Burjuvazi, hükümet yıprandığı, teşhir olduğu ve yönetim görevini yapamayacak kadar zayıfladığında, yerine yeni bir hükümeti hazırlar. Aynı seyri, siyasi iktidar ve bir bütün olarak burjuvazinin sınıf egemenliği devrimci bir halk ayaklanmasıyla, bir devrim tehdidiyle karşı karşıya geldiğinde de yapar. Yeni bir hükümetle ortaya çıkmasının nedeni, devrimi engellemek ve böylece sermayenin egemenliğini güven altına almaktır.
Türkiye’de olduğu gibi, tekelci sermaye, muhalefeti iktidara hazırlarken, burjuva muhalefetin, küçük burjuva muhalefeti de ardından sürükleyeceğini düşünüyor. Daha doğrusu sosyal reformist partiler gönüllü olarak, bilerek, isteyerek, burjuva muhalif güçleri desteklemeye her an hazırlar. Reformist partiler, egemen sınıfın itiraz etmeyeceği sınırlar içinde hareket ettikleri için, burjuvazinin ardına düşmekten başka bir şey yapamazlar. Ama onlar yıllardır, emekçilerin çıkarları için, burjuva güçleri desteklediklerini açıklamaktan hiç geri durmadılar.
Tekelci sermayenin ve uluslararası sermaye gruplarının yeni bir hükümet kurarak, toplumsal devrimi boşa çıkarma çabaları sonuç vermeyecektir. Tam tersine bilinçli ve devrimci kitleler, devrimci hedeflerinden geri durmayarak burjuvazinin çabasını ve beklentilerini boşa çıkaracaktır. Onlar, devrimin sadece öznel koşullar tarafından hazırlandığını sanıyorlar. Devrimin öznesi çeşitli yollarla etkisiz hale getirildiğinde devrimin de gündemden düşeceğini sanmak, tarihsel gelişme ve dönüşmenin gerçek bilgisinden yoksun olmaktır.
Bu toprakların somutunda konuşacak olursak, devrimi hazırlayan koşullar yalnızca öznel olanlar değildir. Bunun nesnel, toplumsal nedenleri var. Devrim, bütün bu bütünsel koşullar tarafından toplumun önüne getirilir. Devrimin koşulları ortadan kalkmadan, devrim sürekli toplumun önüne gelecektir. Devrimin koşulları, sermayenin büyümesiyle zorunlu olarak oluştu: üretimin artan toplumsal boyutları, artı-değer sömürüsünün yoğunlaşması, bir kutupta zenginlik artarken, diğer kutupta yaşam şartlarının iyice kötüleşmesi, yarından emin olamama, toplumsal çelişkilerin derinleşmesi ve keskinleşmesi; emekçi kitlelerin devrimci öfkesinin büyümesi, yeni bir yaşam biçimi için, kapitalizme karşı eylemlerin süreklilik kazanması, kitlelerin sokaktan çekilmemesi, egemen gücün yönetemez duruma gelmesi, devrimci kitlelerin devrimci süreci ayakta tutma kararlılığını ortaya koymaları; bunlar devrimin hem tarihsel koşullarıdır, hem objektif ve subjektif koşullarıdır. Burjuvazi bu koşulları yok edemez; aksine, sermayenin büyümesi devrimin koşullarını iyice olgunlaştırıyor. Yani bu şu demektir ki, önümüzde öncekileri aşan ayaklanmalar var. İsyan ve devrim sonuca ulaşana dek hareket durmayacak ve durdurulamayacaktır.
Küçük burjuva reformistlerin, burjuva partilerinden ayrı biçimde örgütlenmeleri, onları, burjuvaziden bağımsız ve onlara karşı olarak kurulan, karşıt konumda olan, proletaryanın devrimci sınıf partisi konumuna getirmez. Uzlaşmacı küçük burjuva partilerin, burjuvaziden bağımsız görünmeleri biçimseldir, göstermeliktir. Çünkü dayandıkları küçük mülk sahipleri, burjuvaziden gerçek anlamda bağımsız davranmaz. Özel mülkiyet, onları büyük burjuvaziye bağlar. Ama yok olmaya sürüklendiklerinde, emekçi sınıfla birlikte hareket ederler. Reformist siyasi hareketler, küçük burjuvazinin bu ikili yapısını kendi siyasetinde yansıtırlar.
Uzlaşmacı siyasetler burjuva partilerin basit siyasi eklentileri olarak davranırken, egemen sınıfın, egemen fikirlerinin etkisiyle hareket ediyorlar. CHP ve diğerlerinin iktidarının demokratik bir ortam yaratacaklarını söylerken, tamamen egemen sınıfın, egemen fikirlerinin hakimiyetinde düşündüklerini kanıtlamış oluyorlar. Oysa gerçek anlamda demokrasi, halk demokrasisi ve sosyalizm, işçi sınıfının önderliğinde ve emekçi halkın birlikteliğinde gerçekleştirilebilir.
