Depremin ardından en çok ihtiyaç duyulan hastaneler diğer binalar gibi yıkılmıştı. Sağlık emekçileri gerek sağlam kalan bölümlerde gerekse de çadırlarda, depremzede olmalarına ve tüm imkansızlıklara rağmen sağlık hizmeti vermeye çalıştılar. Samandağ Devlet Hastanesi, Hatay’da hizmet verebilen tek hastaneydi. Depremzede sağlık emekçileri tüm imkansızlıklara rağmen verdikleri hizmetin takdir edilmesi bir yana ücretlerinin yetersizliği ve karşılaştıkları baskı ve mobbing nedeniyle tükenme noktasına geldiklerini belirterek seslerini duyurmaya çalışıyor.
6 Şubat’ta gerçekleşen deprem büyük bir yıkım ve katliama dönüştü. Deprem bölgesinde yaşanan yıkımın büyüklüğünü, terk edilmişliği, çaresizliği gerek deprem bölgesinde yaşayanlar gerekse de depremzedelerin sesi olmaya çalışanlar anlatmaya çalıştı. Ne kadar video fotoğraf çekse, ne kadar haber üretse, röportaj yapsa da yeterli olmadığını bilerek...Deprem bölgesine dair ne anlatılsa, ne kadar haber üretilse yeteri kadar anlatamamış olma düşüncesi ve duygsu devam ediyor...
6 Şubat’ta yaşanan depremde en büyük yıkımın yaşandığı şehirlerden biri Hatay’dı. Hatay’ın merkezi ve ilçelerinde tüm binalar gibi hastaneler de yıkılmıştı. Üstelik İskenderun Devlet Hastanesi ve Hatay Devlet Hastanesi’ne yıllar önce depremde yıkılma riski bulunduğuna dair raporlar olmasına rağmen hiçbir önlem alınmamıştı ve 76 sağlık emekçisi depremde yaşamını yitirdi.
Hatay’da depremde hastanelerin de yıkılması nedeniyle Samandağ Devlet Hastanesi Acil Bölümü tek hizmet verebilen birim oldu. Kendileri de depremzede olan sağlık emekçileri Hatay’daki tüm yaralı ve hastalara, imkansızlıklar içinde hizmet verdi.
Fakat tüm bu fedakarlıklar, imkansızlıklar içinde hizmet veren sağlık emekçileri, takdir edilmek bir yana, hak ettikleri ücretleri alamıyor. Bir de üstüne baskı ve mobbingle karşılaşıyorlar. Depremden sonra hiç ara vermeksizin çalışan Samandağ Devlet Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçileri artık tükenme noktasına geldiklerini belirterek seslerini duyurmaya çalışıyor.
Yaşadıkları sorunların biraz olsun giderilmesi için Samandağ Devlet Hastanesi önünde basın açıklaması da yapan sağlık emekçileri her geçen gün, ücretlerinin yetersizliği nedeniyle daha fazla geçim sıkıntısı yaşarken, baskı ve mobbing ile karşılaştıklarını belirterek sorunların bir an önce çözülmesini istediler.
Hastane önünde yapılan basın açıklamasının ardından gazetemiz,Samandağ’daki sağlık emekçilerine ulaştı. Samandağ’da İlçe Sağlık Müdürlüğü ve Samandağ Devlet Hastanesi’nde farklı birimlerden sağlık emekçileri yaşadıkları sorunların özellikle de baskı ve mobbingin giderek arttığını ve artık tükenme noktasına geldiklerini vurguladı.
Samandağ’daki sağlık emekçilerinin ilk sözleri, depremdeki yıkım, katliam, terk edilmişlik ve çaresizliği özetleyen cümleler oldu. Bölgede kime sorsanız aynı cümleleri kuruyordu ardı ardına Sağlık emekçileri içinse durum daha da vahimdi. Çünkü onlar tüm bunların yanında bir de hayat kurtarmanın çabası içindeydi.
“Devam Eden Depremler Kaos Kargaşa Çaresizlik...”
“Depremin ilk günlerinden beri oradaydım. Kimse yardımımıza gelmedi. Ne yaptıysak kendi kendimize yaptık, çaresizdik zaten yapmak zorundaydık. Devletin yardıma gelmemiş olması, hiçbir organizasyonun yapılmaması, gelen yardımların bile sağlıklı olarak dağıtılamaması tam bir kaos ve çareksizlikti.”
