Dinci-faşizm; MEB, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından imzalanan ÇEDES projesi kapsamındaki protokolle, okullara ''manevi danışman'' adı altında imamları, vaizleri, müezzinleri vb. din görevlilerini sokarak, eğitimdeki dinselleştirmeyi koyulaştırmaya ve okullardaki cemaat örgütlenmelerini yaygınlaştırmaya çalışıyor.
Bir kaç ay önce, dinci faşist partiye yakınlığıyla bilinen Eğitim Bir-Sen'in Genel Başkan Yardımcısı Talat Yavuz, bu konuyla alakalı olarak şöyle bir şey demişti: ''Teknolojinin bu kadar yaygın olduğu dönemde, Batı toplumlarındaki okullarda yaşananların Türkiye’de de olma riski var. Milli, manevi değerleri çocuklarımızla buluşturmamız gerekiyor. Ortaokul öğrencilerimizde bile intihar vakalarına rastlıyoruz.'' Demek amaçları ''gençlerin hayatına milli ve manevi değerlerle bir anlam katmak'' ve ''onların intihar etmelerini önlemek'', öyle mi?
Ne kadar da komik değil mi? Enes Kara'yı kendi tarikat yurtlarında katletmemişler gibi ve daha nice gence ve çocuğa en acımasız işkenceleri, tecavüzleri ve baskıları uygulamamışlar gibi...
Talat Yavuz'dan aktardığımız bu görüşlerin aynı zamanda tüm dinci gericiliğin temel görüşü olduğunu düşünmekteyiz. Halka yaptığı gibi öğrenci gençliği de açlığa, yoksulluğa ve yoksunluğa boğan tekelci sermayenin dinci-faşist partisi AKP, öğrenci gençliğe karşı açtığı bu savaşı daha fazla koyulaştırmak için bu tür dinci gerici uygulamaları hayata geçirmek istiyor. Yani günümüzdeki bu tür dinci gerici uygulamalar, tekelci sermayenin öğrenci gençlikle beraber tüm emekçi sınıfa karşı kullandığı bir sınıf savaşı taktiğinden başka bir şey değildir.
Biz, şimdi, tekelci sermayenin dinci-faşist partisi tarafından dinci gericiliğin bu tarz projelerle niçin eğitimde koyulaştırılmaya çalışıldığını sınıf mücadelesi perspektifinden daha ayrıntılı bir şekilde açıklayıp, dinci gericiliğe karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini tartışacağız. Teknolojinin gelişimi, üretici güçlerin yetkinleşmesi, kentleşme, vb. gibi çağımızdaki olgular, yeni kuşakta,dini inançların zayıflamasının temelini oluşturmaktadır. Sınıflı bir toplumda dinin gücünün zayıflaması, sömürücü sınıfın kültürel hegemonyasının da sarsılmasına zemin hazırlamaktadır aynı zamanda.
Kültürel hegemonyadan kastettiğimiz şey, sömürücü sınıfın, kendi egemenliğini sömürülenlere karşı güvence altına almak için sömürülenlerin sömürü düzenine rıza göstermelerini sağlayan kurumların bütünüdür. Buradan yola çıkarak şu notu da eklemeliyiz: Bahsetmiş olduğumuz bu nedenlerden dolayı, teknolojinin toplumu yeni kuşaklar aracılığıyla dinsellikten sekülerliğe otomatik olarak götüreceğini düşünmek bir hatadır. Bu,teknolojik determinizm yanılsamasıdır.
Üstyapı kurumlarının (devlet, din vb.) altyapıdaki (üretici güçler vb.) değişimlerin hızını yavaşlatabilme gibi bir gücü de vardır. Toplumun sömüren sınıflar ve sömürülen sınıflar şeklinde iki temel kutuba ayrılmasından bu zamana kadar, sömürücü sınıflar asker, polis vb. gibi sömürülen sınıfları baskı altına almak için örgütledikleri fiziksel zor kurumlarının yanında, sömürülen kitlelerin sömürüye isyan etmesini önlemek için bir diğer gereklilik olan -çünkü silah ve namlu, sömürülen sınıfları bir yere kadar baskı altında tutabilmektedir- rıza üretme kurumlarını da inşa etmeye çalışmışlardır.
