Samandağ’daki sağlık emekçileri seslerini yetkililere duyurmaya çalışıyor. Bir çok sorunun iç içe geçtiği Samandağ’da sağlık emekçilerinin farklı yönleriyle yaşadıkları sorunları aktarmaya bugün de devam ediyoruz.
Hatay’da 6 Şubat depreminde hastanelerin de yıkılması nedeniyle Samandağ Devlet Hastanesi Acil bölümünde tek hizmet verebilen hastane durumundaydı. Kendileri de depremzede olan sağlık emekçileri izin kullanmadan, tüm imkansızlıklar içinde hizmet verdi.
Aylar geçmesine rağmen iş yükü hiç azalmadan çalışmaya da devam ediyorlar. İşin yoğunluğu ve imkansızlıklar bir yana bir de çözümsüzlük dayatmaları, baskı ve mobbinge maruz kalıyorlar. Bu durum sağlık emekçilerinin psikolojik olarak da yıpranmalarını getiriyor.
Samandağ’da sağlık hizmetlerinin çeşitli birimlerinde çalışan emekçiler, deprem sürecinde yaşanan ve halen devam eden sorunlarını aktardı. Bizim aktarabildiklerimiz onların yaşadıklarının sadece bir kısmı...
Hatay’da depremden sonra tek hizmet verebilen hastane olan Samandağ Devlet Hastanesi’nde ve farklı sağlık birimlerinde çalışanların ilk değindikleri konu hastanede çalışan sağlık emekçilerinin yaşadıkları sorunlar oldu.
"Hastanede Çalışanların Yaşamları Risk Altında”
"Samandağ Devlet Hastanesi‘nde arkadaşlarımız çok zor koşullarda çalışıyorlar. Samandağ Devlet Hastanesi‘nin ana binası hasarlı olduğu için sadece acil biriminde hizmet verilebiliyor. Ana bina 20’sindeki depremde zarar gördü, ama kırılmış çatlamış yerler hızla kapatılarak sorun yokmuş gibi davranıldı. Arkadaşlarımız ısrarla binanın sağlamlığı ile ilgili raporun aktarılmasını isteseler de ortada ne bir rapor var ne de bir bilgi paylaşıldı. Kısacası hastane içinde hizmet veren arkadaşlarımıza bir güvence verilmiyor. Yine bir deprem olduğunda ne yaşanacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Hatay İl Sağlık Müdürlüğü ve Aile Ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nün masraf çıkarmayarak şirin görünme çabaları 74 kişinin ölümüne ve 80 kişinin ölme ihtimaline yol açtı. Yazılı olmayan sağlamlığa dair söylemler ise güven hiçbirimize güven vermiyor. Bir deprem yaşanması halinde arkadaşlarımızın yaşamının risk altında olduğunu düşürüyoruz.”
"Başhekim Görevli Doktorun Kim Olduğunu Bilmiyor”
"Acilde çalışan doktor ve hemşire arkadaşlarımız var. Zaten az sayıda kişiyle çalışmak zorunda kaldlar. Bunun yanında bir çok çözümsüzlükle karşılaşıyorlar.
Ben İlçe Sağlık Müdürlüğü’nde çalışıyorum. Bazı ayrıntılara terimlere tam hakim olamasam da yaşadıkları sorunların çok ciddi boyutlarda olduğunu biliyorum.
Acilde çalışan doktor arkadaşlarımız biri acil tıp uzmanı olmak üzere ekipler halinde çalışıyorlar. Pratisyen hekim arkadaşlarımızın hastaya nasıl bir müdahalede bulunacaklarını karar veremedikleri durumlarda danıştıkları İcapçı dedikleri bir uzman doktor var.