Sağlık emekçileri depremden sonra yaşadıkları güçlükleri ve giderek artan baskı ve mobbingi anlattı.
"Samandağ Devlet Hastanesi ayakta kalabilen tek hastaneydi. Hastanenin Acil bölümünde hizmet vermeye başladık. Ameliyathaneyi açtık yaralılara hizmet vermek için. Hiç durmaksızın gelen kolu, bacağı kırık, yaralı insanları bir şekilde tedavi etmek zorundaydık. Çok fazla yaralı vardı. Yerlerde dahi insanlar yatıyordu.
Gelen yaralılara müdahale etmeye çalışırken, ard arda depremler oluyordu. Ve gelen hasta sayısı başka hastane de olmadığı için katlanarak artıyordu. Sarsıntılar da yüksek olduğu için kapalı alandaki hastaları sedyelerle dışarıya taşımaya çalışıyorduk. Ama dışarıda da zaten yerler bile hastalarla dolu. Bu arada hastalar kırık kollları bacaklarıyla dışarıya atmaya çalışıyordu kendisini. Böyle anlarda o kalabalık ortamda tam bir panik, kaos, kargaşa durumu yaşanıyordu."
“İlk Günlerde İdarecilerimizin Hiçbiri Yoktu”
"İlk üç-dört gün sadece buradaki yaşayan sağlık emekçileri hizmet vermeye çalıştık. Kendimiz depremzede olmamıza, yakınlarımızı kaybetmemize rağmen. Kaybettiklerimize ağlayacak, yasını tutacak zamanımız olmadı. Bir kişiyi daha kaybetmemek için gelen yaralıların yaşatmanın çabasındaydık. Yardıma ancak 3 gün akşamı ve 4. gün gelindi. İlk olarak gelenler daha çok arama kurtarma çalışmasına gelenlerdi. Sağlık emekçileri de kendisi gönüllü olarak bölgeye gelen arkadaşlarımızdı.
İlk günlerde kendi amirlerimizin hiçbirisi sahada değildi. Biz o karmaşanın içinde nasıl sağlık hizmeti verebiliriz diye uğraşırken en azından organizasyonun sağlanması için burada olması gereken idarecilerin hiçbiri yoktu. İlk günlerde idareci olarak görebildiğimiz tek kişi Cumali beydi. Ne başhekim, ne başhemşire, ne mali işler sorumlusu... Hepsi günler sonra geldi. Hastane başhekimi 3-4 gün sonra, başhemşire 20 gün sonra geldi. Haftalar sonra gelen oldu. Hatta Sağlık-Sen Temsilcisi Ali Sezer Kuzu, deprem öncesinde sonrasında hiç işe gelmedi."
“Kendimizi Çaresiz, Yetersiz Hissettiğimiz Anlar...”
"Gerçi gelselerdi ne yapabileceklerdi bize çok bir yardımları olmazdı ama en azından organizasyonun sağlanması için burada olmaları gerekirdi. Zaten sadece acil hizmeti verebiliyoruz. Acil bölümünde her zaman yaptığımız işlemler. Ama çok zaman çaresiz kalıyorduk. Her yer dolmuş yeni gelen hastayı yatıracak yer sorun. Malzemeler yetmiyor, danışabilecek kimse yok. Son derece sağlıksız ortamda dikiş atmak, kırıkları alçıya almak zorunda kalıyorduk. Bazen kendimizi öyle çaresiz öyle yetersiz hissediyorduk ki, o anlarımızı tarif etmek imkansız...
Bu benim yaşadığım ikinci deprem. Van depreminde oradaydım. O da büyük bir depremdi. Fakat burada yaşanan terk edilmişlik, kaos, kargaşayı orada yaşamadık. Depremin ertesi günün bir çok gönüllü sağlık emekçisi arkadaşımız gelmişti. Görev organizasyonu hemen sağlandı ve bizler gelen gönüllü arkadaşlarımıza görevimizi devredip dinlenmeye gidebildik, acil sorunlarımızla, ailelerimizle ilgilenebildik."
