Deprem sonrası bölgelere giden Mücadele Birliği okurları anlatıyor.

Antakya:

İstanbul'dan uzun bir yolculuk sonrası vardığımız Adana'dan bindiğimiz otobüsü, dün Topboğazı’nda durdurup bizleri indirdiler. Uzunca bir yürüyüşün ardından vardık Antakya'ya.

Bu uzun yürüyüşümüz sırasında kentte bizi neler beklediğini çok net gördük. Neredeyse tek bir sağlam yapı yoktu yol boyunca. Hepsi çökmüş ya da yıkılmıştı. Ayakta kalabilen binaların yıkılan duvarları geride, özenle seçilen mobilyaları, duvara asılı stor perdeleri gözler önüne seriyordu.

Yürüdükçe insanlar artıyor telefon konuşmalarında acı baş gösteriyordu. Sokak ortasında bir torbanın içine koyulmuş sevdiklerinin başında ne yapacaklarını bilemez halde bekliyorlardı.

Kente girdiğimizde bildiğimiz sokaklarında dolaştığımız Antakya yoktu artık. Sokaklarında limon ve portakal kokan şehrin yerinde enkaz, ölü kokusu, toz toprak ve acı vardı artık....


Adıyaman:

Henüz şehri dolaşamadık. Köylere gidecektik, araç eksikliğinden sebep kaldı.

Şu an organize’deki bir depoda çalışıyoruz. Buraya gelenlerden birkaçı gözyaşlarıyla, biri baygınlık geçirdi. Bu sabah kuzenini gömmüşler.

Bir noktadan bahsedildi... Yüzden fazla kişi hala enkazda. Ve “hiçbir şey yapamıyoruz” dediler. Ona yakın kişiden mesaj geldi. Hep enkaz ve bir de kayıp kişi... Fakat yeterince müdahale edilemiyor. Dönüş yapılamıyor. Bazılarına hiç.

Elektrikler yok. Su yok. Tuvalet de yok gibi.

Yarın nereye geçeceğiz, bakalım. Birlikte geldiğimiz gruba uyuyorum. İki tanıdık aileyle iletişimim oldu. Depoya geldiler, erzak ve battaniye ayarladık. Ama çadır yok, ısınma sorun. Ve bu depoya gelen isteklere göre mum da yok...