Diyelim bir çocuk yaralı getirildi. Pratisyen hekimler müdahale edecek ama bir konuda nasıl müdahale edeceklerine karar veremediler. İcapçı’ya danışmaları gerek. Ama o anda İcapçı kim bilmiyorlar. Başhekime soruyorlar ”Bilmiyorum” diyor. Yani bir İcapçı görevlendirilmemiş ya da kim olduğunu ne pratisyen hekim arkadaşlar biliyor ne de başhekim.
"Hasta Hayatını Kaybetse Hesabını Kim Verecek ”
Bu sefer doktor bildiği bir İcapçıyı aramak zorunda kalıyor. Ulaşamazsa konuya hakim olduklarını düşündükleri çocuk doktorlarını telefonla sırayla aramak durumunda kalıyorlar. Danışmak istedikleri konuda hekim arkadaşı yönlendirecek kişiye ulaşıncaya kadar zaman geçiyor. Bu arada acil müdahale bekleye çocuk müdahale edilemeden bekliyor. Bu bekleme süresi hastanın hayatını kaybetmesine bile neden olabilir.”
"Bir hastanede böyle bir durum yaşanamaz. Sağlık hizmeti bir ekip işidir. Ve bu ekibin oluşturulması gerekiyor. Acilde mutlaka olması gereken bir İcapçı doktorun olmaması ya da başhekimin ”Bilmiyorum” demesi söz konusu olamaz. Onun bu ihtiyacı karşılayacak şekilde bir program oluşturması bir şekilde çözüm bulması gerekir.”
"Acilde çalışan arkadaşlarımız üst üste benzeri durumla karşılaştılar ve bize danıştıklarında biz de son çare böyle bir durumda tutanak tutmalarını önerdik. Çünkü onların yetkilerini ve sorumluluklarını aşan bir durumla karşı karşıyalar. Hastanın ağırlaşması ve hayatını kaybetmesi durumunda kim sorumlu tutulacak? Hesabını kim verecek?”
"Çözümsüzlük Ortamında Nitelikle Sağlık Hizmeti Mümkün Olmaz”
"Arkadaşlarımız doktorları ararken tatilde olan doktorları arayıp rahatsız etme kaygısı da yaşıyor. Diğer yandan nöbetten çıkmışsınız uyuyorsunuz diyelim. Sizi arayıp uyandırıyorlar belki hastaneye gitmeniz gerekiyor. Sebep? İcapçı görevlendirmesi yapılmamış, pratisyen hekimler çözüm üretmeye çalışıyor. Tabii nöbetçi doktorun danışacak doğru kişiyi bulmak üzere yaptığı fazladan aramalar zaten fazla olan iş yükünü bir kat daha arttırıyor. Böyle çözümsüzlüklerin yaşandığı bir ortamda sağlık emekçilerinden nitelikli bir sağlık hizmeti vermeleri de mümkün olmaz.“
"İş Yükü Fiziksel Olarak Çözümsüzlük Psikolojik Olarak Yıpratıyor”
"Bildiğim kadarıyla hekimler ayda 4 nöbet hemşireler ise 3-4 nöbet tutuyorlar. Ortalama olarak bir ayın üçte biri süreyi bu nöbetlerde geçiriyorlar. Hekim, olsun, hemşire olsun ya da başka birimlerde çalışan arkadaşlarımız olsun hepsinin iş yükü çok fazla. Yeterli sayıda çalışan yok. Bu nedenle de nöbet sayıları artıyor. Üstelik bazen ekstra nöbetler çıkabiliyor. Yeteri kadar dinlenemeden tekrar işbaşı yapmak ve sağlık hizmeti vermek zorunda kalıyorlar. Bu da arkadaşlarımızın bütün yaşam düzenlerini alt üst ediyor. Örneğin deprem nedeniyle ailesi burada olmayan var. Onların yanına gitmek istiyor. Biletini alıyor. Ama nöbet çıkıyor ve biletini iptal ediyor. İş yükü fiziksel olarak çözümsüzlük ve baskılar psikolojik olarak yıpratıyor.
