Rakamların dili soğuktur. Toplum yaşamında en acımasız gerçekleri tüm canlılığından soyutlayarak koyar önümüze. Basit birer istatistiki veriye dönüştürür.

Oysa ne korkunç acıklı olayların, insanı isyan ettiren durumların soğuk sözcüsüdür o!

Düşünün. Bu ülkede çalışabilir insan sayısı 66 milyon. Fransa’nın toplam nüfusu kadar bir “işçi ordusu potansiyeli” var. Ama bunun sadece 23 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı olarak çalışıyor. Durum tek kelimeyle korkunç!

TÜİK’in cambazlıklarının bile örtemediği işsizlik rakamlarına bakın. Geniş tanımlı işsiz sayısı 10.9 milyon! Bir önceki ayın verilerine göre 900 bin kişilik bir artış demek bu. Aileleriyle birlikte ne kadar edeceğini varın siz hesaplayın!

Düşünün, komşumuz Yunanistan’ın toplam nüfusu 10 milyon. Yunanistan’ın nüfusundan daha fazla işsizimiz var... İşsizliğin yarattığı o cehennem kıskacı koca bir ülke nüfusu kadar insanı yakıp yıkıyor. Açlıkla, korkunç bir yoklukla yaşamdan kovuluyor milyonlarca insan.

Genç işsizliği bunun çok üzerinde... Her üç gençten biri işsiz! Hele genç kadınlar söz konusu olduğunda, her iki kadından birinin işsiz olduğu çıkıyor ortaya.

Umut yok, gelecek yok, gelecekten en ufak bir beklenti yok! Ne var peki? Her tür çürüme, yozlaşma, suç, ülkeden kaçış... Bütün bir nesil bu korkunç çarklar arasında öğütülüp yok ediliyor! Bunun yaratacağı ve yarattığı yıkım nasıl anlatılabilir ki!

Bu cehennem, yalnızca işsizleri yutmuyor. Çalışan milyonlar üzerinde de muazzam baskı yaratarak işçi ücretlerini aşağı çekiyor. Bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile altında olan asgari ücret, bugün halihazırda çalışan bütün işçilerin genel ücreti haline geldi. Toplumun büyük bir kısmı kelimenin gerçek anlamında aç!

İşte rakamların soğuk yüzünden yansıyan böylesine bir cehennem... Ama hepsi bu değil! Milyonlarca işçi ve emekçinin bu cehenneme isyanı, öfkesi, ayağa kalkışı da var. Ülkenin dört bir yanında ardı ardına patlayan irili ufaklı protestolar, grevler, fabrika/işyeri önü nöbetleri, direniş çadırları, yol kesme eylemleri...

İşçi ve emekçiler o dipsiz uçurumun kenarında yaşama tutunuyor, kavgaya atılıyor. Umutsuzluk ve karanlık, kavgayla gelen umuda bırakıyor yerini. Bir kez daha görüyoruz hep birlikte:

Eylem, umudun anasıdır!