Uzunca bir süredir ortalama solun birçok kesimine sirayet etmiş olan bir hastalık, yaşanan bu son darbe girişimiyle daha da su yüzüne çıktı; bu devlete akıl verme hastalığıdır. İsteyen buna devletle empati yapmak da diyebilir; yanlış olmaz.
Zaten konuşmalarında ya da yazılarında "ben onun/ onların yerinde olsaydım" türünden sözlere sıkça rastlıyoruz. En son Hayatın Sesi TV'de gündeme ilişkin yaptığı bir konuşmada EMEP MYK üyesi Mustafa Yalçıner, bunun örneklerini fazlasıyla sundu bize. Kendini devlet içindeki tarafların yerine koymak suretiyle, böyle bir durumda kendisinin ne yapacağını söyleyip durdu. Öyle ki, programı yapan kişi kendisini uyarmak zorunda kaldı. Bu eğer, bu zatı muhteremin ilk defa yaptığı bir şey olsaydı, üzerinde fazla durmaz, reformistliğine verir geçerdik. Ne yazık ki bu zat, daha önce yazdığı köşe yazılarında da, devletin Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ni bitirmek için neler yapması gerektiğini yazmakta bir beis görmüyordu. En son darbe girişiminde meclisin bombalanmasından duyduğu üzüntüyü dile getirirken de aynı ruh hali içindeydi.
Benzeri bir ruh halini, darbe girişiminden hemen sonra başka bir TV programına çıkan TÖP-G sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu'nda gördük. Bu zatı muhterem de darbe girişiminin püskürtülmesinin hayırlara vesile olmasını diliyordu. Nasıl mı? Devletin bundan ders alacağını ve bundan sonra "barış süreci"ne yeniden döneceğini ümit ettiğini söylüyordu. Elbette buna politik körlük de diyebiliriz; ama yok, bu politik körlükten öte bir şey, devlete bir daha böyle bir durumla karşı karşıya kalmaması için ne yapması gerektiğini telkin etmek; tam tanımlaması bu. Yani egemen sınıfın baskı ve zor aygıtı olan devlete, bekasını sağlamak, egemenliğini garanti altına almak için akıl vermek. Sanki devletin onların akıllarına ihtiyacı varmış gibi, bakın şunları şunları yapmazsanız başınıza şunlar şunlar gelir demek... Devlet yöneticileri de herhalde bunların söylediklerini kaale almak yerine gülmekten bir hal oluyordur.
HDP'lilerin açıklamalarına bakın, yine aynı öngörüsüzlüğü göreceksiniz. Sanki yaşanan her şey, çözüm sürecinden vazgeçildiği için oluyor. RTE'nin kişisel hırsları yüzünden ülkeyi bir felaketin eşiğine getirdiği dillerde sakız olmuş adeta. Şimdi hepsi, devlete krizden çıkış yolları sunmakla meşguller. Eğer devlet içindeki "karanlık" unsurları ayıklarsa, demokratikleşirse, o zaman böyle şeyler bir daha yaşanmayacaktır. Adeta gözaltına alınan general vb'lerinin Sur'da Cizre'de halkı katledenler olduğunu söyleyerek, bu yönde bir umut doğabileceği varsayılmaktadır.
Peki ortalama solu, politika kulvarında böyle çapsız olmaya, devlete akıl verme yarışına girişmeye sürükleyen nedenler ne acaba? En başta gelişmelerin devrimin baskısı altında ortaya çıktığını görememeleri; komplo teorilerine kendilerini kaptırmaları, toplumsal-siyasal gelişmeleri, sınıflar mücadelesine göre değil, öznel niyetlere, kişisel hırslara, yeteneklere vb göre açıklama. Sonrası, konumlarını devrimci olma, varolan devrimci durumu devrime dönüştürme yerine, Lenin'in deyimiyle, "aşırı muhalefet partisi" olarak sınırlandırma. İdeolojik ve politik olarak muğlaklık... Devletin, siyasi iktidarın politik çevirme hareketinin etkisi altına girme, olaylara devrimci bakış açısını kaybetme, olayları son nedenlerine, ekonomik nedenlere kadar götürememe, yaşanan Yeni Evre'yi kavramama... Bunlara elbette daha bir çok şey eklenebilir; ama ne yazık ki durum budur.
Toplum, şimdi "devlet yanlıları" ve "devlet karşıtları" olarak bölünmüşken, herkesin safını iyi belirlemesi gerekiyor. Soyut "demokrasi" ya da "demokrasi cephesi" tanımlamaları bu saflaşmada insanların konumlarını belirlemeye yetmiyor. Yetmediği, bu Pazar Taksim'de CHP'nin yapacağı mitinge katılacağını açıklayan parti ve demokratik kitle örgütlerinin, aynı yerde AKP ile yan yana gelecek oluşundan anlaşılıyor sanırız.
Bizler son yaşanan olaylar karşısında tutumumuzu en başından ortaya koyduk. Bir kez daha önderlerimizin bize hatırlattığı söze uygun davranarak "devrimcinin görevi, devrim yapmaktır" diyoruz. Karşı-devrimin insanları sokağa dökmesine aldırmadan, bugünlerin bir de yarını olduğunu unutmadan, devrimci iktidar için mücadelemizi sürdürmeliyiz. Soyut "demokrasi" söylemleri bizim için hiçbir şey ifade etmiyor; halk demokrasisini kazanabilmek için somut bir halk devrimi gerekiyor. Temmuz 2016
Ali Varol Günal