"Sağlık Emekçileri Depremi Hiç Yaşamamış Gibi Davranılıyor”
“Buradaki sağlık emekçileri depremzede. Hepimizin kayıpları var. Yakınlarımız enkazdan çıkmış. Çocuklar, yaşlılar, hastalar var. Kalabileceğimiz bir ev yok. Bir çok ihtiyaç var. Ama bu durum hiç gözönünde bulundurulmuyor. Sağlık emekçilerinin psikolojisi bozulmuyor mu? Sorun yaşamıyor mu? Çalışabilecek durumda mı? Sanki biz depremi hiç yaşamamışız, normal bir yaşamdaymışız gibi çalışmamız bekleniyor.”
“İş Yükü Artarken Personel Sayısı Düşürülüyor”
Arkadaşlarımızın iş yükünün ağır olmasının nedeni yeteri kadar çalışacak personel olmaması. Geçici görevlendirmeyle çalışacak personel talebinde bulunmamış. Gönüllü gelmek isteyenlere ise ihtiyaç olmadığı söylenmiş. Buradaki hasta yoğunluğu aynen devam ediyor. İlk zamanlar acil ihtiyaçları karşılamaya çalıştık. Ama insanların bir çok rahatsızlıkları var ve yine bu hastaneye geliyorlar. Dahası her geçen gün hastanenin hizmet kapasitesi artırılıyor. Daha çok sayıda poliklinik hizmete açılıyor ve ameliyatlar alınmaya başlandı. Bu durumda daha çok sayıda personele ihtiyaç doğarken, destek için görevlendirilen sağlık personeli sayısı düşürülüyor.
"İdareciler Çözümsüzlük Üretiyor”
Oysa yeterli sayıda geçici görevlendirme ile personel talep edilse bu sorun rahatça çözülebilir. Depremi yaşayan, hayatları, ortamları, aileleri dağılan sağlık emekçilerinin yükü biraz hafifletilebilir. Yeni bir yaşam düzeni kurana kadar çeşitli kolaylıklar sağlanabilir hatta doğrudan iletişim kurulup çözümün bir parçası olmaları sağlanabilir. Bunun yerine zorla, baskı ve dayatma ile iş yürütülüyor. Emekçilere iyi niyeti kötüye kullanan insanlarmış gibi davranıp Akıllarınca normalleşme ye zorluyorlar. Gönüllü gelen arkadaşlarımız gitmiş olabilir ama geçici görevle personel talebinde bulunarak bu çözülebilir. Ama ne başhekimin ne başhemşirenin sorun çözmek gibi bir derdi yok. Çözüm üretmesi gereken idareciler çözümsüzlük üretiyor.
Geçici görevlendirmeyle personel istenmemesine gerekçe olarak da “Yatıracak yerimiz yok” bahanesi öne sürülüyor. Burada yaşayan insanların da yeri yok. Üç aydır bu insanlar imkansızlıklar içinde çalıştı. Burada olanın da görevlendirmeyle gelenin de kalacak yer sorununu çözecek olan Sağlık Bakanlığı, İlçe Sağlık Müdürlüğü ve hastane başhekimliğidir. Bu sorunları çözecek imkanların olduğunu da biliyoruz. İyi bir organizasyonla arkadaşlarımız daha sağlıklı koşullarda çalışıp daha nitelikli sağlık hizmeti verebilirler. Sadece planlı, iyi bir organizasyonla tüm bu sorunlar bir hafta 10 günde çözülebilirdi. Ama aylar geçti hala bir kalacak yer sorunu bile çözülmedi. Çünkü çözmek gibi bir amaçları yok.