Din de, bu rıza üretme kurumlarından birisidir. Lenin'in dediği gibi din, ''her yerde ve her durumda, sürekli başkaları için çalışmayla, yoksunluk ve yalnızlıkla ezilen halk kitleleri üzerine manevi baskının bir türüdür. Sömürücülere karşı mücadelede sömürülen sınıfların acizliği, doğayla mücadelesinde yabanılın aczinin tanrılara, şeytana, mucizeye ve benzeri şeylere inanca yol açtığı gibi, aynı şekilde kaçınılmaz olarak öbür dünyada daha iyi bir yaşam inancını üretir. Yaşamları boyunca çalışan ve sıkıntı çekenlere din, alçakgönüllülük ve sabır göstermeyi öğretir ve cennet ödülü umuduyla avutur. Başkalarının emeğiyle yaşayanlara ise, iyilik yapmayı öğretir, böylece onlara tüm sömürücü varlıklarının oldukça ucuz bir savunusunu sunar ve ilahi cennet mekân için uygun fiyata giriş kartı satar.
Din halkın afyonudur. Din,sermayenin kölelerinin insani görünümlerini ve az buçuk insan onuruna yaraşır bir yaşam taleplerini içinde boğdukları bir tür manevi alkoldür.'' (V. İ. Lenin, Seçme Eserler Cilt:11, s.434-435) Bir rıza üretme kurumu olarak dinin toplumdaki devamlılığı, okullar aracılığıyla daha geniş bir şekilde sağlanmaktadır.
Sınıflı toplumda okullar, egemen sınıfın görüşlerini yeni kuşaklara aktararak devam ettirdiği üstyapı kurumlarıdır. Bu nedenle dinselleşme söz konusu olunca okullar, egemen sınıf için önemli bir alandır. Gençlik de egemen sınıfın önemli bir hedefidir. Din aracılığıyla gençliği itaatkârlaştırmak,egemen sınıf için gerekli bir şeydir. Çünkü gençlik, hemen hemen her dönemde atılganlığıyla ve haksızlığa ve zulme karşı oluşuyla kendisini belli eden kesimdir. Sömürülen sınıfların özgürlük savaşımında hareketin itici gücüdür. Şunu da belirtmek gerekir ki din, emekçi sınıflara sadece rıza gösterme ve ''şükür etme'' kültürünü yaymamakta, aynı zamanda emekçi sınıfların öfkesini farklı dinlerden -resmi din olmayan dinlerden- ve mezheplerden halklara da yöneltebilmekte ve emekçilerin sömürenlere karşı sınıf birliğini bölebilmektedir.
Bildiğimiz gibi dünyada birden fazla din vardır ve her ulusun dini, diğer ulusların dinlerine karşıt olarak şekillenmiştir. Bir ülkedeki iktidarda bulunan burjuvazi hangi ulustansa, o ulusun dinini resmi din ilan ederek diğer dinlerden olan halkları baskı altına alır ve kendi emekçilerini diğer dinlerden ve mezheplerden emekçilere karşı kışkırtır. Yani sömürücü sınıf, sömürü düzenini ayakta tutabilmek için emekçi sınıflardaki öfkeyi bastırmak ve farklı yerlere yöneltip sınıfın birliğini bozmak için de dini kullanmaktadır. Buna bir örnek olarak, Endonezya'daki dinci-faşist Suharto'nun iktidarının yıkılışına giden süreçteki ayaklanmalar esnasında Suharto'nun son bir koz olarak, yoksullaşan halkın öfkesini farklı dinlerden yoksul halklara yöneltmek için bir çok provokasyon gerçekleştirmesi gösterilebilir.
Tarih boyunca sömürücü sınıfların, sömürülen sınıflara karşı, kendi fiziksel zor aygıtlarının yanında sömürü düzenine rıza üretmek ve öfkelerini yanlış yöne çevirmek ve sömürülenlerin birliğini bozmak maksatlı bir kurum olan din kurumundan yararlandıklarını ve bunu eğitim alanında da öğrenci gençliğe karşı uyguladıklarını teorik olarak kısaca anlattık. Şimdi de yaşadığımız topraklardaki şu an içinde bulunmuş olduğumuz somut durum üzerine tartışalım.
Türkiye ve Kürdistan'daki sömürü düzeni sınıf karşıtlıklarını iyice keskinleştirmiş bulunmaktadır. Günümüzde, toplumu yönetemeyen tekelci burjuvazinin dinci-faşist partisi AKP, sömürülenlerin ayaklanmasına engel olmak için, din gibi rıza üretme kurumlarından yararlanmaktadır. Din aracılığıyla emekçi sınıflara ''şükür etme'' kültürü dayatılmaktadır. Dinci gericiliğin bu kadar koyulaşmasının sebebi budur.
