyen eylem umuttur, isyan umuttur, ayaklanma umuttur.
C.Dağlı