Depremin üzerinden neredeyse bir buçuk sene geçti ve Antakya hala depremi sanki dün yaşamış gibi. Tek fark bazı yerlerde bina enkazlarının kaldırılmasının yarattığı boşluk.

Araçla geçtiğimiz yollarda “Geçici Konaklama Merkezi” adı altındaki konteyner kentler ile karşılaşıyoruz, hala içme suyuna erişebilmek için metrelerce kuyrukları görüyoruz. Yağmur yağdığında gelişigüzel yapılan konteyner kentlerdeki su baskınları ve burada yaşamaya çalışan insanları görüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi AFAD, depremlerde oturdukları evleri yıkılan, orta hasar veya ağır hasar alan kiracılara yatırılan kira yardımının haziran ayı sonunda kesileceğini duyurdu.

Depremzedeler bu duruma tepki gösterirken, bir yandan da binlerce kişi “geçici konaklama merkezi” denilen konteyner kentlerde yaşamaya daha doğrusu hayatta kalmaya devam ediyor. Hatay’da birçok aile konteynerde yaşamaya devam ediyor. Hatay genelinde oturuma açılan konteyner kent sayısı 209 iken bu konteyner kentlerdeki 60 bin 331 hanede 178 bin 80 kişi kalıyor. Kırsal alanlardaki konteyner sayısı ise 15 bin 78. Hatay’daki 209 konteyner kentin 6’sı Altınözü ilçesinde, 79’u Antakya’da, 2 tanesi Arsuz’da, 5 tanesi Belen’de, 27 tanesi Defne’de, 1 tanesi Dörtyol’da, 1 tanesi Erzin’de, 8 tanesi Hassa’da, 10 tanesi İskenderun’da, 29 tanesi Kırıkhan’da, 2 tanesi Kumlu’da, 1 tanesi Payas’ta, 4 tanesi Reyhanlı’da, 19 tanesi Samandağ’da ve 1 tanesi de Yayladağı’nda bulunuyor. Bu sayının büyük bir kısmı ise gidecek bir yerleri olmayan Suriyeli mülteciler. Yaşanan her şeyi kat kat daha zoruyla yaşamak zorunda kalanlar.

Konteyner kentlerde kalanların çoğu, sorunları kendilerince çözmeye çalışıyor, birbirleri ile dayanışmaya çalışıyorlar. Haberleri ya da yapılan açıklamaları taradığımızda eğitimden, sağlığa, kadınlar ve çocukların ihtiyaç duyduğu her şeye ulaşabilecekleri hizmetler mevcut. Ama gerçeklik... “geçici” olan konaklama merkezlerinin kalıcı hale gelmesi, oyun alanı olmayan yerlerde çocukların hayallerinin bile tükenmesi, suyu olmayan çeşmeler, suyu olmayan çamaşır makineleri, onlarca kişinin hijyenden yoksun aynı tuvalet ve banyoyu kullanmak zorunda kalması, tabi eğer su varsa, yoksa çadırın ya da konteynerin içinde leğende yapılan banyolar. Kitabı bulunmayan kapısına kütüphane tabelası asılı boş alanlar. Etrafı toz bulutlarıyla ve çamurla kaplı “konaklama merkezleri”. İçme suyu için arıtma cihazlarının su olmadığından çalışmadığı “konaklama merkezleri”. Bulaşıcı hastalıkların, uyuzun kol gezdiği “konaklama merkezleri”, sokak lambalarının olmadığı, varsa da yanmadığı “konaklama merkezleri”, seçim dönemlerinin, burjuva siyasetçilerinin uğrak merkezleri bu “konaklama merkezleri”.

Soralım kendimize, yaşamak denilen şey sadece nefes alıp başımızı sokacağımız bir saçak altı mı? Ki bu saçak altı, her yağmurda su sızdırıyor içeri, her rüzgarda devrilmeye biraz daha yaklaşıyor. Soralım, bu mudur istediğimiz yaşam? Soralım ve sorduralım, bu mudur insanlığın kendine layık gördüğü? Bu sistemin içerisinde yaşamak gerçekten mümkün mü? İnsanları insanlıklarından çıkaran, binlercesini yaşam sunuyoruz diye bir alana kapatan, sadece uyuyacak bir köşe sunan bu sistem bize ne verebilir? Oysa hep söylenir insanca yaşamak istediğimiz. Evet insanca, insani koşullarda yaşamak istiyoruz ve bunu sadece kendimiz için değil tüm bir toplum için istiyoruz. Bunun için onca çaba, onca mücadele. Bizlere istediğimiz hayatı verecek olan sosyalizmdir, başka hiçbir sistemde insanlıktan, insani olandan söz etmek mümkün değildir. İşte bu yüzden, her koşulda sosyalizmin umut bayrağını dalgalandırmalıyız, insanlara anlatmalı, insanca yaşam için sosyalizm mücadelesine katılmanın gerekliliğine ikna etmeliyiz.


Ayla Gök