Bu uçuş / yıllarca yıllar / kadar yıl sürdü / Vaktaki gün doğuşu kanla köpürdü / Ok hedefin kırmızı kalbini gördü... / Ok uçuşta usta oldu gayrı çırak değil, / o ırak / menzil artık ırak değil...
Tıpkı komünist şairin dediği gibi, işçi sınıfı yıllardır sürdürdüğü mücadele içinde öğrendi, gelişti bir sınıf olarak dostu düşmandan ayırabilecek bilinç düzeyine ulaştı, ulaşıyor. Bu aşamaya gelebilmek için çok kafasını gözünü yardı, çok bedel ödeyerek ulaştı. Şimdi bundan sonrasına daha ileri gitmek, nihai amacına, zafere ulaşmak için hangi araç ve politikalar doğrultusunda yürüyecek. Can alıcı soru bu ve bu soruya verilecek cevap da.
İşçi sınıfı açık düşmanı tanıyor, ama kendi safında olan, kendi yanında olduğunu sandığı, kendine dost bildiği reformist, oportünist, uzlaşmacı bozguncuları yeterince tanımıyor, yeterince farkında değil henüz.
Yani pirincin içindeki siyah taşları görüyor ve ayıklıyor da beyaz olanları pirince benzeyenleri henüz ayıklayamadı. Oysa siyahları görmek kolaydı şimdi sınıf olarak beyazları, bize benzeyenleri ayıklamanın zamanı geldi, bunu yapmalıyız ki daha ileri gidebilelim, nihai amacımıza ulaşabilelim.
Bunu anlayabilmenin, ayıklamanın yolu kimin ne dediğine ne yaptığına bakmaktır. Şu kriz sorununa bakmak dahi yeterlidir. Bugün ekonomik krizin sonuçlarını hepimiz yaşıyoruz. Bu süreci reformistler de dahil herkes iyi tasvir ediyor ve krizin olduğunu söylüyor, fakat bundan kurtuluşun yolu, yöntemi konusunda ne diyorlar?
Mücadelenin ileri taşınması noktasına gelince uzlaşma çağrısı yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Durumun tespiti önemlidir ama eksiktir, asıl olan bunun devrimle ilişkisini kurmaktır. Diyalektik düşünceye yabancı olan eski materyalistlerin yaptığı gibi yalnızca dünyayı yorumluyorlar. “Filozoflar yalnızca dünyayı farklı şekillerde yorumladılar, asıl sorun onu değiştirmektir” Tıpkı Marx’ın eski materyalistler için söylediği gibi, reformistler yalnızca krizi tespit ediyorlar ama bu krizden toplumsal sistemin değiştirilmesi için ne yapmak gerektiğine dair hiç bir şey söylemiyorlar: “Krizin faturasını krizi çıkaranlar ödesin”den başka..
Sınıfın öncüsüyüz iddiasında olan reformistler çözüm olarak sınıfın önüne ne koyuyorlar. Kocaman bir hiç. Haksızlık etmeyelim faturayı ödemeyeceklerini söylüyorlar. Kuyrukçu bir teorinin ve pratiğin üzerine öncü etiketi vurmakla öncü olunmuyor. Tüm reformist ve oportünistler ağız birliği etmişçesine “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” diyorlar. Güzel hiçbirimiz ödemek istemiyoruz. Peki nasıl olacak bu iş, ne yapmalıyız bay reformist, ne öneriyorsun. Şöyle diyorlar: “asgari ücrete zam, yaşanabilir asgari ücret, işten çıkartmayın” vb vb. Görmemizi istemedikleri bizden gizledikleri şeyler var. Bu krizin nedeni ne, niçin bu krizleri yaşıyoruz? Bu krizin nedeni ve kaynağı bizzat kapitalist üretim biçimidir.
