Bu hayatta kimi sevdiysem, Antakya'ya götürmek istedim. Sokaklarını gezdirmek, çarşıyı gezdirmek, Harbiye'ye, Samandağ'a götürmek, şarap içirmek, humus yedirmek, rakı sofrası kurmak istedim. Kimi sevdiysem ona balkonumuzda acı bir kahve içirmek ve balkonda birlikte sabahlamak istedim. Mutfağımızın penceresine uzanan limon ağacını koklatmak istedim.
Misafir gelince, durmadan bir şeyler yedirip içirmeye çalışırız biz. Çok konuşuruz, çok yediririz, günde 10 kere kahve içiririz. Babaannemiz Arapça konuşur, biz Türkçe cevap veririz, ama birbirimizi hep anlarız. Herkes birbirini anlar. Çünkü biz sözcüklerle değil, kalplerimizle bağlanırız birbirimize. Herkes birbiriyle akraba gibidir. Bu yüzden ailem iyi değil. İyi değiliz. Annem, kardeşlerim tesadüfen hayatta. Ama ailem iyi değil.
Şehrim tuzla buz olurken kalbim sevdiklerimin gömülü olduğu bir enkaza dönüştü. Hayatımda hiçbir zaman ağlamadan durmak bu kadar zor olmamıştı. O her gece gördüğüm kabuslardan biri olmasını diledim günlerce. Ama en kötü kabusumda bile böyle bir şey yaşamadım. Yine de gözlerimi sıkıca kapatıp açıyorum bazen, belki uyanırım diye.
Kaybettiğim çok şey oldu bugüne kadar. Kaybettiğim eşyalar, kaybettiğim insanlar, kaybettiğim duygular.. Ama hayatımda hiçbir şeyi böyle birdenbire kaybetmedim. Güzel kalpli, güzel bakışlı, güzel gülüşlü sevdiklerim gitti. Bütün geçmişim, anılarım, acılarım, sevinçlerim gitti. Canım sıkıldığında kendimi attığım sokaklar da, canım sıkıldığında kendimi kapattığım evim de gitti. Odamın duvarına çizdiğim o tatlı resmin ortasından patlamış duvarı. Hani o hep yaptığımız espri var ya, yıkılmamış ama pek ayakta da değil.
Canım şehrimizi, içine sevdiklerimizin yardım çığlıklarını gömerek koca bir mezarlığa dönüştürdüler. Soğukta tir tir titreyen, dişleri birbirine çarparken çaresizce etrafına bakınıp duran insanlarla çevrili bir mezarlık. Ve bu mezarlığın içinde sadece ölüler yoktu.
Unutmayacağız, affetmeyeceğiz, hesap soracağız..