Brecht, bir komünist olarak “Kapitalizmi zorlamaya niyetiniz yoksa faşizmi zorlayamazsınız” derken Leninistlerin sürekli altını çizdiği faşizmin sınıfsal kökenine, tekelci sermayenin egemenliğine işaret etmiştir. Bu demokrasi mücadelesi için de böyledir.
Demokrasi sorunu ele alınırken demokrasinin sınıfsal niteliği nedense hep “unutuluyor”. İşçi sınıfı devrimci bir sınıf olarak, burjuva demokrasisi için değil, kendi sınıfının demokrasisi için mücadele eder. İşçi sınıfı, proleter demokrasinin düşmanı olan kapitalist sınıfın egemenliğini ortadan kaldırmayı hedeflemez ise, demokrasi sorununun çözümünde de milim yol alamaz. Bizim gibi devlet-tekel bütünleşmesinin sağlandığı ve faşizmin, tekelci sermayenin en gerici en baskıcı devlet aygıtı olarak varlığını sürdürdüğü koşullarda, işçi sınıfının demokrasi mücadelesi, faşizmi, onun dayandığı işbirlikçi-kapitalist sınıfın ekonomik ve politik iktidarını kaldırmayı hedefler. Proletarya, kendi iktidarını kurmayı hedeflemediği takdirde, şimdilerde ancak küçük-burjuvaların rüyalarını süsleyen burjuva demokrasisinin dar ufkunu aşamaz. Aşamaması bir yana, burjuva demokrasisi dönemi, tarihsel olarak kapanmış olması nedeniyle burjuva demokrasisi için mücadele, bataklıkta çırpınmanın ötesine geçemez. Çırpındıkça batarsın.
Bugüne kadar, reformist ve oportünist hareketler, burjuva demokrasisi anlayışına dayandılar. Reformist, uzlaşmacı, pratikte ise hiçbir kıymeti olmayan taleplerini proletaryanın demokrasi talebi olarak sundular. Proletaryanın demokrasi talebine ise devrim talebi muamelesi yaparak (isteyen Lenin’in ortaya koyduğu demokrasi taleplerine bakabilir) uzak durdular. Devrim talebine ise ‘hayal’ gözüyle bakıp, yalnız fikir egzersizlerinde “dostlar alışverişte görsün” hesabı değindiler.
Şimdi iki sınıf arasındaki çelişki, kelimenin gerçek anlamıyla ölüm kalım meselesine dönüşmüş ve işçi sınıfının iktidar sorunu kendini böyle bağıra çağıra ortaya koyuyorken, uzlaşmacılar işçi sınıfının iktidar sorununu muğlak bir “insan hakkı” çerçevesinde ele alıp, onun ötesine de geçmeye cesaret edemeden “ne var ki canım çok insani talepler bunlar” diyerek burjuva sınıftan insaf bekliyorlar. Onlar kapitalizmin çöküşü, dağılması anlamını taşıyan bu krizden bu yanıyla “fırsat” çıkarmaya çalışıyorlar. Bunun en yakın örneği, üçüncü havalimanı işçilerinin yaşadıkları üzerinden ortaya konulan yaklaşımlardır.
İnşaat işçileri, onlarca ölümden, iş kazasından, saatlerce yağmur altında servis beklemekten, kötü ve yetersiz yemeklerden, hakarete uğramaktan, ücretlerini alamamaktan, eksik yatan sigortalarından vs. bıkmış, bardağı taşıran son damla olan servis kazasıyla “artık yeter, sanki Firavunun köleleriyiz” diyerek eyleme geçmişlerdi. Devlet, işçilerin kaldığı koğuşların kapılarını, gecenin bir yarısı, sanki düşman topraklarını fethediyor havasında kırarak basmış, yüzlerce işçiyi gözaltına almış, kalanını da dipçik zoruyla çalışmaya zorlamıştı. Tabi ardından 24 işçiyi tutuklayıp, farklı farklı yerlere dağıtarak, yaptıklarına iyice pişman olmalarını sağlamaya çalışmayı da ihmal etmedi.