"İlk Günden İtibaren Çalıştık, Ailelerimizi Bile Göremedik”
"Ama burada öyle bir şey olmadı hiç göreve ara veremedik, ailelerimizin yanına gidemedik bir türlü. Sürekli zaten yaralılar geliyordu hani bırakıp gitme şansımız da yoktu. Gidebileceğimiz bir yerimiz de yoktu gerçi. Bir de çok soğuktu. Sürekli yağmur yağdı. O soğukta herkes sokaklarda ıslanmış ve çok kötü haldeydi. Gelen hastalarda aynı durumdaydı tabi. Islanmış ve yaralı... Onlara verebilecek battaniyemiz dahi yoktu. Sedyelerin hepsi dolu. Yerler dolu her tarafta hastalar var. Bir taraftan yeni yaralılar geliyor... Her tarafta tam bir kaos kargaşa... İnanın bu günlerdeki karmaşayı, tüm çabamıza rağmen hissettiğimiz çaresizliği anlatmak mümkün değil. Ne söylesek anlatamayız o günlerde hissettiğimiz çaresizliği...
Biz süreci bir şekilde idare ettik. Burada görevli olmasak bile gönüllü olarak yapacağımız şeyler bunlar. Biz sağlık emekçisiyiz. Her koşulda elimizden gelen elimizden geleni yaparız. Fakat bizim sorunlarımız idareciler gelince daha da arttı."
“İdareciler Gönüllü Arkadaşlarımızın Psikolojisini Bozdu, Çalışma Azmini Kırdı”
"İdarecilerimizden önce gönüllü sağlık emekçisi arkadaşlarımız geldi. İmkansızlıklar içinde canla başla çalışıp bizi çok yardımcı oldular. Fakat idarecilerimiz gönüllü gelen arkadaşlarımızla tartıştılar, kavga ettiler. Zaten tepeden bakan, insanı hor gören tavırları var. Gönüllü gelen arkadaşlarımıza da bu şekilde davrandılar. Hatta daha kötü davrandılar. Bu insanlar evini barkını ailesini bırakıp gönüllü olarak bize yardıma gelmiş. Hastalara yetişemiyorduk. Depremden sonra hastaneden çıkamadık evlerimiz yıkıldı herkes yakınlarını kaybetti. İnsanlar soğukta yağmur altında sokaklarda, çocuğu, yaşlısı, hastası olan var. Biz bunlarla hiç ilgilenemeden çalıştık. Ancak gönüllü arkadaşlarımız geldikten bir kaç gün sonra ailelerimizle kendi sorunlarımızla biraz ilgilenebildik. Gönüllü gelen arkadaşlarımızı takdir edip yardımcı olmak yerine üsttenci üslupla davranıp tartışmalar yarattılar. Gönüllü gelen arkadaşlarımız neye uğradığını şaşırdı. İmkansızlıklar içinde insanlar sağlık hizmeti vermeye çabalıyor. Ama idarecilerimiz emirlerle üstten tavırlarla onların moralini bozacak, çalışma azmini kıracak davranışlarda bulundular. Adeta gönüllü arkadaşlarımızın burada olmasından rahatsızlık duyuyorlar ve gitmeleri için böyle davranıyorlardı. Zaten şu anda gönüllü çalışan da kalmamış herkesi göndermişler. Depremden kim kurtulduysa onlardan normal yaşamdaki gibi görev yapması isteniyor, ard arda nöbetlere devam ediyoruz.
Burada herkes sokaklarda. Antakyalı olanlar köylerde, yakın yerlerde akrabaları varsa oralara gidebildiler. Ama buralı olmayanlar haftlarca sokaklarda kaldı. Ve gelen gönüllü arkadaşlarımıza da kalabilecekleri bir yer gösterilmedi. Bu şartlarda çalışmak zorunda kaldılar. Bizimle birlikte bu karmaşa ve kaos içinde can hıraş bir çalışma içerisinde oldular. Böyleyken idarecilerimiz onlara gerçekten çok kötü davrandılar."
“İdareciler Emirler Verip Nöbet Üstüne Nöbet Yazıyor”
"Günler sonra gelen idareciler "Ben geldim, idareci benim. Siz kimsiniz?" havasında, emirler verip nöbetler yazmaya başladılar. Günlerdir siz yokken burada insanlar tüm imkansızlıklara rağmen o kaosun karmaşanın içinde canını dişine takarak çalıştı. İnanın birinci dereceden yakınlarını kaybeden, evi yıkılan çocuğu yaşlısı olan arkadaşlarımız bile hastaneden ayrılmadan çalıştı. Ancak gönüllü arkadaşlarımız geldikten sonra acil ihtiyaçlarına bir parça da olsa çözüm bulmak için kısa süreli gidip geldiler.
