Bulutlar yoğunlaşıyor; ortalık bir hayli elektrik yüklü; şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyor... Her şey fırtına öncesi o ihtişamlı gerginliğe işaret ediyor. Devrim de, karşı-devrim de o büyük kapışma anına doğru doludizgin gidiyor. İsteyen tarihte benzeri örneklerini arayabilir; ama bize kalırsa tarihin gördüğü en büyük iç savaşın öngününde bulunuyoruz. Daha doğru bir söylemle zaten varolan bir iç savaşın yeni evresinde…
Türkiye ve Kürdistan devrimi şimdi, benzetme yerindeyse, araftan geçiyor. Bundan sonra her şeyi güç ilişkileri belirleyecektir. Fırtına koptuğunda ancak sağlam binalar ayakta kalacaktır; siyasal terimlerle ifade edersek, ancak savaşıma öncesinde gerektiğince hazırlananlar, büyük kapışmadan zaferle çıkma olanağına sahip olacaklardır.
Bu fırtınanın Gezi ya da 6-8 Ekim Ayaklanmalarından farklı olacağı öncelikle kabul edilmelidir. Anlamak güç ama ortalama solun bir çok kesimi, 15 Temmuz darbe girişimi önceki süreçle sonraki sürecin değişmeden aynı seyrettiğini düşünüyor. 15 Temmuz öncesinde savunma/direniş çizgisinde olanların 15 Temmuz sonrası da aynı çizgide olmasına şaşmamak gerekiyor gerçi; çünkü devrim somut olarak algılanmadığı sürece, yaşanan bütün olayların tarihin normal seyrinde ilerlemesinden başka bir şey olmadığını düşünmek, tutarsızlığında tutarlı olmak demektir. Tarihin içindeki sıçrama anlarını öngöremeyenlerin başka türlü davranmalarını beklemek yanlış olurdu.
Şimdi gelişmeleri tahlil ederken ortalama sol hareketin ne yaptığından/yapmadığından çok, bizim, biz Leninistlerin ne yaptığına/yapmadığına bakmak daha yerinde olacaktır. Kendimizi burjuvazinin dayatmaya çalıştığı gündemlerin uzağında tutmaya, kendi gündemimize yoğunlaşmaya adapte etmek bizi bu süreçte diğerlerinden farklı bir yere koydu elbette; ama politik ilkeliliği izlemesi gereken, kitleler içinde hızla kök salmak sözkonusu olduğunda henüz istediğimiz düzeyin (olması gerekenin) bir hayli gerisinde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Ve burada iğneyi başkalarına çuvaldızı kendimize batırmamız, bizi halimizden memnun olma sendromundan kurtaracaktır.
Egemen olamayan, egemen olabilmek için de gözü dönmüşcesine her yere saldıran Türk burjuvazisi, karşı karşıya olduğu tehdidin farkında. Bugüne kadar kullandığı yöntemlerin hiçbirinin devrimin gelişiminin önünü kesemediğini görüyor; bir varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya olduğunun bilincinde; her şey, bu savaşı kazanıp/kaybetmesine bağlı. Şimdilerde halkı, dış güçlerin Türkiye'nin iyiliğini istemediği, "gelişen, güçlenen bir Türkiye'den çekindikleri; bunun için de Türkiye'nin önüne taş koymaya çalıştıkları" teraneleriyle uyutmaya çalışıyorlar. İçeride ve dışarıda yarattıkları savaş ortamının sonucunda kopacak fırtınanın kendilerini de önüne katıp süpüreceğini görmüş olacaklar ki, şimdilerde "rabia" işaretiyle ayakta kalmaya çalışıyorlar. Deyim yerindeyse fabrika ayarlarına dönerek, fırtınayı atlatmaya çalışıyorlar; ama gelin görün ki, ne dünya artık on sene önceki dünya, ne de Türkiye, on sene önceki Türkiye. Her şeyden önce, Gezi gibi büyük bir ayaklanmayı yaşamış bir ülke, artık eskisi gibi olamaz; ikincisi Kürt halkının onyıllardır vermiş olduğu mücadelenin, ulaşmış olduğu düzeyin gerisine düşeceğini düşünmek, en büyük ahmaklıktır; üçüncüsü, ufukta emareleri belirmeye başlamış olan büyük bir ekonomik krizin, varolan siyasi krizi daha da derinleştireceği gün gibi ortada. Buna, emperyalist-kapitalist devletlerin, "hasta adam" statüsünde gördükleri TC devletini kurtarmak için herhangi bir girişimde bulunmaya isteksizliklerini de eklemek gerekiyor (AB'nin Semih ve Nuriye'nin tutuksuz yargılanma taleplerini geri çevirmesini söylediklerimizi geçersiz kılacak bir argüman olarak ileri sürenler olabilecektir; onlara 19 Aralık döneminde aynı Avrupa Birliği'nin F Tipi Zindanlara onay verdiğini hatırlatmak isteriz; en büyük hata, emperyalistlerden devrimin yararına kararlar almasını beklemektir. TC devletini her koşulda desteklemeyenlerin, devrimi destekleyeceğine dair yanlış inancın sol saflardan sonsuza kadar uzak tutulması önem taşıyor).