Dinci faşist-parti, hükümette olduğu bunca yıllık dönemde, gençliği itaatkar hale getirmek ve tekelci sermayenin iktidarını güvence altında tutabilmek için, bir çok dinci gerici uygulama hayata geçirmiştir. Ancak buna rağmen, gençlik içinde bir türlü yaratmaya çalıştığı o ''dindar nesil''i yaratamamıştır. Ancak dinci-faşizm, sömürü düzenini korumaktan asla vazgeçmeyecek ve dinci gericiliği koyulaştırmak için ne gerekiyorsa yapacaktır.
Dinci-faşizmin hedefinde neden yeni kuşak vardır? Çünkü yeni kuşak, dinin etkisinin altyapıda sınırlı olduğu bir zaman aralığında dünyaya gelmiştir. Bugünkü gelişen altyapı yani üretici güçler ve modernizasyon, dini pre-kapitalist dönemdeki -nüfusun ezici çoğunluğunun kırda yaşadığı ve feodalizmin egemen olduğu- gibi fazlaca yaygınlaştıramamaktadır. Bu nedenle yeni kuşak, dinci-faşizm için önemli bir hedeftir. ÇEDES gibi dinci gerici uygulamalara karşı yurdun çeşitli yerlerinden tepkiler geliyor. Kimi sosyal-reformist partiler de buna tepkili ancak sosyal-reformist partiler yine bildiğimiz gibi... Yaptıkları ÇEDES karşıtı eylemlerle bu projenin ''Anayasa'nın laiklik ilkesiyle uyuşmadığını'' belirterek geri çekilmesini talep ediyorlar. Sanki ortada uygulanan demokratik bir anayasa varmış gibi ve Türkiye'de geçmişten günümüze laiklik hakikaten uygulanmış gibi...
Bugün dinci gerici politikaları elbette AKP iktidarı uygulamaktadır, ancak şöyle bir gerçek var ki, dinci gericilik, bu topraklara AKP ile gelen bir olgu değildir. Dinci gericilik, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri var olan bir olgudur. Dinci gericiliğin Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde de siyasal ve toplumsal alanda bir yeri vardı. Bugün Kemalizmin kuyrukçusu sosyal-reformist çevreler tarafından öfke kusulan Diyanet İşleri Başkanlığı, Mustafa Kemal tarafından kurulmuştu. 1924 yılında medreseler kapatılınca yerine din görevlisi yetiştirmek için Kemalist iktidar tarafından İmam Hatip Okulları açılmıştı. Okullara da zorunlu din dersi konulmuştu. Sonradan zorunlu din dersleri 1928'de kaldırılmış ve İmam Hatip Okulları da 1930'da kapatılmış olsa da, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kur'an Kursları açılmıştı. Genç burjuvazi, kaldırdığı şeyin yerine yenisini dolduruyordu.
Bugün ÇEDES'in iptal edildiğini düşünelim. Fark eden şey ne olabilir? Burjuvazi, yerini başkasıyla doldurur elbette. Tıpkı Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde olduğu gibi... Dolayısıyla ÇEDES ve diğer dinci gerici projelere ve uygulamalara karşı mücadele, bir talep mücadelesi olmamalıdır.
Bugün dinci gericilik, çürüyen Türkiye tekelci kapitalist düzeninin bir sonucu olarak tüm öğrenci gençliğe ve halklara karşı bir savaş aletidir. Dolayısıyla, bu bir varlık yokluk savaşımıdır. Dinci-faşizm, toplumu dinci gericilik altında kuşatmak istemektedir. Bu nedenle Leninist gençlik için görev, sosyal-reformistler gibi bu tür uygulamaların ''karşısında olmak''la yetinmek değil, dinci gericiliği ve onunla birlikte sömürü düzenini ortadan kaldırmak için demokratik halk devrimi hedefiyle mücadele etme görevidir. ÇEDES'e ve diğer dinci gerici uygulamalara karşı mücadelemizi, bu devrimci temel üzerinden yürütmeli ve halk kitleleri ile öğrenci gençliği bu temel şiarlar etrafında birleştirmeliyiz.
* Z.K.Genç Yoldaş dergisinin yayınlanacak olan 3. sayısında yayınlanacaktır.