Emeğe Ezgi solistlerinden, Kırıklar F Tipi Zindanında kalan Sinan Koçum, gazetemize yazdığı mektubuyla zindanlarda son süreçte yaşadıklarını anlattı. Sinan Koçum’un mektubu şöyle:
Burada neredeyse her gün yeni bir yasak kararı alınıyor. Sonra da itirazlarla, diyaloglarla en son çare de mahkemelik olarak konu çözümleniyor. Biz de bu sebeple üç günlük açlık grevi yaptık.
Basılı yayınların sürekli olarak engellenmesi, tutsakların istekleri dışında yer değişiklikleri havalandırmaların kamera ile izlenmesi, daksil yasağı, çekpas sopalarının zorla alınarak boylarının kısaltılması, elektrik uzatma kablolarının kısaltılması gibi mantıklı bir gerekçesi olmayan, “acaba bugün neyi yasaklasam” düşüncesiyle, keyfi olarak verilen kararlarla gerçekleştirilen uygulamalara maruz kalıyoruz.
Aynen böyle yazarak Adalet Bakanlığına dilekçe gönderdim ve “ben üç günlük açlık grevi yapıyorum” dedim.
Tabii cezaevinde açlık grevi yapınca disiplin soruşturması başlatılıyor; devamında da bir disiplin cezası veriliyor. Haliyle bize de soruşturma açıldı ve savunmamız istendi. Ben de savunmamı aynen şöyle yaptım:
“Bir insanın hayatı boyunca yapabileceği en ulvi iş, insanlığın kültür birikimine karınca kararınca katkıda bulunmaktır. Toplumsal ilerleme bu şekilde gerçekleşir.
Fakat tarih boyunca egemen sınıflar toplumları daha kolay yönetebilmek için insanları mümkün olduğunca bilimden ve sanattan uzak tutmaya çalışmış, emirleri altındaki idarecileri de bu amaca yönlendirmişlerdir. Bugün bu cezaevinde yaşanan da bunun bir parçasıdır.
Örnek veriyorum: Burası F tipi olduğu için başka insanlarla irtibatım asgari düzeyde olduğu halde dört yılda en az dört tane okuma-yazma bilmeyen insanla karşılaştım. Kim bilir benim görmediğim, bu durumda olan kaç insan vardır.
İnsanlığın çıkarlarını gözeten bir sistemde bir idarecinin yapacağı ilk iş bu insanları okuma-yazma öğrenmeye özendirmek olurdu.
Her gün ya bir şikayet dilekçesi, ya bir itiraz ya da bir suç duyurusu yazmak zorunda kalıyorum. Çünkü her gün yeni bir mantıksız, hukuksuz ve keyfi yasak kararı ile karşılaşıyoruz.
Her gün yasa ve yönetmelik okuyup dilekçe hazırlamaktan bilim ve edebiyata vakit kalmıyor.
Sadece bana değil, bu cezaevinde tutulan yaklaşık 400 kişiye aynı uygulamalar dayattığınızı gözönüne alırsak, şunu söylemek mümkündür: Siz insanlığa kötülük ediyorsunuz.
Sırf egolarınızı tatmin etmek ve emrinde olduğunuz egemenlere yaranmak için insanlığın kültür birikimine darbe vuruyorsunuz.
Ben de bu duruma dikkat çekmek ve protesto etmek için açlık grevi yaptım.”
Bu cezaevinde -özellikle idareciler değiştiğinden beri- idari ve hukuki işler çok zaman alıyor. Bunlardan birini daha anlatmam gerek.
Havalandırmalarda kamera var. Senelerdir bu kameralar kapalıydı. Daha doğrusu biz kapatmıştık. Üzerine bir etiket yapıştırmıştık. Müdür değiştikten sonra bu etiketleri söktüler ve hem izleme hem kayıp yapmaya devam ettiler. Biz kapattıkça, her defasında onlar açıyorlar. Üstelik bir de kapattık diye disiplin cezası veriyorlar.
Normalde kameranın önünü kapatmak suç değil. Yani yasalarda böyle bir suç tanımı yok. Ama idare başka bir yasayı yorumlayarak o yasa maddesinden disiplin cezası veriyor. Bana şu ana kadar dört tane 1 aylık görüş yasağı (toplam 4 ay ediyor) bir tane de bir günlük hücreye kapatma cezası verdiler. Hüseyin yoldaş da toplam 4 ay görüş cezası aldı.
Bu cezalara itiraz ettik elbette. İnfaz hakimliği bizi haklı buldu. “Yasada böyle bir suç yok” diyerek cezaları kaldırdı. Savcılık bir üst mahkeme olan İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etti o mahkeme de infaz hakimliğinin (İzmir 3. İnfaz hakimliği) kararını bozup cezaları onayladı. Böylece cezalar uygulanmaya başlandı.
Cezaların iki tanesi yukarıdaki şekilde sonuçlandı ve Anayasa mahkemesine başvurdum. Diğer üç ceza için infaz hakimliği kararları henüz elime ulaşmadı. Bu arada her gün kameraları biz kapatıyoruz, görevliler açıyor. Bir yandan da disiplin cezası vermeye devam ediyorlar.
Çekpas sopaları da bu yüzden kısaltıldı. Çünkü biz sopaları birbirine ekleyerek kameraya etiket yapıştırıyorduk. Kısaltılması sorunu çözmeyince bu kez de hücrede bulundurulabilecek sopa sayısını ikiye düşürdüler ve fazla çekpas saplarına el koydular. (Bu konuyu da mahkemeye şikayet ettik tabii). Elbette biz de yeni yöntemler bulmaya devam ediyoruz.
Bitirmeden önce “Notre-Dame’ın Kamburu”ndan aldığım bir notu paylaşayım:
“...bu ayrıcalıkların pek çoğu dahası bundan çok daha iyileri bile, krallardan ayaklanmalarla, isyanlarla, tehditlerle zorla alınmıştı. Eski tarihlerden kalma bir düzendir bu. Kral yalnızca halk kopardığı zaman bırakır. Sadakat konusunda, bunu büyük saflıkla anlatan eski bir ferman vardı. Şöyle yazar: ‘Yurttaşların krala bağlılı bazen isyanlarla kesintiye uğramışsa da, onlara pek çok ayrıcalık sağlanmıştır.’”.
Sinan Koçum mektubunda ayrıca günlük gazetelerin de pandemi tedbirleri nedeniyle “üzerinde virüs varsa pasifize olsun” diye bir gün bekletilerek kendilerine verilmediğini anlatıyor. Bunun için Dokuz Eylül Üniversitesi’ne yazan Sinan Koçum, “kağıt yüzeylerde virüs ne kadar süre hayatta kalıyor” diye sordu. Gelen raporda “üç saat içinde tamamen yok olduğu görülmüştür” denilince bu raporu da dilekçesine ekleyerek mahkemeye başvurdu ve böylece günlük gazeteleri gününde almaya başladılar.