"Çözüm İsteyince OHAL Şartları Bahane Ediliyor”
Arkadaşlarımız bir talepte bulunduğu zaman ”OHAL koşullarındayız, bunu veremeyiz, şunu yapamayız” deniyor. Ama OHAL koşulları nedeniyle rahatlıkla çözülecek şeyler de var bunlar neden yapılmıyor? OHAL koşulları nedeniyle boş bir araziye çadır kurarsın, konteyner getirip kurarsın, birçok konuda bir seferberlik sağlanıp birçok soruna çözüm getirilebilecekken hiçbiri yapılmıyor. OHAL durumu var bir şey yapamayız denip işin içinden çıkılıyor ve ısrarla çözümsüzlük üretilmeye devam ediyorlar.
"Konteynerlerde Ne Elektrik, Ne Su, Ne Yatak Var”
Burada 20-25 tane konteyner var şu anda. Bunlar geleli haftalar oldu ama hala su ve elektrik tesisatı tamamlanamadı. Kalacak yerim yok diye ısrarla yer talep eden emekçilere ”Git kal” deniyor ama içinde bir yatak bile olmuyor, kendi işlerinin üstüne konteynerın temizliği, düzenlenmesi, yatak yorgan bulmakla uğraşıyorlar. Elektrik yok, su yok. Hadi yatmaktan yatmaya gitsinler. Yatak yok. Yatak isteyince ”Git şu konteynerden al” deniyor. Konteyner kilitli. Anahtar başhekimde. Başhekim hastanede değil ne zaman gelir belli değil. Yani arkadaşlarımız böyle gerçekten inanılması güç saçma nedenlerle yaşamlarını daha da zorlaştıran koşullarda çalışıyorlar.
"4 Kişilik Konteynerda 8 Kişi Kalmak Enfekte Olmak Demek”
Konteynerların kullanılması konusu ise ayrı bir sorun.’Konteynerde kalın demişler. Ama 8 kişiye 4 kişilik bir konteyner veriyorlar. Nasıl kalacak 8 kişi? İdarecilerin aklı şöyle çalışıyor. 4 kişi nöbette olur diğer 4 kişi gelir uyur. Aynı yatağı nasıl kullanacaklar? Aynı yataktan biri kalkıp, biri yatacak. Biri hastalanırsa diğerine bulaşacak. Hiç değilse, biri diğerinin kullanma biçimine, kokusuna filan maruz kalacak. En basit haliyle rahatsız edici. Düşünsenize bunu söyleyenler hekim, hemşire... Böyle bir durumda insanların enfekte olacağı çok açık. Enfekte olunacak durumlara karşı tedbir alması gereken, bu konuda arkadaşlarımızı uyarması gerekenler 4 kişilik konteynerde 8 kişinin kalmasını istiyor. İnsanın aklı duruyor gerçekten.
"Konteynerde Kalanlar Tuvalet İçin 100 Metre Yürüyüp Geri Dönmek Zorunda”
Konteynerlerin mesafesi de sıkıntılı. Hastaneye 100 metre uzakta olan konteynerlar var. Bu konteynerlerde kalan arkadaşlarımız tuvalet ve duş için hastaneye gelmek zorunda. Duş hadi diyelim hastanede alıp gitsin. Nöbetten çıkan arkadaşlarımız uyumak için dinlenmek için gittikleri konteynerden tuvalet ihtiyacı için 100 metre yürüyüp hastaneye gelecek ve 100 metre geri gidip uyumaya devam mı edecek. Böyle akıl almaz durumlar var.
Bu insanlara dinlenme, uyuma demektir. Ya da dinleneceksen hastanenin bir köşesinde dinlen demektir ki, bu bir dinlenme olamaz. Arkadaşlarımız zaten depremzede oldukları halde üç aydır aralıksız çalışıyor. İnsanın gücü de psikolojisi de bir yere kadar dayanabilir.
Şimdilerde konteynerlere tesisat çekmeye başladılar. Ama bu konteynerler öylece toprak zemine konulmuş herhangi bir yükseltme yapılmamış. Doğal olarak yağmur yağdığında içeri su girebilir bir de nem ve çamurla uğraşmak zorunda kalacaklar.