Bizi imkansızlıklar çaresizliklerden çok idarecilerin bu tavrı yıprattı. Emirler vermeler, ard arda nöbetler yazmalar."
"
“Nasılsın Diye Sorulmadan Nöbetler Yazıldı”
"Hiçbirimize nasılsın diye sormadılar. "Sen ne haldesin, kaybın var mı? Ailen ne durumda, çalışabilecek durumda mısın?" denmedi ama ard arda nöbet yazıldı. "Şu şu güne nöbet yazdım, gel" diye dayatılıyor. Burada insanlar zaten gücünün yettiğinden fazlasıyla çaba gösteriyor. Bir de idarecilerin bu baskıları gerçekten bizi tüketmiş durumda.
Herkes sokaklarda ıslanmış, ev yok çadır yetersiz. 30-40 kişi bir arrada kalanlar var. Bir oda mı olur bir teras mı olur. Çatısı olan bir yer varsa insanlar oraya sığınmaya çalışıyor. Orada da tüten sobanın, tenekede yakılan odunların dumanında çocuklarla yaşlılarla hastalarla bir arada kalınıyor. diğer insanlara göre."
“Yıkık Dökük Yerleri Alçıyla Kapatıp ‘Gidin Çalışın’ Dediler”
"Ben hastanenin durumuna değineyim. Hastane binası yıkıldığı için hastanenin acil biriminde hizmet verdik. O ilk depremlerin ardından gittiler bütün hastanedeki yıkık dökük yerleri alçı ile sıvadılar. Sonra da bize hadi gidin içerde çalışın dediler. Hatta o tadilattan sonra bir yandan hastalara bakarken bir yandan da temizliğini de biz kendimiz yaptık. Gönüllü gelen doktor, hemşire arkadaşlarımızla birlikte temizlik yaptık. Biz şey beklemiyoruz zaten olağanüstü bir durumdayız. Bu benim işim değil demiyoruz yapıyoruz. Ama biz insanca bir davranış bekliyoruz. Üstten tavırlarla, emirler yağdırarak insanların moralini bozuyor, çalışmalarını engelliyorlar..."
“Başhemşire Mutfak Kapısında Ekmekleri Bekliyor”
"Bir başhemşire düşünün, sanki yapacak hiçbir iş yokmuş gibi gidip mutfak kapısında bekliyor. Sebep ne ne biliyor musunuz? Mutfaktan ekmek çalınıyormuş! Böyle işlerin peşinde başhemşire. O kadar çirkin bir davranış ki bu... Hepimizi, gönüllü arkadaşlarımız da dahil zan altında bırakan bir söylem. Son derece onur kırıcı bir tavır. Üstelik bir deprem yaşanmış, sarsıntılar devam ediyor bir sürü sorun var, imkansızlıklar var. Ve başhemşire bu kaos ortasında bunun derdine düşmüş. Ekmeği kim niye çalsın. En fazla acıkan olmuş gidip bir ekmek alıp yemiştir. Böyle bir zamanda konu olabilecek bir şey değil. Böylesine vahim bir durum yani."
“Deprem Devam Ederken Diyalizdeki Arkadaşlarımız İçeride Çalıştırıldı”
"Mesela başhemşirenin eşi geçici görevle buraya gelmiş. Ama bir iş yaparken görmedik. Tek bir nöbet listesinde adını görmedik. Ama bize 48 saatlik nöbetler yazılıyor hiç sormadan...
Deprem olduğu zaman herkes hastanede dışarı çıktı. Sadece diyalizde olan arkadaşları içeride tuttular. Her bina yıkılır da diyaliz yıkılmaz mı? Ne cesaretle neye dayanarak arkadaşlarımız içeride bırakılabiliyor. Yapmaları gereken şey diyaliz için oözel tesisatlar var. O tesisat özel bir çadırda kurulacak ve hastalar oraya taşınacak bu kadar basit aslında. Bunu yapmadılar. O bina da yıkılabilirdi, arkadaşlarımızı, hastalarımızı kaybedebilirdik.