Burjuva güçleri hem destekleyelim, hem eleştirelim sözü tam bir aldatmacadır. Bu görüş, esas olarak burjuva güçleri desteklemeyi, proletaryanın sınıf savaşını bir kenara bırakmayı ve eleştiri görünümü altında bolca gevezelik yapmayı salık veriyor. Çünkü, egemen sınıfın egemen fikirleri temelinde gerçek bir eleştiri olmaz, olan şey sadece boş laflardır. Devrimci işçiler, burjuvazinin bütünlüğüne karşı mücadele ederken, eleştirilerini bu temelde yapar. Eleştiriler emekçi sınıfın burjuvazinin sınıf egemenliğini devirme göreviyle bütünlüklü olarak yürütülmelidir.
Tekelci kapitalizm, her alanı kendi gerici eğilimine göre biçimlendirir. Sadece siyasi alanı gericileştirmekle kalmaz, toplumsal yaşamda da kendi gerici tahakkümünü hakim hale getirir. Her burjuva hükümet, tekelci sermayenin gerici karakterine göre şekillenir. Burjuva partileri, tekelci sermayenin çıkarları ve gericilik eğilimi dışında göstermek, emekçi kitleleri aldatmaktır. Dolayısıyla, tekelci egemenliğe dokunmadan, onların siyasi güçlerine karşı mücadele vermeden emekçi halkların yararına bir şey yapılamaz. Toplumun köklü devrimci dönüşümü ve ilerici gelişmesi kapitalist toplumsal düzen ve onun kurumlarının yıkılmasıyla sağlanır.
Her burjuva siyasi iktidar, tekelci sermayeye hizmet etmek, onu güçlendirmek zorundadır. Ya da başka bir anlatımla, tekelci sermaye her iktidar sırasında güçlenmeye devam etti. Hiçbir burjuva siyasi iktidar bunun dışında davranamaz. Çünkü, iktidarların toplumsal doğası ve üstlendiği ideolojik, politik misyon bunu gerektirir. Tekelci sermayenin güçlenmesi (sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması) toplum üzerinde ekonomik ve politik olarak daha büyük bir baskı gücü durumuna gelmesi demektir. Sermaye büyüdükçe toplumun üzerinde daha büyük bir tahakküm gücü olur. Devletçilik, kamuculuk, bu durumu değiştirmez; çünkü devlet tekel bütünleşmesinin olduğu bir yerde, devletin gücü, sermayenin gücüdür ve devlet, tekelci sermaye tarafından halk kitlelerine karşı daha etkin olarak kullanılır ve kullanılıyor. Devlet, devletçilikle, kamuculukla daha büyük bir ekonomik güç haline gelir. Bu yüzden, kitlelerin üzerinde daha büyük bir baskı uygular.
Her siyasi yönetim, emperyalizmle ekonomik, askeri, siyasi ve toplumsal alanda bir dizi anlaşmaya gitmek zorunda, yapılan anlaşmalar, emperyalizme bağımlılık ilişkilerini güçlendirir. Emperyalizmin, Türkiye durumundaki bağımlı kapitalist ülkelerde ekonomik ilhakı sonuna kadar vardırma politikası, yeni hükümetler döneminde de devam eder. Böylece, uluslararası sermayenin Türkiye’de sömürüsü, dolaysıyla servet elde etmesi artmakla kalmayacak, siyasi gücü ve baskısı da artacaktır.
Siyasi iktidar, bugüne kadar izlenen çevre siyaseti çerçevesinden farklı bir çevre siyaseti izleyemez. Tekelci sermayenin ve emperyalizmin doğayla karşıtlık içindeki yapısı, doğası, farklı bir çevre politikasını olanaksız kılar. Dolaysıyla uluslararası tekeller maden çıkarma, hammadde kaynaklarını tekelinde tutma vb. nedenlerle çevre ve ekolojik kriz daha da büyüyecek. Emekçi kitlelerle sermaye arasındaki çelişki ve çatışmaların daha da şiddetleneceği apaçıktır.
Bugüne kadarki bütün iktidarlar gibi, bugünkü siyasi yönetim de gerek devletlerden, gerek finans gruplarından borç aldı. Borçlanma yalnızca mali bağımlılığı arttırmakla kalmaz, genel olarak ekonomik bağımlılılığı da arttırır. Ekonomik-mali bağımlılık tüm bağımlılıkların temelidir. Politik, diplomatik, askeri vb. bağımlılık bu temelde derinleşir ve derinleşmiştir. Borçlandırma, politik güç demektir. Borç veren devletler ve finansal kurumlar, bu yüzden, borç alan hükümetler ve toplum üstünde politik baskı gücü durumundadır. Dolaysıyla hükümetler, programlarını buna göre oluşturmak zorundadır. Bu denli bağımlı olan hükümetin bunun dışında halka verdikleri sözlerin fazla bir değeri yoktur.