Konteynerlere ‘Kanalizasyon tesisatı bağlayamayız çünkü burası şahsa ait arazi’ denilmiş. Yani su, tuvalet, duş ihtiacı yine çözülmemiş olacak. Çözümsüzlük dayatarak bir baskı oluşturuyorlar çalışanlar üzerinde. Bu daha da yıpratıcı bir durum. Ve gerçekten insanın dayanma sınırlarını aşar durumda.
"Ödemelerde Hak Kaybı Yaşanıyor”
“Bir de ödemeler konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Bu deprem döneminde insanlar en azından maddi anlamda sıkıntı yaşamasın diye düşünülmesi gerekirken bir de ödenekler azalıyor.
Döner sermaye, performans, teşvik gibi emekliliğimize yansımayan bazı ödemeler alıyoruz. Bu farklı ödemlerin hangisinin ne olduğunu takip etmek bile zor oluyorken bir bakıyorsunuz normalde ödenmesi gereken bile ödenmemiş. Tüm bu yoğun çalışmaya rağmen bir de hak kaybı yaşanıyor.
Bu hastane depremin ilk günlerinden beri acil hizmeti veriyor depremin başından beri sürekli olarak buralar. Kendileri depremzede ve çok zor koşullarda en yoğun zamanlarda çalıştılar, imkansızlıklar içinde çözüm üreterek hizmet verdiler. Buna rağmen şubat ayında teşvik denilen ödeme sıradan bir günün poliklinik hizmetiymiş gibi değerlendirilerek ödenmiş durumda. Acil biriminde çalışmış olan arkadaşlarımıza acil hizmeti üzerinden ödenmemiş örneğin. ”
"Başka Hastanelerdeki Arkadaşlarımızdan Kesinti Yapıldı Diye Üzüldüler”
Bir arkadaşımız bize başka hastanelerden kesinti yapılıp buraya ödeme yapıldı diye söyledi. Fakat muhtemet arkadaşımız bunun yönetmelik gereği yapılamayacağını ancak Sağlık Bakanlığı‘nın bunu yapabileceğini söyledi. Başka hastanelere yapılan ödemekten kısılarak buradaki personele ödeme yapıldı denince arkadaşlarımız ”Öyle şey olur mu? İnsanlar zaten zor geçiniyor şimdi daha da zor durumda kalacaklar. Bir daha böyle yapmasınlar. İnsanlar zor durumda kalmasın” diye üzüldüler biliyor musunuz? Bu kadar vicdanlı, bu kadar adaletliler. Biz mağdur olduk, bir şekilde bize ödeme yapılsın da nasıl yaparlarsa yapsınlar” demediler. Aldıklarına üzüldüler.
Sonradan öğrendik ki, ödeme tüm hastanelerde bu şekilde az verilmiş. Koskoca Hatay’da Antakya, Defne ve merkez ilçelerde tek ayakta kalan hastane Samandağ Hastanesi. Bütün bu çevrenin hastaları doğal olarak buraya getirildi Buraya gelmek zorunda kaldılar yani. Burada arkadaşlarımız canları çıkarcasına çalıştı. Bu ağır koşullara rağmen, normal gündeki çalışma üzerinden bir ödeme yapıldı.
"Depremde Hizmet Vermeyen Hastane Personeli Daha Fazla Ücret Aldı”
Antakya Devlet Hastanesi ve Hatay Devlet Hastanesi ilk yıkıldığı ve hiç hizmet veremez durumda olduğu halde arkadaşlarımızdan daha fazla teşvik ödemesi yapıldı orada. Çünkü normal şartlardaki hastane kapasitesi hasta bakımı yüksekti. Ve buna göre ödenek veriliyordu. Depremde orada hizmet verilememiş olmasına rağmen normal zamanlardaki gibi ödeme yapıldı.
