Durum tam da başlıkta belirtildiği gibi, dinci faşizmin kaçacak yeri kalmadı. Bu yüzden çeyrek asır evvelki merhum argümanlarına sarılıyor yeniden. Doların 20 liraya koştuğu, enflasyonun -resmi rakamlarda bile- %83’ü bulduğu koşullarda, bu topluma verecek hiçbir şeylerinin olmadığının itirafıdır aynı zamanda.

Ama münakaşayı dinci faşist parti başlatmadı bu sefer, aksine “ana” dedikleri muhalefet partisinin lideri başlattı ve her zamanki gibi en çok ihtiyaç duyduğu anda dinci faşizmin değirmenine su taşıdı yine. Ülke belki de tarihinin hiçbir döneminde burjuva siyasetinin bu denli fakirleştiğini görmemiştir. Ama bu durum tabii ki, şaşırtıcı değil, çünkü emperyalist kapitalist sistem küresel ölçekte çürümüş durumda ve siyaset üretemez halde. Bu da onun “yerel” yansıması. Kasalar doldukça fakirleşiyor.

Bir gece rüyasında mı gördü bilinmez, CHP lideri “baş örtüsüne yasal güvence” teklifiyle çıktı bir anda ortaya. Garip olan, bunu bir “samimiyet sınavı” olarak savunması. Oysa herkes bilir ki, dinci faşist parti hiçbir konuda adım atamasa bile, bu konuda mutlaka adım atar, en azından sınırları sonuna kadar zorlar. Çünkü bu konu onun sine qua non’u yani olmazsa olmazıdır. Konunun samimiyetle ilgisi yok haliyle.

Daha Kılıçdaroğlu’nun sesi havaya karışmadan, medyada “bu teklife anayasal güvence restiyle karşılık verileceği bilgisinin kulislerde konuşulduğu” haberleri dolaşmaya başlamıştı bile. Nitekim öyle de oldu. Teklif, CHP’ye bumerang gibi döndü, ama tüm parti yöneticileri üstte kalmak için çırpınıyorlar da çırpınıyorlar hala. Dinci faşist parti ile bu ve benzeri konularda aşık atılamayacağını düşün(e)memiş olmaları, yine siyasi fukaralık mıdır, yoksa bilinçli bir tercih mi... Sanki ikisi de geçerliymiş gibi görünüyor.

Sonra...

Dinci faşist parti lideri muhtemelen bir gün uyandı ve yine muhtemelen “bir dakika” diye düşündü. “Biz bunu niçin fırsat olarak kullanmıyoruz?” Böylece anayasal güvence konusu referandum teklifine bağlandı. Maksat olsa olsa, hiç kalmadı denecek kadar daralan meşruiyet alanını genişletmek ve bu yolla Haziran 2023 öncesinde rıza üretip kitle ve moral toplamaktır. Onlar açısından en azından denemeye değer. Yıllar önceki bir dizide bulunan bir karakterin dediği gibi “akarı yok, kokarı yok”.

Peki, Kılıçdaroğlu bu konuda ne diyor? Anlaşılan o ki, o hala başka alemlerde. “Yasa çıkmasın diye uğraşıyor” diyor haşmetmehapları. “Bay Kemal bunları yemez.”

Eh, ne diyelim? Kişi zokayı başka bir yerdeymiş gibi gösterirse, yememiş olur tabii. Dolayısıyla, en kötü ihtimalle dönen dolabı anlamazdan geliyor. Çünkü şu an kamuoyu yoklaması aşamasındaki referandum karara bağlanırsa, engelleyemeyeceğinin farkında ki, yapacak siyaseti de kalmadı bu konuda ayak diretmekten başka.

Ama her şey bir yana, birileri birilerine can suyu taşıyor olsa da, artık geri dönülemez bir noktaya gelindi. Referandum, seçim filan kurtaramaz artık dinci faşist sistemi. Bu yüzden son tartışmanın da nihai anlamda varabileceği hiçbir yer yok, ama bırakalım bunun telaşını, sırtını seçimlere ve burjuva siyasete yaslayıp burjuvaziye “diklenen” siyaset fukaraları yaşasın, değil mi? Nasıl olsa son sözü işçiler ve emekçiler söyleyecek.

Bir Mücadele Birliği Okuru