Herkes dışarıda acilin önünde... Hizmet vermeye başladık çadırlar kuruldu orada. Ama diyalizdeki arkadaşlarımızı hiçbir şey olmamış gibi çalıştırdılar, yerlerine birilerini de almadılar. Ki depremle birlikte yoğunluk çok fazla oldu. Çünkü insanların travmaları olduğu için bu üretik asite, bir takım böbrek ve idrar yolu enfeksiyonlarına, rahatsızlıklara neden olabiliyor. Dolayısıyla da çok fazla sayıda insanın diyalize ihtiyacı oldu. Dışarıdan bakarsınız o kişinin hiçbir şey yok ama ama bu tür sorunlar yaşıyor. Öyle ki müdahale etmezsek hastayı kaybedebiliriz. Yani riske atamazsınız. Diyalizdeki çalışan arkadaşlarımıza yardım için gönüllü de getirilmedi. Ve bu binada kalmaya zorladılar."
“Sağlıksız ve Yetersiz Yiyecekler”
"İlk haftadan sonra hastaların başka hastanelere sevkleri sağlanabilirdi bunu dahi yapmadılar. Zaten sürekli hasta geliyor ve daha da geleceği belli. Burası her anlamda yetersiz kalacak bu çok açık. Ama buna ilişkin hiçbir şey yapılmadı. Ne gönüllü arkadaşların gelmesi sağlandı ne de hastaların başka hastanelere sevki sağlandı.
Buradaki kaos halen devam ediyor. Barınma sorunu devam ediyor. Yeme içme derseniz zaten çok kötü... O kadar kötü bir beslenme ile yaşamak zorunda kaldık ki, bu şekilde insan ne kadar daha çalışabilir bilmiyoruz. Kahvaltıda 3 tane pörşümüş zeytin, ekmek parça işaret parmağı kadar bir peynir bu kadar. Bununla kahvaltı yapıyoruz. Yemekte derrseniz o da berbat. Sadece bir çorba-makarna ya daçorba-pilav. Hepsi bu kadar. Yeterli bir beslenme sağlayabilecek imkan yok muydu? Vardı. Bir çok yardım malzemesi geldiğini biliyoruz."
“Gelen Yardımlar Nereye Kime Verildi Bilmiyoruz”
"Bir çok yerden yardım geldi, gelen erzak da, giysi de o ilaçlar da ortalıktan kayboldu. o ilaçlara da ne olduğu belli değil. Ve çok fazla malzeme zayi edildi. Korkunç derecede çarçur edildi. Kim neyle ilgiliydi, kime nereye verildi kimlere peşke keş çekildi, ne yapıldı hiçbir fikrimiz yok.
Giyecek, yiyecek,içecek, temizlik ve hijyen malzemeleri, her şey geldi bizim hastanemizin deposu bu şekilde halka hizmet vermek için açıldı. Sonra gelen yardımların dağıtımı resmi görevlilere verildi. Sonrasında her şey bıçak kesildi. Her şey normale dönmüş gibi davranmaya başladılar."
“Depreme Dayanıklılığa İlişkin Rapor Paylaşılmadı”
"Hastanenin depreme dayanıklı olduğuna dair bir belge yok Hiçbirimiz göremedik paylaşılsın istedik. Kaç kere yazılı olarak, sözlü olarak hiçbir şekilde görüşmelere taraflısı olmadılar. Basın yoluyla da sorunlarımızı iletmeye çalışıyoruz. Ama ne yaparsak yapalım cevap alamıyoruz. Sürekli bir dayatma var. Hem bize hem gönüllü arkadaşlarımıza..."
“Teşvik Primlerimiz Verilmiyor Ücret Kaybı Yaşıyoruz”
"İnsanlar şehir dışından gelmiş. Herkes çok az bir parayla yaşamaya çalışıyor. Ama Adana'dan Antalya'dan gelen bir kişi o kadar para harcıyor ki... Çok pahalı yaşam. Nasıl geçinecek bu insanlar. Ayrıca bizim çalıştığımız yer acil. Acil hizmeti verilen personele teşvik verilmesi gerekirken onlar da verilmiyor. Şu ana kadar bize ödeme yapılmadı. Her hastanede bunlar yatırıldı bize yatırılmadı. Bunca yaşadıklarınızın üstüne bir hak kaybı yaşıyoruz. Ödeme yapılmıyor ama yine hiçbir açıklama da yok.