"Devlet Depremzede Sağlık Emekçilerine Teşvik Primini Çok Görüyor”
Arkadaşlara bu ay biraz daha yüksek bir teşvik verilmiş Fakat daha önceki yani depremin o ilk zamanlarında yapılan ödeme çok daha düşük olduğu için arkadaşlar da “Biz bunu madem hak ediyoruz. Çok yoğun çalıştık daha önceki ödemelerimiz düzeltilsin“ demişler. Arkadaşlarımıza verilen cevap “Hayır o öyle olmaz. Siz o zaman zaten gönüllü çalıştınız bunun için ücret ödemeyeceğiz“ demişler. Depremzede olmasına rağmen canla başla çalışan sağlık emekçilerine, devlet teşvik primini çok görüyor böylesine acımasızca bir durum var.
“Çözüm Üretmek Yerine Baskı Uygulanıyor”
Şimdi gönüllüleri bayağı azaltmışlar ve iş yükü daha da arttı. Çünkü hastalar gelmeye devam ediyor burada hayat devam ediyor. Bu hastaneye gelmek zorundalar. Ama yeterli personel olması gerekiyor. İnsanların yapmaları gereken şeyler var. Çocuklarını okula gönderecekler, evleri yok, başka yere gitmek zorunda kalanlar var. Birçok yakınlarını kaybettiler. Yani psikolojileri uygun değil. Bu şartlarda çalıştılar ve halen de çalışmaları da isteniyor, baskı yapılıyor bunun için. Normalde ilk günleri haftaları geçirdikten sonra başka yerlerden görevlendirme istemeleri gerekiyor. Ama istenmiyor.
Koskoca Sağlık Bakanlığında buraya yetecek buraya yönlendirebileceği başhekim hemşire sağlık personeli mi yok? Var ama gönderilmiyor. Bu şekilde çözmek yerine arkadaşlara baskı yapıyorlar. Onlara zorla gelin demek, onlara yer göstermemek, çocuklarına, ailelerine karşı hiçbir şekilde sorumluluk hissetmemek gibi bir saçma sapan tutumları var.
Buraya atananlar da oldu. Bir grup hekim arkadaşımız mecburi hizmet üzerinden gelmiş. Dört arkadaş kadın kimisi sağlık müdürlüğünde çalışıyor kimisi hastanede görevli kalacak yerleri yok. Başhekime kalacak yer soruyorlar. Başhekim. ’Ben size kalacak yer bulmak zorunda değilim. Siz buraya atanmışsınız. Ben sadece görev yerinizi gösteririm’ diyor. Başhekim hiçbir şeye çözüm üretmiyor, kimseye anlaşamıyor. İlçe Sağlık Müdürlüğü’yle kavgalı, yardımcısı ile kavgalı. Hiçbir yerle irtibat kurum sorun çözmek gibi bir çabası yok.
"Hoparlörden Anons Yapılarak Gönüllerin Odaları Boşaltmaları İstendi”
İlçe Sağlık Müdürlüğü’ne gidiyorlar yer yok. ’Hastanede kalacaksınız’ deniyor. Hastane müdürü kabul etmiyor, başhekim yer göstermiyor. İlçe Sağlık müdürlüğünde bir arkadaş kendi kaldığı konteynere göndermiş iki gün orada kalmışlar. Sonra hastanede yer ayarlanmış orada kalmışlar. Birkaç gün geçmiş, hastanede anons etmişler ‘Şu şu odalarda kalanlar odalarını boşaltsınlar” diye. Gidecek yer olsa zaten gidip orada kalacaklar. Kalabilecekleri yer yok. Bunu hastanenin ayarlaması gerekiyor. Bu şartlarda nasıl hem de anonsla odaları boşaltın denebilir. Ne kadar çirkin bir davranış. İnsani değil bir kere. Diyelim bir zaruriyet oldu da odanın boşaltılması gerekiyorsa bir çözüm üretilir, bu insanlarla yüzyüze konuşulur ve durum anlatılır. Ama karşılarına geçip söylemeye yüzleri yok.
