"Güçlü aile güçlü toplumu doğurur”, “Aile toplumun temelidir” diye nara atanlar ile “olağan” “münferit” “rızası var” “siyaset dışı” diye tecavüzü, çocuk istismarını meşrulaştıranların aynı zihniyetin sözcüleri olması da görünen ile gerçeklik arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.
"Teklifini vermeye hazırlandığımız son anayasa değişikliğiyle aile kurumumuza ve insan fıtratına yönelik tehditlerin önüne bir set daha çekmiş olacağız."
Alıntıladığımız bu sözü kimin söylediğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Zira kendisi, maden ocaklarında büyük ihmaller yüzünden onlarca insan hayatını kaybettiğinde de bunun madenciliğin fıtratı olduğunu anlatmıştı bizlere. Kapitalizm ne zaman çıkarları için insan hayatını, onurunu hiçe sayacak olsa fıtrat/yaratılış safsatalarına başvuruyor.
Toplumsal gelişmede öyle bir aşamaya geldik ki, artık gülünç bile gelmeyen söylemlerin karşısında öğrenilmiş bir çaresizlikle Pavlov’un köpeği gibi hareket eden, hiçbir özgürlüğü, özgünlüğü olmayan, istem gücünden yoksun insanlar da en az bu sözleri sarf edenler kadar suçlu, en az onlar kadar tarihe gömülmeyi hak ediyor.
“Güçlü aile güçlü toplumu doğurur”, “Aile toplumun temelidir” diye nara atanlar ile “olağan” “münferit” “rızası var” “siyaset dışı” diye tecavüzü, çocuk istismarını meşrulaştıranların aynı zihniyetin sözcüleri olması da görünen ile gerçeklik arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. Sistemin topluma dayattığı, kutsallık atfettiği değerler, artık gözle görünecek kadar somut bir yozlaşmışlık içindeler. Nerede biri “fıtrat” dese orada “yasak”, nerede biri “aile” dese orada “şiddet” ve nerede biri “ahlak” dese orada “nefret” var.
Ve işte nerede biri “yasa” dese orada “savaş” var. “Varoluşumuzu aileye hapsedemezsiniz” diyen insanlar aslında insan fıtratına değil, toplumsal sistemin devamına yönelik tehdit oluşturuyor belki de. Önsüz ve sonsuzluğuna halel getirmek istemeyen kapitalizm kendisine yönelik en ufak bir sorgulamayı bile tehdit olarak algılayıp vahşice ezmeye çalışıyor. Bu yüzden her gün başka bir kadın cinayeti haberi duyan kadınların bir araya gelip bunu protesto etmesinden korkuyor mesela. Çocuğuna, kardeşine, eşine, sevgilisine şiddet uygulayan, tecavüz eden, katledenleri değil, bunu protesto edenleri mahkum ediyor. Katliama karşı çıkanla değil, katille özdeşleştiriyordur belki kendini, ondandır himayesine alması.
"Devleti korumak aileyi korumakla mümkün olur" diyor aynı zat. Gerçekten de öyle. Aile kutsaldır.Aile kutsaldır, bölünmezdir; tıpkı devlet gibi. Kapitalist devlet, aile kurumu içinde de kendini yeniden ve yeniden üretiyor. Bu aile, atanmış cinsiyetlere göre toplumsal cinsiyet rollerinin belirlendiği, kadının adeta yazgısal bir biçimde ikincil konumda olduğu, baskılandığı, psikolojik ve fiziksel şiddete uğradığı, aile bireylerinin arasında duygusal ilişkiden çok parasal ilişkilerin mevcut olduğu, bütün "aykırılık"ları dışlayan bir aile. Ailenin ve bütün ailelerin bireyleri birbiriyle aynılaşmış, düşünmeyi ve sorgulamayı aklından bile geçirmeyen, her gün kapitalizmin çarkları dönsün diye insanlık dışı koşullarda çalışıp sadece -eğer şanslı ise- karnını doyurmakla yetinen küçük insanlar. Öyle ki, küçük insan olmak ve büyük insanlara biat etmek onların fıtratında var.
İşte devlet bu aile yapısının bozulmasının önüne set çekecek yasaları müjdeliyor. Dolayısıyla aile ve onun kutsal değerlerinin dışında kalan her şeye karşı savaşını sürdürüyor. Farklılığa, kendine özgülüğe, özgürlüğe, iradeye, haksızlığa karşı başkaldırıya, "aykırıya, ayrıntıya, ayrıksıya, azınlığa" karşı savaşını sürdürüyor.
Devletin aile kurumunu koruyacak birçok kurumu da var. 6 yaşında kız çocuğunu 30 yaşında adamla evlendiren tarikatları, çocuk istismarını protesto edenleri işkence ile gözaltına alan kolluk kuvvetleri, kadın katillerini aklamaya çalışan bakanları, katili bir kapıdan içeri alıp diğerinden salıveren mahkemeleri… Bugüne kadar "fıtratımıza" karşı tehditlerin önüne set koyma görevinin hakkını tüm kurumlarıyla veren kapitalist devlet, bunların daha da korkunç boyutlara varacağının sinyallerini veriyor belki de. Artık her şey daha net, daha keskin, kapitalist devletin insanlığı hiçe sayarak sömürüsünü sürdürme hırsıyla her şeye saldırdığı daha açık. Bunun karşısında, devleti ve onun kurumlarının gerçek işlevlerini bildiği halde küçük insan olmakta ısrar edenlerle birlikte onların büyük insanlarını, kutsal devletlerini yerle bir etmek de bizim fıtratımızda var.
E. Ruda