İnsanların her şey için paraya ihtiyacı var şu anda. Çünkü her şeylerini kaybettiler. Evini, arabasını, eşyasını kaybetti. Her şeyini kaybetti insanlar. Çocukları var, çocukların okulu var Her şey baştan başlayacak. Her şeyi sıfırdan almak zorundalar. Üstü başı yok ,moraller bozuk. İnsanların ayağında ayakkabı yok. Nöbete eşinin ayakkabısı ile gelen arkadaşlarımız var. Kocaman ayakkabıları giymiş onlarla yürümeye çalışıyor, burada hizmet veriyor."
“Mobbinge Maruz Kalıyoruz, Hepimiz Ayrı Ayrı Mutsuzuz”
"Biz canı gönülden çalışıyoruz zaten. Bizim istediğimiz şey biraz empati. Onlar yokken de çalıştık zaten biz. İdarecilerden 20 gün sonra 50 gün sonra gelenler oldu Siz kendinize istediğiniz gibi zaman ayırıyorsunuz. Bize gelince niye yok? Biz insan değil miyiz, biz depremzede değil miyiz? Bizim ölen yaralanan yakınlarımız, ailemiz yok mu? Böyle bir şey olamaz...Başhemşirenin eşi hastaneye geçici görevle geliyor ama ortada yok. Hiçbir nöbet listesinde adı yok.
İlk 20 gün hastanede çalıştık Ondan sonrasında köylere çıktık Sendika ve tabipler birliği ile beraber. Köylerde hizmet verdik. Mazeretimiz ne olursa olsun izin kullanamıyoruz. Sürekli olarak nöbet yazılıyor, çalışmamız isteniyor. Gerçekten psikolojik olarak hepimiz çok yıprandık bu tavırlar yüzünden.
Çok ciddi mobbinge maruz kalıyoruz. Her birimiz ayrı ayrı mutsuzuz. Biz zaten gerekli çalışmalarımızı yaptık olması gereken zamanda asıl olarak yöneticiler yoktu. Şu anda zaten kimse yok. Yarısından fazlası dışarıda halkın. Ve buradaki idarecilerin tek düşündükleri şey koltuklarını korumak. Burada yönetici terörü yaşıyoruz. Depremler bir taraftan devam ediyor gittikçe de şartları ağrılaştırıyorlar. anlayıştan yoksunlar kesinlikle. Çok sert, çok acımasız davranışları var. Bence kesinlikle yöneticilerin değiştirilmesi gerekiyor. Bu şekilde çalışamayız. İnsanlara empatik bir şekilde yaklaşılması gerekiyor. Bize bir kere olsun nasılsın denmedi. Biz bu kadar çalışırken bir şeye ihtiyacın var mı denmedi hiçbirimize denmedi Bütün bunları her birimiz ayrı ayrı yaşıyoruz."
“Gönüllü Arkadaşlarımızı Gönderdiler Nöbet Üstüne Nöbet Yapıyoruz”
"Şu anda burada hiç gönüllü kalmamış hepsi gitmiş durumda. İlk önce gönülleri göndermişler böyle bir şey olabilir mi? Burada insana ihtiyaç var çok korkunç. Buradaki insanlar daha fazla buradaki yükü kaldıramayacak durumdalar, zaten tükenmişler. Yani normal mesaiye döndük şu anda. Haftada 40 saat çalışmamız gerekiyor. Çalışan sayısı az olduğu için nöbet sayımız da artıyor. Şartlar gerçekten çok kötü. Anlatmakla bitirebileceğimiz şeyler değil.
“Haftalar Oldu Konteyerlerde Elektrik, Su Eşya Yok”
Konteynırlar geldi. Konteynerler geleli 10-15 gün oldu. İçinde suyu yok. Elektrik yok. Hiçbir eşya yok. Tesisatı bağlanmaz mı temizlenmez mi bu kadar zamanda. Yatakların olduğu konteynırların anahtarları başhekimde duruyor. Herkes çadırlarda kalırken başhemşire konteynerde kaldı. İlk iş odasındaki deri koltuklarını aldı ve konteynere taşıdı orada oturdu. Bazı yöneticiler falan orada kalmaya başladılar. Daha sonrasında dışarıdan gelecekleri vereceğiz dediler bir baktık ki kendilerine yakın olan buralı olan insanlara vermişler. Yani ihtiyaca göre değil, kafalarına göre takılıyorlar.