"İdareciler İnsanların Karşısına Çıkamıyor, Nöbetleri Mesajlarla Bildiriyor”
İdareciler hiçbir sorunla ilgilenmedikleri, çözmedikleri için insanlarla diyalog kuramıyorlar. O kadar çok çözümsüzlük dayattılar ki insanlara herhangi bir konuda yüzyüze gelemiyorlar. Karşılıklı konuşmaları halinde insanlar ’Yeter artık’ diyecek çünkü. Bu yüzden anons geçiyorlar. Nöbetleri mesaj atarak bildiriyorlar. Ne başhekim, ne başhemşire, ne mali işler müdürü insanların karşısına çıkamıyorlar.
Depremin hemen sonrasında idareciler kendileri hastaneye en yakın noktaya konteyner koydu, içine hastanedeki eşyaları götürdü yerleşti. İnsanlar o buz gibi soğuk günlerde üşürken, yağmurlarda ıslanırken binaya girmeye korkarken, kendileri gayet rahat bir şekilde konteynerde yaşadılar. Biz görüşmeye gittiğimizde de zaten karşımıza çıkamadılar. Yüzleri yok çünkü çıkabilecek. Biliyorlar ki, bu şartlarda insanlara böyle üst üste nöbet yazamazlar, insanlara sürekli bir çözümsüzlük dayatamazlar.
"Depremin İlk Günlerinde Hiçbir Şey Bilmiyormuşum Gibi Hissettim”
İlçe Sağlık Müdürlüğü’nde de sorunlar vardı. Ama hastanedeki arkadaşlarımızla kıyaslanamaz bile. Psikologlara ’Psiko sosyal destek’ verin denildi. Ben 20 yıllık bir psikoloğum depremin ilk günlerinde hiçbir şey bilmiyormuşum gibi hissettim. Neyi nasıl yapacağıma dair hiç fikrim yokmuş gibiydim. Çünkü daha önce böyle bir depremde çalışma yapmadım. Elbette hizmet vereceğim. Ama benim depreme dair bir tecrübem yok. Bize çalışma yapın derken Sağlık Bakanlığı’nın bir yol göstermesi bir program önermesi gerekiyor.
"Gönüllü Gelen Arkadaşlarımız Güvenli Ve Güçlü Hissetirdi”
Hatta deprem bölgesinde çalışmış uzmanları buraya yönlendirip bize rehberlik etmelerini, onların tecrübe ve yardımlarıyla bir yol izlememizi sağlamaları gerekiyor. Ama bize sadece ’Gidin psikolojik destek verin’ denildi. Biz kendi aklımızın yettiğince yardımcı olmaya çalıştık.
Neyse ki gönüllü olarak deprem bölgelerinde deneyimi olan tecrübeli psikolog, psikiyatrist hocalarımız, uzmanlar geldi de onların desteğiyle ilerledik. Bir çok şey öğrendik. Onlarla çalışırken ”Bunu böyle yapmak gerekiyormuş, bu yöntem daha iyiymiş” diyerek ilerledik. Bu gerçekten çok daha güvenli ve güçlü hissettirdi.
Şunu hiç düşünmüyorlar. Evet ben psikoloğum ama bir deprem durumuna dair hiç tecrübem yok. Bunun dışında biz de depremzedeyiz, biz de bu büyük yıkımın acının içindeki insanlarız. Biz bu desteği verebilecek psikolojide miyiz? Bunu düşünen olmadı.
"Kimin Ne Durumda Olduğunu Sormaları Çok Değerli”
İl Sağlık Müdürlüğü’nde ve İlçe Sağlık Müdürlüğü’nde çalışanların da kalacak yer sorunu vardı. Burada çalışanlar da hastanede çalışanlarla benzer bazı sorunları yaşadılar. Burada çalışanlara da kalacak yer gösterilmedi, ulaşımda zorluk çektiler, başka illerden göreve gelip gittiler, acılarını içlerine gömüp, ailelerini uzakta bırakıp geldiler. Ama en azından kullanılan dil daha yapıcıydı. bizim üzerimizde oradaki gibi bir baskı olmadı. Kimin ne durumda olduğu, kimin gelebileceği soruldu. Bu sorular bile o kadar değerli ki.
