Birkaç gündür Antakya’da deprem alanında olan Mücadele Birliği okuru bir işçi, 5. günde yaşadıklarını anlatıyor:
Bugün depremin 5. günü... Güne erkenden, sokaklardaki binalarda yaşayanlar var mı umuduyla başladık. Aslında çok da umudumuz yoktu. Beşinci gündü. Çok ciddi bir süreydi. Ama en azından bir şeyler yapabiliriz, birilerine ulaşabiliriz umuduyla gittik.
Sokaklarda gezerken bir abi geldi yanımıza, bizden yardım istedi. “Kepçem var, operatörüm var, ama ne yapacağımı bilmiyorum” dedi bize. Biz de enkaza gittik. Operatörü yönlendirdi arkadaşlarımız. Çalışmalara başladık ve iki tane cenazeye ulaştık. Ama çok kötü durumdaydılar. Çiftlerdi, karı-kocaydılar. Birbirlerine sarılmış halde cenazelerini bulduk. Tabi ki çok etkilendim.
Burada soğukkanlılığımızı korumak zorundaydık. Çünkü neyle karşılaşacağımızı biliyorduk gelirken. Onları çıkardık. Küçük bir ara verdik dinlenmek için. Çünkü enkaza başladığımızda saat 10.00’du ve bitirdiğimizde akşam yediydi. Yani 9 saattir falan enkaz üzerindeydik. Biraz daha kazıyı ilerletince ses duymaya başladık. Yetkili birilerine haber verdik ses cihazlarıyla gelip baksınlar diye. Çünkü biz kendi imkanlarımızla hatta olmayan imkanlarımızla bunu yapmaya çalışıyorduk.
Geldiler ve ses sistemleriyle dinlediler. İçeriden, ses sistemine gerek kalmadan aslında duvarlar yıkılınca içerideki kadının sesini duyduk. Ve bizimle konuştu. İyi olduğunu söyledi. Kendisini yormamasını söyledik. Sonra ekipler geldi, hep birlikte çalışmaya başladık. Yorucuydu ama sanırım duygularımın da çok zirveye çıktığı andı. Çünkü, sesi duyduğum anda ağlamaya başladım istemsizce. Herkese gülücükler attım, işte farklı bir duygu yaşadım. Sanırım ihtiyacımız vardı buna.
Buraya geldiğimizden beri sokaklarda cenazelerle karşılaşıyoruz. Bugün mesela çıktığımızda sokağın ortasında bir cenaze yatıyordu. Vücudu şişmiş, mosmor bir kadın. Ve kimse almamış. Ne yapacağımı bilemedim. Aradım dedim ki, gelin burada bir cenaze var ve sokak ortasında... Bunlarla karşı karşıyayız. İnsanların cenazelerini görüyoruz ama çıkarılamıyor yani. İnsanlar cenazelerini bile alamıyorlar.
Ablaya ulaştığımızda enkazın altında, çok ciddi bir çalışma vardı. Ve ben çalışma alanında tek kadındım onu kurtarmaya çalışan. Erkekler bana sürekli “bu çok ağır”, “sen bunu alamazsın”, “aman dikkat et düşersin” falan. Yani orada bile kadın olmanın, onların gözündeki değerini hissettim. En sonunda döndüm dedim ki, “siz yapıyorsanız ben de yaparım bunu” ve yerimden kıpırdamadım. Çalışmanın sonuna kadar oradaydım.
İlk başta sadece bedenin yarısına ulaşabildik vs işte. İlk müdahalesi yapıldı, sıvı verildi. Sonra enkazdan çıkarıldı. Aşağı indiğimde artık tamam oldu, dinlenmeye gidebilirim, nefes alabilirim gibi hissettim. Aşağı dinlenmeye indiğimde beş dakika için, ailesi bize teşekkür etti, sürekli sarıldı falan. İşte siz öyle yaptınız, böyle yaptınız felan. Biz dedik ki; “biz zaten bu kadar yolu, küçük umutlar için, ne sarabilirsek onun için yola çıktık”. O yüzden bizim için, onlar için çok büyük bir şeydi, tabi bizim içinde çok büyük bir şeydi ama bu yaşadığımız sevincin yanında bedenimizin yorgunluğu, saatlerdir ayaktayız, zihnimizin yorgunluğu çok küçük kaldı yani...