Devrimin güncel olduğunun en önemli göstergelerinden biri, insanların kafasında "ne yapmalı?" sorusunun hemen yanında "nasıl yapmalı?" sorusunun da belirmesidir. 16 Nisan referandumu sonrası yaşananlar ise, ne yapmamalı/ nasıl yapmamalı sorularının cevaplarını netleştirdi sanırız. Parlamentarizmin, aynı anlama gelmek üzere seçimlerin hiçbir derde derman olmadığı çok daha iyi görüldü ve anlaşıldı.
Herhalde Kılıçdaroğlu'nun yaptığı yürüyüşün yarattığı iklim de çok uzun erimli olmayacak, geniş yığınlarda siyasi iktidara ve sisteme karşı duyulan öfkenin sarnıcı dolmaya devam edecektir. Yığınların birikmiş öfkesini bir yürüyüş ve mitingle boşaltacaklarını düşünenler, fena halde yanıldıklarını çok geçmeden görecekler ve "sokağın çağrısı" kulaklarda çınlamaya devam ettikçe, insanlara itidal tavsiyesinde bulunanlar, tarihin dinamizmi tarafından bir kenara atılmaktan kurtulamayacaklardır.
Karşı-devrim cephesinden duyduğumuz, "kendimizi zor tutuyoruz", "duvarları yumrukluyo-ruz" türünden ulumalar da gösteriyor ki, herkes kendi cephesinden bir savaşa hazırlanıyor. Bu savaşın büyük çatışmalarının ne zaman başlayacağını kimse kestiremez ama en azından herkes şunu bilir ki, bu çatışmalar bir kez başladı mı sonuna kadar gitmeden durmaz. "Devrim hiç kuşkusuz olup olabilecek en otoriter şeydir" diyor Engels, "nüfusun bir kesiminin diğer kesimine topla, tüfekle, süngüyle, kısacası hepsi de fevkalade otoriter olan araçlarla kendi iradesini zorla kabul ettirmesidir". Hal böyleyken, bugün devrimin büyük çatışmalarına hazırlanmak yerine ıvır zıvır "hak alma mücadelesi"yle uğraşmak, ortalama sol hareketin ufkunun ne kadar daralmış olduğunu göstermekten öteye bir anlam ifade etmiyor. Yığınların bilincini olduğundan daha düşük görmek, halkın devrimci enerjisine güvenmemek ortalama sol hareketi, "halka, önce hak alma bilinci vermeliyiz" geri anlayışına sürüklemektedir. Oysa halk, bugün neyin ne olduğunu birçoklarından daha iyi görüyor ve kavrıyor. Bizden bilmediklerini onlara öğretmemizi bekliyor. İşte bu noktada "nasıl yapmalı?" sorusu önem kazanıyor..
"Nasıl yapmalı?" sorusu, pratik bir soru ve dolayısıyla cevabı da ancak pratikte verilebilecek bir soru. Eğer, her birimizin kafasında "ne yapmalı?" sorusunun cevabı netse, geriye yapmak için harekete geçmek kalıyor. Burada da "cesur inisiyatif" dediğimiz şey, devreye giriyor. Her bir leninistin döneme ilişkin yapılacaklar/ yapılması gerekenler üzerine düşünmesi, düşüncelerini yoldaşlarıyla paylaşması ve yapılacak işler için gönüllü olması gerekiyor. "Bakışın yönü" konusunda netlik olduktan sonra, inisiyatif alarak ileri atılmak, doğru zamanda doğru bir pratiği hayata geçirmek hepimizin öncelikli görevidir. Bazen düşmanla aramızdaki güçler dengesi, yapmak istediğimiz şeyleri yapamamamıza yolaçabilir. O zaman, yapılması gerektiğine inandığımız şey(ler) için güç biriktirmeli -isterseniz bunu örgütlenmeli olarak da okuyabilirsiniz- ve momenti yakalamayı beklemeliyiz. Bu süreç boyunca, kendi tarihimizden ve dünya devrimler tarihinden öğrenmeyi sürdürmeli, deneyimli yoldaşlardan görüş almalı, her adımda ne kadar güç biriktirmiş olduğumuza, bu gücü nerede ve nasıl kullanabileceğimize bakmalıyız. Yaşamın diyalektiği içinde doğru zamanda ve yerde yapılan müdahaleler, önümüzü açacak, iyi örnekler, hızla yaygınlaşacaktır.
Kitle hareketinin her somut anının, somut bir değerlendirmesini yapmak önemlidir. Kitlelerin ruh halini doğru bir şekilde değerlendiremezsek, onların gerisinde de kalabiliriz, onlardan kopuk bir dar pratikçiliğe de düşebiliriz. Bugünün devrimci durum ve iç savaş koşullarında kitlelerle onların bütün yaşam alanlarında somut bağlar kurmak, bir gerekliliktir. Onların içinde olmadan, ruh hallerini anlayabilmek mümkün değildir. Tabii sadece onların içinde olmak da yetmez, nereden ve nasıl baktığınız da önemlidir. Onlara devrimci bir bakış açısıyla yaklaştığınızda göreceğiniz şeyle reformist bir bakış açısıyla yaklaşıldığında görülecek şeyin aynı olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
O halde yapılacak ilk iş, bütün soruların cevaplarının bizde olduğunu düşünmeden kitlelere gitmektir; kendi gündemimizi onlara kabul ettirmeye çalışmadan önce, onların gündeminde ne olduğunu öğrenmeye/ anlamaya çalışmalı, bu gündemi onlarla birlikte yorumlamalı, üzerine tartışmalı ve birlikte devrimci sonuçlar çıkarmalıyız. Elbette bunun, bir anda, daha ilk denememizde olacağını düşünmemeliyiz; bazen istediğimiz sonucu alana kadar aynı şeyi, farklı şekillerde defalarca yapmamız gerekebilecektir. Sabırlı davranarak, bir olaya farklı açılardan bakmayı bilmek, bazen daha önce göremediğimiz bir şeyi görmemizi sağlayacaktır. Yeni ilişkilendiğimiz insanlar, bizde farklı ufukların açılmasına neden olabileceklerdir; belki de onlar bunun farkına bile varmadan olacaktır bu iş.
Nasıl yapmalı?.. Hareket halindeki kitlelerin engin denizine dalmalı... Umudu aramak yerine, umudu onlarla birlikte yaratmaya çalışmalı. Dönemin devrimci karakterini ve "her devrimin güçlü bir karşı-devrim örgütleyerek gelişeceği"ni unutmadan hazırlanmalı, atımızın dört ayağını nallamalı ve yeni ufuklara sürmeliyiz. Devrimle karşı-devrimin çarpışmasından güçlü çıkanın devrim olacağına inanarak çalışmalı ve "amacı isteyenin araçları da yaratmak zorunda olduğunu" bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız.
Ali Varol Günal