Burjuva sınıfın kalemşorları “bu itlerin bitini” biz temizleriz, bu tahtakurularını biz ezeriz” nefretini burjuva basında kusarken, Erdoğan da onlarca işçinin mezarı olan o havaalanına F-16’larla genel kurmay başkanı ile askeri kıyafetlerle iniş yapıyordu. Kimse sordu mu, senin o F-16’larla, genel kurmay başkanı ile askeri kıyafetlerle orada ne işin var diye?
Burjuva sınıf, reformistlerin ve oportünistlerin aksine, inşaat işçilerinin eylemini hiç de insani talepler çerçevesinde görmemiş, kendi sınıf egemenliğine yönelen ciddi bir tehdit olarak algılamış ve sınıf bilinciyle, “egemenliğime yönelen her türlü tehdidi ezerim” mesajını o görüntülere taşımıştı. Burjuva sınıf, çöken bir üretim biçiminin zar zor bir arada tutabildiği baskı aygıtının, her biri kendi paçasını kurtarma derdine düşmüş birliğinin, bir sırça köşk olduğunun farkında. İşçilerin her kararlı eyleminin, bu sırça köşkü tuzla buz edecek bir bozkır yangınını tutuşturabileceğini biliyor. Ayrıca, ekonomik-siyasal ve toplumsal kriz ona en ufak bir taviz verme lüksünü de vermiyor. Bu yüzden, tam bir sınıf bilinciyle, hasmına hiç soluk aldırmayarak, ama korku ve baskıyla sindirmek için tüm gücünü kullanıyor.
Leninistler haricinde kimse, işçilerin yaşadıkları sorunları, sınıf mücadelesi içinde ele almıyor, bu sorunların, proleter demokrasiyi sağlama sorununa dayandığını görmüyor ya da görenler de bunu böyle ifade etmeye cesaret edemiyor. Bu gün için işçilerin 'insanca çalışma koşulları'nı, kapitalist sömürü koşullarında sağlamanın olanağı yoktur. Bu koşullar ancak kapitalist sömürü ortadan kaldırıldığında olanaklı olacaktır. Bu da, onurlu yaşama ve çalışma sorununu proletaryanın demokrasi sorununa bağlar. Proleter demokrasinin sağlanması ise ciddi bir devrimci sınıf savaşımı, bir dizi ayaklanma ve devrimi gerektiriyor.
İşçi sınıfı, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan, sanayi, tarım, inşaat, maden, enerji, hizmet sektörlerine yayılan devasa gövdesiyle, onu o zincirlere mahkum etmeye çalışan her türlü engele rağmen silkelenmeye ve koşullarını değiştirmeye çalışıyor. Krizin kıyılara vuran ilk dalgaları, proletaryayı sokaklara süren bir seyir izliyor. TÜPRAŞ Aliağa işçilerinin uyarı grevi, Türk Traktör işçilerinin işten çıkarmalar, karşısındaki huzursuzluğu, Çerkezköy OBS grevi, İzmir CMS işçilerinin grevi, Bursa Cargill işçilerini İstanbul yürüyüşü, Flormar işçilerinin grevi ve daha irili ufaklı onlarcası, bunun bir ifadesidir. İşçi sınıfının devrimci bilince sahip ileri kesimi, önünde ciddi bir savaş olduğunun bilincinde, kendi gücünü yokluyor, ilerlemeye, yolunu aşmaya çalışıyor. Bireysel ve dağınık tepki ve eylemlerin yoğunluğundaki artış, fırtına bulutlarının toplandığının işaretidir. Burjuva sınıfın dünya çapındaki krizi, işçi sınıfını, her gün daha fazla kendi iktidarı için savaşa girmeye ikna ediyor, birleştiriyor.
Bugün, işçi sınıfının devrimci bilince ve mücadele deneyimine sahip kesimi ve enerjik, gözü kara genç kesimi ile Leninistlerin kurduğu/kuracağı bağ, bu sınıf savaşının seyrini ve de sonucunu belirleyecek. GDH programı, işçi sınıfının ittifaklarıyla kuracağı, onlarla birlikte savunacağı demokrasi programı olarak, işçi sınıfını, burjuva düzenin sınırlarına mahkum etmeye çalışan tüm reformist, ekonomist ve oportünistleri bastırmalıdır. Şimdi Leninistlerin devrimci sınıf savaşımını örgütleme ve yönetme becerisini ortaya koyma vaktidir. Tarih böylesi “fırsatları” her zaman sunmaz.
Aybel Gül