28 Aralık'ta İran'ın önemli kentlerinden biri olan Meşhed'de başlayıp diğer kentlere de yayılan ayaklanma, bugünlerde hız kesmiş gibi görünse de, yakından bakıldığında görülecektir ki, ayaklanmaya neden olan ekonomik, sosyal ve siyasal nedenler çok köklü. Bu nedenle de öyle saman alevi gibi parlayıp sönümlenecek bir durumdan bahsetmek mümkün değil.
İran'daki gelişmeler bir kez daha Marx'ın o ünlü sözünü akıllara getiriyor: "Bir devrimin kapıdan girerken söylediği sözle çıkarken söylediği söz aynı olmayacaktır". Ayaklanma ilk başladığında eylemciler, "Pahalılığa Son" sloganı atıyorlardı, şimdi "Diktatörlüğe Son", "Siyasi Tutsaklara Özgürlük","İslam Cumhuriyeti İstemiyoruz" sloganları atıyorlar. Ayaklanmanın başladıktan sonra hızla yayılması, İran'da birikmiş sorunların ne kadar fazla ve yaygın olduğunu gösteriyor. 1979 Devrimi'nden beri ülkeyi yöneten Mollalar, halkın hiçbir köklü sorununa çözüm bulamadıkları gibi, her geçen gün sorunları daha da ağırlaştırmış ve adeta halkı yaşamın dışına itmişlerdi. İşsizlik, hayat pahalılığı, inanılmaz boyutlara ulaşmıştı İran'da. Molla rejimi çoğu zaman baskı ve zorla, kimi zaman da "reformlar" adı altında politik çevirme hareketiyle halk ayaklanmasını engelliyordu. Her gelişen halk hareketini, "fitne", "dış güçlerin oyunu" diye damgalayarak kendini kurtarmaya çalışan molla rejimi, bu şekilde daha önce başlayan diğer isyanları bastırabilmişti. Ama bu kez öyle olmayacağı, ayaklanmayı bastırabilseler bile ayaklanma koşullarını ortadan kaldıramayacakları, halkın yeni ayaklanma girişimlerinde bulunacağı görülüyor.
İşin doğrusu, Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgede giriştiği işgal hareketleri vb, İran gibi ülkelerde başlayan halk hareketlerini değerlendirirken ihtiyatlı olmayı gerektiriyor; çünkü İran, Rusya ile birlikte bölgedeki ABD saldırganlığını ve dolayısıyla onun işbirlikçileri olan İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni dengeleyen önemli aktörlerden biri. Suriye, Filistin, Lübnan ve Yemen üzerindeki etkisi biliniyor. Bunun için emperyalist devletlerin öncelikli hedefleri arasında. Fakat bunun böyle olması İran devletinin kendi halkı üzerinde tam bir gerici diktatörlük uyguladığı gerçeğini değiştirmiyor.
Molla rejimi daha devrimin ilk yıllarında komünist ve ilerici güçlere karşı giriştiği vahşi katliamlarla biliniyor. Burada komünistlerin yanlış bir hesapla Şah rejimine karşı mollaları desteklemesinin faturası ağır olmuştu. Komünistler, sokak ortasında idam edilmişler, işkencelerden geçirilip zindanlara kapatılmışlardır. Tarih, bir kez daha göstermiştir ki, proletaryanın bağımsız sınıf politikası vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Proletarya ve onun önderliği bu politikadan hiçbir koşul altında vazgeçmemelidir.
Bugün İran'ın ABD'nin bölge politikalarına karşı oluşunu, İran'ın anti-emperyalistliğine vb yormak doğru değildir. İran devleti, kendi bölgesel çıkarları gereği, bugün nesnel olarak "ABD karşıtı" bir zeminde duruyor; ama yarın ne yapacağı, hangi cephede yer alacağı hiç belli olmayan bir devlettir.
Molla rejiminin özü anti-komünist bir burjuva diktatörlüktür. Örneğin, Afganistan’da demokratik iktidarın yıkılması için Sovyet Ordusuna ve Afganistan devrimci demokratik güçlerine karşı ABD ve diğer emperyalistlerle birlikte savaşan, Taliban dahil dinci faşist çeteleri örgütleyen devletlerin başında geliyor. Molla rejiminin bu gün kendi varlık koşulları gereği ABD ile çatışma halinde olması bu gerçekleri ne değiştirir ne de unutturur.