Durum buyken onlar krizi yaratanlardan çözüm bekliyorlar, böyle yaparak da aslında hiçbir şey yapmıyorlar, bizi ezen sömüren kapitalistlerle uzlaştırmak istiyorlar. Sanki böyle bir uzlaşma mümkünmüş gibi. Sanki işçi sınıfıyla burjuva sınıfın çıkarları ortakmış gibi. Oysa iki sınıf arasında uzlaşmaz çelişkiler var, birinin çıkarına olan diğerinin zararına olur.
İki sınıf arasında sınıf savaşı var ve işçi sınıfı kazanana, burjuva sınıfın sırtını yere getirene kadar devam edecek. Oysa lafız düzeyde de olsa hepsi “krizi biz çıkarmadık, çıkaranlar faturayı ödesin” diyorlar. Onlar yani kapitalistler ödesin diye talepte bulunuyorlar. Sorunu yaratanların sorunu çözmesini istiyorlar. Şunu unutuyorlar sorunu yaratanların bilincinin düzeyiyle sorunlar çözülmez, ancak daha ileri bir bilinçle çözülebilir. Kısaca bu faturacı tayfa bize söyle diyor; bizi sömürmeye devam etsinler ama daha insaflı olmaları için ricada bulunalım. Kapitalist sömürü düzeni devam etsin ama bizi de düşünsünler. Bu konuda işçi sınıfı artık netleşmek istiyor. Biz artık sömürülmek istemiyoruz. Bunu dost düşman böyle bilsin.
Bu cevaptan sonra şu sorulabilir; peki doğru olan ne bu doğruyu kimler savunuyor. Kapitalist sistemle uzlaşan değil, onunla savaşan, sömürünün sınırlandırılmasını değil, ortadan kaldırmak için mücadele edenler ve bize de bunu yapmamızı salık veren politikalar ve politik güçler. Yani komünistler, leninistler, komünist parti politikaları doğrultusunda örgütlenmek ve mücadele etmek. Marx örgüt konusunda şöyle diyor; “Proletaryayı kurtaracak silah örgüttür. Örgüt sınıf mücadelesinin proletaryaya özgü silahıdır”. Biz de bu silaha sahip olmalıyız. Bu silahımız olmadan, bu silaha sahip olan, tepeden tırnağa örgütlü olan burjuva egemenliğe karşı mücadele etmemiz zor olacaktır. O vakit hiç zaman kaybetmeden acil görev olarak örgütlenmeli ve mücadeleye girişmeliyiz.
İşçi sınıfı sağlam örgütler kurduğunda bu örgütlere dayanarak sınıfın bugünkü dağınık ekonomik mücadelesini bilinçli sınıf mücadelesine politik mücadeleye dönüştürdüğünde devrim için, sömürüden kurtulmak için mücadelemiz daha da ivme kazanacak ve zafere yaklaşacaktır. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır. İşçi sınıfı olarak işe girişmenin zamanıdır.
Bunu sağlayacak araçların başında da komite ve konsey örgütlenmesi gelmektedir. Hem de öyle “öz yönetim, öz savunma” araçları olarak değil, tam tersine, ayaklanmanın organları ve yeni iktidarın ilk nüveleri organları oldukların bilinciyle örgütlemeliyiz.
Biz sömürünün ortadan kalkmasını istiyoruz, küçük-burjuvalar ise yumuşatılmasını, biz kapitalist sistemle mücadele diyoruz, onlar uzlaşalım diyorlar. Durum bu kadar net ve ortada. Biz işçi sınıfı olarak ne istediğimizi bilirsek, bizi kurtuluşa götürecek politikayı ve politik hareketi daha rahat seçebiliriz. Girişte de söyledik artık mücadelede ustalaştık, dostu düşmandan, zaferin yolunu çıkmaz sokaktan ve devrimci-komünistleri uzlaşmacı reformistlerden ayırmasını öğrendik, öğreniyoruz. “Devrim büyük kitleleri harekete geçirmek için yalnızca bir ilk itilim bekliyor.” Bu topraklarda 50 yılı aşkın süren devrimci mücadele geleneği mevcut, yeter ki doğru hedeflere götürecek politika ve partiyle buluşmayı sağlayalım. Bu başarıldığında, biz de bu ana her anlamda hazırız demektir...