Dünya tarihinin bu kritik döneminde marksist-leninistler dışında geniş bir kesim, geleceğe dair karamsar düşüncelere sahipler; emperyalist-kapitalist sistemin dünyanın geleceğini yoketmeye dönük açgözlülüğü, insanlarda bu tür düşüncelerin oluşmasına neden oluyor.
Belki de bu Lenin'in "kesin bir zafer" için önkoşul olarak gördüğü, "umutsuzluğun kıyısı"dır. Ancak bu noktadan sonradır ki, yığınlar kaybedecekleri hiçbir şeyleri olmadığı düşüncesiyle son ve belirleyici bir savaşıma gireceklerdir.
Bugün bizler tarihin düğüm noktalarından birinde bulunuyoruz; insanlık ya ileri bir sıçramayla emperyalist-kapitalist sistemi yerle bir edecek, komünist bir devrimle kendi gerçek tarihini başlatacaktır ya da bir geri düşüşle karşı karşıya kalacak ve bir kez daha barbarlığı deneyimlemek zorunda kalacaktır. Hiç kuşku yok, kimi zaman geçici geriye düşüşler olsa da, tarih hiçbir zaman geriye doğru yol almaz, hep ileriye doğru akar. Kimi zaman tarihin akışı yatağından çıksa, kavisler çizse de akışın yönü ileriye doğrudur.
Kapitalist sistem, içinde bulunduğu Yeni Evre'de, her adımında doğayı ve insanlığı yıkıma uğratıyor. Sermaye, genişletilmiş yeniden üretim yapamadığı bu koşullarda yeni bir yıkım savaşıyla içinde bulunduğu krizden çıkmayı hedefliyor. 3. Dünya Savaşı, bugün önceki ikisinden farklı olarak salt bir pazar paylaşım savaşı olarak değil, emperyalist-kapitalist sistemin dünya halklarına karşı bir savaşı biçiminde sürüyor. İçinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz, emperyalist-kapitalist sistemi tüm dünyada bir saldırganlık içine soktu. Artık sistemin, savaşlar olmadan kendi varlığını sürdüremeyeceği bir noktada olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Savaşların ise emperyalist-kapitalist sistemin sonunu getireceğine hiç kuşku yoktur. "Eğer Marx, geleceğe dair bir hayli umutlu olmuşsa nedeni, bu iç karartıcı tarihsel sicilin büyük ölçüde bizim hatalarımızdan kaynaklanmadığının farkında olmasıydı" diyor Terry Eagleton, "tarihin bu kadar kanlı oluşunun nedeni, insanların çoğunun kötü ruhlu olması değildi. Bunun nedeni, maruz kaldıkları baskılardı. Dolayısıyla Marx, insanların kötü kalpli olduğu mitine boyun eğmeden geçmişi gerçekçi biçimde tartabilirdi. Ve bu geleceğe güvenmesinin bir nedeniydi. Onun materyalist olması, böyle bir umut beslemesine yol açmıştır."(Marx Neden Haklıydı? Yordam Yayınları, sf116)
İşte günümüzde marksist-leninistleri dünyanın geleceğine ilişkin bu kadar umutlu ve iyimser yapan maddi zemin budur. Tarihin akışı, insanların karşısına ummadıkları anda ummadıkları gelişmeleri çıkartabilir. Bugün dünyanın dört bir yanında emperyalist-kapitalist sisteme karşı verilen mücadeleler, komünist devrimin gelişimini hazırlıyor; çevre hareketleri, kadın hareketleri, öğrenci gençlik hareketleri, küreselleşme karşıtı hareketler, ulusal kurtuluş hareketleri hepsi kapitalizmin kara defterini dürmek ve yeni bir dünya yaratmak için girişilmiş hareketlerdir. İlk başladıklarında sadece bir protesto hareketi olarak başlasalar bile, süreç içerisinde hepsi anti-kapitalist bir nitelik kazanmışlardır. Bu hareketlerin sosyalizm yöneliminin olmaması bizleri karamsarlığa itmemelidir; öznel niyetlerinin dışında bu hareketlerin gelip dayanacakları nokta, sınıfsız ve sınırsız bir dünya özlemi olacaktır.