Bugün, Rojhilat'ta (Doğu Kürdistan) Molla rejimi, her gün onlarca Kürt’ü infaz ediyor, işkencelerden geçiriyor. Rojhilat'taki Kürt Halkının kendi kaderini tayin hakkını kullanma istemine karşı mollaların gösterdiği tutum, onların gerçek yüzünü gösteriyor. Hiç bir anti-emperyalist söylem, bu gerçekliği gölgeleyemez. Ayrıca, günümüzde anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunamayacağının altını kalın çizgilerle bir kez daha çizmek gerekir. Kapitalist bir ülke olarak İran'ın anti-emperyalizmden bahsetmesi gülünçtür.
ABD başkanı Trump'ın İran'daki gelişmeler üzerine adeta saçına kına yakmışçasına yaptığı açıklamalar, bizi şaşırtmamalıdır. Elbette, ABD ya da diğer emperyalist güçler, gelişmelere kendilerine göre yön vermeye çalışacaklardır ve hatta mümkündür ki, bu gelişmelerde onların parmağı olsun. Ama bu olgu, İran işçi sınıfı ve devrimci güçlerinin proletaryanın bağımsız sınıf çıkarları temelinde devrim mücadelesini bir kenara koymalarını ya da 79 Devriminde olduğu gibi, Mollaların kuyruğuna takılmalarını gerektirmez. Bu ölümcül hata 79’da işlendi bir daha aynı hataya düşülmemeli.
Bugün iktidarda olan Ruhani ekibi, "Bu ateşin dumanının herkesin gözüne kaçacağını" tespit ettiği için, göstericilere karşı "özeleştirel" bir tutum sergileyerek, "bazı haklı taleplerinin dikkate alınacağı" sözleri veriyor. Anlaşılan o ki, son süreçte eylemlerin biraz hız kesmesinde bu tutum etkili oldu. Önce eylemlere, "komplo", "muhalefet kanadının planı" diye yaklaşan Ruhani, şimdi söylemlerini yumuşatarak ayaklanmanın sönümlenmesi için çabalıyor. Tabii bir yandan da sokakları Devrim Muhafızları ve Besic güçleriyle kontrol altına alma telaşında. Şu ana kadar 1500 insan gözaltına alınmış, onlarca insan öldürülmüş durumda. Ayaklanmacılar, ciddi bir politik önderlikten yoksun. Bu onların zayıf karnını oluşturuyor.
Başörtüsü takma zorunluluğuna karşı sokağa çıkan kadınların hareketin en önemli dinamiklerinden birini oluşturduğu görülüyor. Bu nedenle İran halkının "özgürlük" talebinin öyle bir kaç rötuşla geçiştirilemeyeceğini söyleyebiliriz. Birçokları bunun bir "inkılabı gorisnegan"(Açların Devrimi) olduğu konusunda hemfikir. Dolayısıyla açlar doymadan, işsizler işe kavuşmadan ve insanlar politik özgürlüklerine kavuşmadan hareketin sonlanması pek mümkün görünmüyor. Ayaklanmada taşralıların ağırlıkta olması da bu söylediğimizi doğruluyor.
Gelinen aşamada İran'daki gelişmeleri değerlendirirken komünistlerin kendilerine has kriterleri olmak zorunda. Biz, gelişmelerin arkasında "emperyalist bir komplo" arayanlardan değiliz. Olayları emek-sermaye çelişkisi ekseninde ele alırız ve İran'da sadece bir siyasal devrimin yeterli olmayacağını, bir toplumsal devrimle tamamlanmadığı sürece her siyasal devrimin geriye dönme ve hatta bir karşı-devrim olma riski taşıdığını en iyi biz biliriz. Bu nedenle İran'daki gelişmeleri dikkatle izlemeye devam etmemiz ve emekçi halkın yükselteceği sloganları sahiplenmemiz gerekir. Tabii Rojhilat Halkının ve kadınların özgürlük taleplerine de sahip çıkarak.
İran'daki gelişmeler, daha önce söylediğimiz dünyanın devrimlerle sarsılmaya başladığı, bir dünya devriminin ufukta belirdiği gerçeğini doğrular niteliktedir. Bizim yoğunlaşmamız gereken nokta burasıdır.
Ali Varol Günal