"Hepimiz Yoğun Asbeste Maruz Kalıyoruz”
Burada yıkılan binaların molozlarını taşıyorlar ve hepimiz çok yoğun şekilde asbeste maruz kalıyoruz. Hastanelere, okullara, yerleşim alanlarına yakın yerlere binlerce ton moloz dökülüyor. Söyleyerek anlatmak pek mümkün değil inanın. Burada moloz yığınları değil moloz dağları oluştu. Öylesine büyük ki bu moloz dağları, üzerindeki iş makinaları küçücük kalıyor. Enkaz parçaları arasında görünmez hale geliyorlar.
"Okulun Karşısındaki Molozlardan Bir Dağı Var”
Geçen haftalarda psikolojik destek verdiğimiz ailelere çocukları yavaş yavaş normal hayata döndürebilmek için okula göndermelerini söyedik.
Bir ailemiz ‘Çocuğu okula götürdüm. Deniz Mahallesi’nde okulun olduğu caddenin öbür tarafında molozlardan bir dağ var. Ve halen orada çalışma devam ediyor. O tozun içine nasıl bırakayım. Çocuğu geri getirdim’ dedi.
Sulama yapılmıyor mu diye sorduğumda, koskoca bir dağ olmuş biraz ıslatarak tozun çevreye dağılması engellenmez ki. Koskoca dağ olmuş okulun karşısında bütün toz olduğu gibi okula geliyor dedi. Bu insanlar çocuklarını okula nasıl göndersin. Buradaki halk asbesti soluyarak yaşıyor. Ve bu çok ciddi bir halk sağlığı sorunu.
"Nitelikli Sağlık Hizmeti Verebilmemiz Sağlıklı Bir Ortama İhtiyacımız Var”
Biz burada yalnız bırakıldığımızı düşündük. Bir ara buradaki yıkım çok büyük, çok insanımızı kaybettik. Bu yüzden böyle terkedilmiş hissediyoruz galiba diye de düşündük bazen... Ama gerçekten de böyleymiş. Bunu zamanla ve dışarıdan gelenlerin anlatımlarıyla daha iyi anladık. Biz çok büyük bir yıkım yaşadık birçok insanımızı kaybettik. Bütün bunlara rağmen elimizden geldiğince hizmet vermeye çalıştık. Ama bizim de desteğe dinlenmeye, bir çözüm üretilmesine ihtiyacımız var. En azından bu çözümsüzlük dayatması son bulmalı ki biz de sağlıklı olalım ve nitelikli bir sağlık hizmeti verebilelim.
"Biz Ölüyoruz! Sesimizi Duyan Yok Mu?”
Sağlık emekçilerinin sorunlarını anlatan yazıları yayınlarken bir yandan da Samandağ’daki sağlık emekçileriyle görüşmelerimiz devam ediyor. Bir sağlık emekçisinin bugün “Duş alıp hastaneye gittim. Hastaneye vardığımda saçlarım toz içindeydi. Şimdi saçlarımda bu kadar toz varsa ciğerlerimde ne kadar var? Bizi nasıl bir yaşam nasıl bir ölüm bekliyor” diye düşünmekten kendimi alamadım. Biz ölüyoruz, fiziksel olarak yorgunluktan, sağlıksız koşullarda yaşamaktan, soluduğumuz asbestten, dayatılan çözümsüzlükten, baskılardan, en çok da mutsuzluktan ölüyoruz. Bizim sesimizi duyurmamız lazım. Enkazdan çıkanları tedavi etmeye çalıştık, ama kendimiz enkaza döndük. Sesimizi duyan yok mu ?” sözleri korkunç gerçeği özetliyor.