Dönem, bu tarihsel soruyu bir kez daha sordurtuyor bize. Her an her şeyin olabileceği bir politik atmosferde devrimci sorular sormak ve bu sorulara devrimci cevaplar vermek yaşamsal önemdedir.
Faşizm, gemi azıya almış saldırıyor; bir yandan da paramiliter güçlerini örgütlüyor. Bu savaşı kazanmanın kendileri için bir varlık yokluk sorunu olduğunu en yetkili ağızlarından ilan etmiş durumdalar ki, bu bir gerçekliği ifade ediyor. Saldırılarını son noktaya kadar sürdürmekten başka çareleri olmadığı görülüyor. Cumhuriyet gazetesinin dahi hedef alınması bunu gösteriyor. HDP milletvekillerinin alınması, en son Sırrı Süreyya Önder'in partilerinin kapatılabileceğini söylemesi, AKP hükümet-devletinin niyetlerinin anlaşılması açısından önemlidir. Dün olabileceğine ihtimal vermedikleri şeyler bugün büyük bir hızla oluyor. Düşünsenize açılışına bugünkü cumhurbaşkanının kutlama mesajı gönderdiği bir partinin bugün kapatılabileceği konuşuluyor. Bu elbette parlamentoya büyük ümitler bağlayanların üzerinde önemle durması gereken bir derstir. Kürt halkında yıllardır oluşturulmuş parlamentodan beklentiler, küle dönüşmüştür. Bu vakitten sonra hiç kimse Kürt halkına parlamentonun kendi sorunlarını çözebileceğine dair boş vaatlerde bulunamayacaktır.
Şimdi aşılması gereken bir yanlış kavrayış daha vardır, o da bütün bu olup bitenleri bir adamın başkanlık hevesine bağlama dargörüşlülüğüdür. Birileri işi ifrata vardırıp sözkonusu şahsın bir akıl hastası olduğunu iddia etmeye kadar vardırdı (bkz KP). Bu tür argümanlar ileri sürülünce karşı tarafın bütün gardını düşürüp, onları yere sereceğini düşünmek basiretsizliğine sol içinde düşmeyen kalmadı dersek yeridir. Oysa sorun ne bir muhterisin gözü dönmüşlüğüdür, ne de ikbal hevesi; sorunu sınıfsal mücadele ekseninde ele alırsanız, burada sıradan bir kişinin kaderinin bir sistemin kaderi haline geldiği bir durumla karşılaşırsınız hepsi bu. Bunu kişinin kendisi, muhtarlara yaptığı bir konuşmada "ben gidersem, devlet çöker" şeklinde özetlemişti zaten.
Şimdi gündemde olan anayasa tartışmaları vb de bu kapsamda yaklaşmak gerekiyor. Yeni anayasa ihtiyacı, çökmekte olan devleti kurtarmak içindir, başka bir şey için değil. Devlet, kendi içinde oluşan derin çatlakları onarma çabası içindedir. Bugün hükümet politikalarına karşı çıkan herkesi, "üst akıl" dedikleri ABD'ye hizmet ediyormuş gibi gösterme gayretleri bu nedenledir. Ümmet olmaya niyetlenmişken yeniden millet olmaya karar vermeleri ve yeniden bir milliyetçilik furyasının başlatılması da bu amaca hizmet ediyor. "Yenikapı ruhu" dedikleri şeye şiddetle ihtiyaçları var, yoksa sık sık böyle ruh çağırma nöbetlerine tutulmazlardı.
Bir de süregidemeyen osmanlı seferleri var tabii. En son içinde olmak için kırk takla attıkları Rakka operasyonunda yer alamayacaklarının ortaya çıkmasıyla iyice bataklığa saplandıkları Suriye seferi... Amerikalı yetkililer tarafından Türkiye'nin o bölgede bulunmasını gereksizleştirecek "biz gerekeni yapıyoruz zaten" açıklamasından sonra adeta camii önüne terkedilmiş bebek durumuna düşmeleri... Bunun arkasından gelen genelkurmay başkanları arasındaki görüşmelerde karara bağlanan Türk ordusuna direktör atanması. Hatırlanacaktır en son Ecevit döneminde çökmekte olan ekonomiyi kurtarmak için IMF tarafından Kemal Derviş direktör olarak atanmıştı. Bunu şöyle okumak da mümkün: AKP hükümeti-devleti belediyelere kayyum atayadursun, emperyalist devletler de Türk ordusuna kayyum atamış bulunuyorlar. Bu tıpkı Osmanlının son döneminde "hasta adam" muamelesi görmesine benziyor. Emperyalist devletler Türkiye'yi "hasta adam" olarak görüyor olacaklar ki, artık yönetsel işlere doğrudan el koyuyorlar. Zaten bunun böyle olduğunu anlamak için AB yetkililerinin söylediklerine ve ABD'nin hatırı sayılır gazetelerinin yazdıklarına bakmak yeterli. Türkiye, adeta kendisi hakkında bu merkezlerden olumlu bir söz duymak için çırpınan, bu merkezlerden bir medet umar hale gelen "şamar oğlanı" durumundadır.
Bu durumda başlangıçtaki soruya dönecek olursak, devrim güçleri ne yapmalı? Her şeyden önce, tarihsel bir dönemde olunduğunu kabul etmeli. Her şeyi halktan beklemek ve halktan o an için bir tepki gelmeyince halka sitem etmek yerine, öncelikle kendi yapması gerekenlere yoğunlaşmak ve halkın önüne somut bir devrim programı koymak; bugün ilk elden yapılması gereken budur. Şimdi zaman geçirmeksizin "aşırı muhalefet partisi" olma modundan çıkılmalı, zaferi göze alabildiğimiz başta Kürt halkı olmak üzere işçilere ve emekçilere gösterilmeli. Faşist odakların dağıtılması için birlikte ve kararlılıkla hareket edilmeli, bunun için vakit geçirilmeden bir araya gelinmelidir; "direniş" mantığından, "basın açıklamacı" anlayıştan kurtulunmalıdır.
Halkların birleşik devrimi için halkların mücadele birliğini sözde değil pratikte örmeye ihtiyacımız var; şimdi herkes, bir başkasından beklemeden bu adımı atmak zorundadır. Bulunduğumuz her yerde, her alanda. Kasım 2016
Ali Varol Günal