Burjuva partiler, muhalefetteyken, kendi dönemlerinde ekonomiyi halkın yararına kullanacaklarını ileri sürerler. Fakat bu, halkın desteğini almak içindir. İktidara geldiklerindeyse, sermayenin programını hayata geçirirler. Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu partilerin burjuva toplumsal doğası, emekçilerin yararına bir şeyler yapmaya uygun değil. Ekonominin kapitalist niteliği, ekonominin hem sömürücü sınıfı hem sömürülen ve ezilen sınıf yararına uygun değil. Kapitalist ekonomi, bir grup insanın (işçi sınıfının) emeğine dayanıyor. İki sınıf arasında sınıf çelişkisi ve sınıf savaşı var. Dolaysıyla böyle bir toplumda, siyasi iktidar sermayenin yararına çalışır. Tekelci sermayenin ve uluslararası sermayenin çıkarına kullanır siyasi gücünü.
Siyasetin ekonomi üzerinde kuvvetli etkisi var. Fakat, kapitalist toplumda, siyasetin ekonomiye müdahalesi, özel mülkiyet tarafından sınırlandırılır. Tekelci kapitalizmde siyasetin etkisi tekellerin çıkarları tarafından sınırlandırılır ve biçimlendirilir. Hükümetin siyasi gücü ekonomik olarak en güçlü olanın yararına kullanılır.
Üretilen maddi zenginliğin, üretim ve tüketim araçlarının halkın yararına kullanılması için, bunun temel şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Temel koşul, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve ortak denetimidir. Bunun için kapitalist toplumsal sistem ortadan kaldırılmalıdır. Toplumun devrimci dönüşümüyle, halk yararına bir şeyler yapılabilir. Bunun için, işçi sınıfı, devrimci sınıf partisi öncülüğünde mücadele etmelidir. Bu parti, burjuvazi karşısında göstermelik bir bağımsız örgütlenme içinde davranmaz, gerçek anlamda bütün mülk sahiplerinden ve onların siyasi partilerinden bağımsız ve onlara karşıt bir siyaset izleyerek ve örgütlülük göstererek, yeni bir yaşam biçiminin temel koşulunu gerçekleştirebilir. Devrimci sınıf partisi, sosyalizmi işçi sınıfıyla birleştirir, kaynaştırır. İşçi sınıfını da sosyalizmle birleştirir. İşçi sınıfının ideolojik, politik ve pratik mücadelesine önderlik eder. İşçi sınıfının kurtuluşunu amaçlar.
Emekçi ve sömürülen kitlelerde, bu toplumun değişmesi yönünde güçlü bir istek var ve özlemlerini bu değişimle gidereceklerini biliyorlar. Bunu sadece sözle, sloganlarla vb. ortaya koymakla kalmıyorlar, yeni bir toplum hedefiyle yıllardır ısrarlı bir mücadele içindeler. Kitlelerin değişim istek ve arzusunun her yerde gören burjuva güçler, değişimi demagojik olarak dile getirmekten geri kalmıyorlar. Ezilen ve sömürülen kitlelerde kuvvetli antikapitalist duygu ve düşüncelerin varlığı ve değişim istekleri burjuva partilerinde “bu düzen değişmelidir” biçiminde yansımasını buluyor. Söylemeye bile gerek yoktur ki, düzen güçleri, bu toplumsal düzeni değiştiremezler. Fakat kitlelerin duygularını kullanmak bu duygulardan yararlanıp iktidara gelmek için de bütün siyasal kurumları ve propaganda aygıtlarını sonuna kadar harekete geçiriyorlar.
Sosyal reformist hareketler “Bu düzen değişmeli” sloganını uzun süredir kullanıyorlar. Bunu çoğu kez “bu rejim değişmeli” biçiminde açıklıyorlar, onların söyledikleri, siyasi iktidarın ve onun yaptıkları düzenlemeleri değiştirmekten öteye gitmiyor. Düzen değişmeli ifadesini, kapitalist toplumsal düzenin değişmesi olarak kullandıklarındaysa bu, laftan öteye geçmez. Çünkü, kapitalist toplumsal düzen, ancak toplumsal devrimle değişir. Gerçek bir değişim toplumun devrimci dönüşümü olabilir. Reformist partilerse devrimci değil, reformist bir siyasal çizgi izliyorlar. Hepsinin günlük çalışma olarak yaptıkları, pratikleri tamamen reform taleplerini gerçekleştirmekle sınırlıdır. Bu çizgi, bu anlayış, toplumu gerçek anlamda değiştirecek olan kitlelerin enerjisini sınırlamaktan devrimci bakışlarını daraltmaktan, dolaysıyla devrim doğrultusundaki kavgasını engellemekten başka bir şey yapmıyorlar.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler bu toplumsal düzeni değiştirecektir ve bunda kararlı fakat, sırtını burjuva güçlere dayayarak değil, bunu kendi gücüyle, toplumsal devrimle yapacaktır.
C.Dağlı