Marx ve Engels'in yüzyıldan daha uzun bir süre önce Avrupa'daki devrimlerin geri çekilişini değerlendirirken yeni bir devrimin ancak yeni bir ekonomik krizden sonra geleceğine dair yaptıkları belirleme bugünün dünyası için geçerli olduğu kadar Türkiye ve Kürdistan için de geçerlidir. Biz, fırtına yaklaşıyor derken, bunun bir ekonomik krizi takip edeceğini söylemek gerekiyor. Türkiye tekelci kapitalizmin yapısal bunalımı değil bahsettiğimiz; muhtemelen inşaat sektörü başta olmak üzere bir çok sektörde yoğunlaşan kredilerin geri ödenememe durumunun yaratacağı krizden bahsediyoruz. Ya da uluslararası alanda oluşmuş olan finans balonlarından birinin burada patlamasıyla oluşacak krizden... Bu durumda Türkiye ekonomisinin ve ona doğrudan bağlı olan siyasi iktidarın ayakta kalacağını düşünmek, eğer burjuvazinin her türlü krizi atlatabileceğine dair duyulan ahmakça bir güveni ifade etmiyorsa bir politik körlüğü ifade ediyor olacaktır. Yaklaşan fırtınayı sezinleyememek için insanın ya devrimden tamamıyla umudu kesmiş olması gerekir ya da devrimci bir bakış açısına sahip olmaması.
Aslında karşı-devrim cephesinde yaşanan huzursuzluğu, kaynaşmayı görmek bile bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu sezmeye yeter. İç ve dış politikada tamamen sıkışanların er ya da geç kendi içlerine döneceklerinden kimin kuşkusu olabilir. Paranoyanın, birbirine güvensizliğin had safhaya ulaştığı devlet katında, herkes hem birbirinin kuyusunu kazmaya uğraşırken hem de kendisinin ipinin ne zaman çekileceğini düşünmekle meşgul. Bu koşullarda "yönetenlerin eski tarzda yönetmeye devam ettiği"ni söylemeye kim/nasıl cesaret edebilir bilemiyoruz; ama isterlerse "yönetenlere" bir sorsunlar hallerinin nice olduğunu.. ya da artık halktan gizleyemedikleri surat ifadelerine baksınlar...
Evet, fırtına yaklaşıyor. Eğer bu fırtına için hazırlıklarımızı şimdi yapabilir; işçi ve emekçileri bu fırtınaya hazırlayabilirsek buradan daha da güçlenmiş olarak çıkabilir ve fırtına sonrası yürünecek yolu daha emin adımlarla yürüyebiliriz. Bu fırtınada kendilerine korunaklı bir yer arayanlara hatırlatalım: Artık iç savaşta tarafsız olmanın mümkün olmadığı bir sınıra ulaşmış bulunuyoruz; artık ya proletaryadan yanasınız ya da burjuvaziden! Ya devrimden ya da karşı-devrimden, kaçıp sığınılacak bir ara yer kalmadı!
Ali Varol Günal