Konteynerı verseler de kullanamıyor ki insanlar. Kullanabileceği durumda değil çünkü. Geçen hafta gelen çocuk doktorumuz dinlenecek. Kalabileceği bir yer yok. İki çocuğu var kalacak yer de yok. Geç konteynerde kal demişler ama konteynerde hiçbir şey yok. Bomboş bir konteyner. Temizlenmesi gerek. İçine eşya gerek. İki çocuk var. Nasıl temizlik yapacak. Hadi temizlik de yaptık. Eşyayı nereden bulacak. Gönüllü gelmiş, sağlık hizmeti verip bir de bunlarla mı uğraşacak. Hazır içinde eşya olan bir konteyner verseler tamam deriz. Temizliğini bir şekilde yaparız arkadaş oturur. Ama kalabileceği durumda değil ki."
“Ameliyathane Hazırlanmadan Depremzedelere Gelin Çalışın Deniyor”
"Bir başka sorun. Ameliyathane inşaat halinde ameliyathanelerini çok özel temizliği vardır. Özel bir şekilde temizlenirler makinalarla ilgili olarak bir takım bazı ayarlamalar yapılır. Bunlar hiçbir şekilde yapılmadı bunlar hazırlanmadan ameliyathane ekibine çağırıyorlar. 'Ameliyathaneye gelin açın' diyorlar. Ameliyathane herhangi bir yer değil ki gelip açasın çalışmaya başlasın. İnanılır gibi değil.
İnsanları çağırın gelsinler çalışsınlar deniyor. Kimi nasıl nereye çağırıcağız? İnsanlar annesini, babasını, eşini, ablasını abisini bir çok akrabasını kaybetmiş. Evleri yıkılmış hala kalacak yeri yok. Bu insanlara nasıl gel çalış diyebiliriz? Bu insanlar çalışabilecek durumda mı? Gerçekten idarecilerin bu acımasız davranışları karşısında donup kalıyor insan..."
“Röntgen Cihazları Dışarıda Çalıştırılıyor”
"Diğer yandan Röntgen cihazı dışarıda çalıştırıldı. Bunun için korunaklı bir ortam sağlanması gerekir. Ne yapıldı? Hiçbir önlem alınmadan dışarıda çalıştırıldı. Herkes radyasyondan etkilendi ve halen böyle çalışıyor. Asla en ufak bir önlem alınması, bir ihtiyaca çözüm bulunması gibi bir çaba yok. Sadece "Nöbete gel, nöbete gel" deniyor.
Buradaki çevresel koşulları, imkansızlıkları geçtik. Bunları bir şekilde aşmaya çalışıyoruz ama idarecilerin bu acımasızca, insanları tüketen halleri gerçekten dayanabileceğimiz şeyler değil. Bunun bir şekilde çözülmesi gerekiyor ki burada gereken sağlık hizmetlerini verebilelim. Çünkü bu baskı, mobbing hepimizi çok yıpratıyor."
“Sahra Hastanesinde Sadece Bakanlar Fotoğraf Çektiriyor”
"Deniz Mahallesi'nde Sahra Hastanesi kuruldu. Ama şu an işlevsel değil sadece bakanlar geldiği zaman temiz hazır yataklarlarla resim çektirmek için kullanılıyor. 45 gün sonra yapıldı. Çoktan hizmete açılıp çalışması gerekirdi. Deprem yeniden olacak o zaman bunun sorumluluğunu nasıl alacaklar? Depremde Hatay'da yıkılan hastanelerde 76 tane sağlık personeli öldü. İskenderun ve Antakya'da ölen arkadaşlarımızın hesabını verebildiler mi? Biz ölürsek verebilecekler mi? Yok."
“Artık Dayanacak Gücümüz Kalmadı”
"Buradaki yıkımdan dolayı çevre kirliliği, asbest, her yönüyle sağlıksız koşullar tüm bunlar bizi etkileyen faktörler. Ama tüm bunların hiçbiri kimsenin umurunda değil. Sadece koltuklarında kalıp, üstten tavırlarla bize nöbet yazıp, olmadık işlerle meşgul oluyorlar.Bizim artık bunlara dayanacak gücümüz kalmadı. Kendimizi o kadar değersiz hissetmemize neden oluyorlar ki... Sağlık hizmeti verebilmemiz için kesinlikle bu durumun bir an önce değişmesi gerekiyor. Gerçekten tükendik, artık birileri sesimizi duysun istiyoruz.”