Devrimin nesnelliği, somutluğu ve güncelliği, geleceğin bugünden daha iyi olacağına dair ümitlerimizi diri tutuyor. Özellikle Türkiye ve Kürdistan'da yaşananlar, asla sıradan ve rutin şeyler olarak değerlendirilemez. Tarihsel bir alt-üst oluş süreci içinde olduğumuz çok açık; çelişkiler çok yoğun, çatışmalar her alanda süregidiyor; gündem çok hızlı değişiyor, normal zamanlarda onyıllara yayılacak gelişmeler birbiri ardı sıra yaşanıyor. Tarihi gelişmelerdeki yoğunluk her olayda kendisini hissettiriyor. Bütün bunlar, tarihi bir sıçrama anının öngününde olduğumuzu bizlere gösteriyor.
Bugün Türkiye ve Kürdistan'da pratik bir hal almış olan devrimin nasıl olacağı, bu konuda marksist-leninistlerin somut olarak ne yapmaları gerektiği politik gündemin öncelikli konusudur. Herkesin kafasındaki konu, devletin lime lime dağılıp çözüldüğü koşullarda, devrim için bu kadar elverişli bir ortam varken devrimcilerin/komünistlerin ne yapması gerektiğidir. İşte leninistler bunun için Geçici Devrim Hükümeti programını bu kadar ısrarla gündeme taşıyor, üzerine tartışılmasını istiyorlar. Yarın devrim ete kemiğe büründüğünde, siyasi iktidarın nasıl şekillendirileceği, bir devrim hükümetinin nasıl kurulacağı ve bunun öncelikli adımlarının neler olacağı, o gün değil, bugünden üzerinde konuşulmuş netleştirilmiş olmalıdır. Aksi takdirde devrimin tozu dumanı içinde yol tayin etmek, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. İşçi sınıfı ve emekçileri siyasi iktidarı almaya hazırlayan bir siyasi hareket, önüne bunu nasıl ve hangi araçlarla yapacağını en açık ve yalın haliyle koymak zorundadır. Biz bugünden devrimin siyasal programının açıklanması gerektiğini söyledikçe, reformist ve oportünistler bizi ütopyacı olmakla, ayakları havada görüşler savunmakla eleştiriyorlar. Oysa bu ütopyacılık vb değil tam da Che'nin söylediği anlamda "gerçekçi olup imkansızı istemektir." Bugün "gerçekçi olmak", koşulların her geçen gün devrim için olgunlaştığını görmektir. Bu koşullarda devrimciler önlerine devrim konusunu somut olarak koymazlar ve devrimin somut olarak örgütlemesine girişmezlerse bir lafazandan öte ne olabilirler? Bugün materyalist iyimserlik, varolan devrimci durumun devrime dönüşmesi için harekete geçmeyi ve engel tanımamayı gerektiriyor. Bugün az olmamızın bizi duraksatmaması gerektiğini, yarın milyonların bizimle birlikte olacağını bilerek hareket etmenin bizi hedefimize ulaştıracağını bilince çıkarmayı gerektiriyor.
"Hiçten, sıfırdan başlayarak zafere ulaşan devrimimiz, insana inancın örneğidir" diyor Fidel Castro, "Ne tek bir silahımız, ne de paramız vardı; mücadeleyi başlatanın adını bile kimse bilmiyordu, yine de onların tüm gücüne, yüz milyonlarca pesoluk servetlerine, binlerce askerine karşı koyduk ve devrimimiz zafere erişti; çünkü insana inanıyorduk. Yalnızca zafere erişmekle kalmadık, emperyalizme de karşı koyduk, devrimimizi bugüne ulaştırdık(...) İnsana inanmasaydık bütün bunları nasıl yapardık?" Devrimi zafere ulaştırmış bir ülkenin önderi olarak o, tarihsel sorumluluklarını yerine getirmiş olmanın huzuru içindedir. Kuşkusuz henüz devrimi zafere ulaştıramamış bir ülkenin devrimcileri/komünistleri olarak bizler, diken üzerinde olmaya devam ediyoruz; ama materyalist iyimserliğimizi bir an olsun terketmeden.
"Marx için önemli olan ideal bir geleceği hayal etmek değil" diyor Eagleton, "daha iyi bir geleceğin ortaya çıkmasını engelleyen şimdiki çelişkileri çözmekti." Bu çelişkileri çözdü, devasa eserler olarak önümüze koydu; şimdi bizler "tarihin çözülmüş bilmecesi" olan komünizmi, tüm insanlığın gündemine yeniden ve daha güçlü sokmak için çalışmalıyız.
Ve şairin dediği gibi "akarsu gibi" iyimser olmayı, bir an olsun bırakmamalıyız. Ekim 2016
Ali Varol Günal