Genç bir kadın, Afganistan’dan kaçarak gelen ve sınır dışı edilmek istenen erkek arkadaşı için günlerdir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Hikayesini web sitelerinden gördüğümüz Ali için, arkadaşları aracılığı ile Yağmur’a ulaşarak, olayı bir de onun sözleriyle dinlemek istedik. Ali’nin hikayesi savaşla, hayatta kalma mücadelesiyle dolu. Yağmur’un hikayesi ise sevgisi ile başlayıp, göçmen karşıtlığıyla, homofobiyle karşı mücadeleyle harmanlanıyor. Biz de Yağmur’un anlatımlarını paylaşıyoruz:

 

Afganistan, Taliban’ın 1996’da Kabil şehrine girerek birçok kişiyi idam ederek öldürdüğü ve yıllardır süregelen işkencelerin devam ettiği bir ülkedir. Kurulduğu yıldan beri insanların, insani olarak yaşamasını engelleyen baskılar ile Afganistan’ın son 25 yılına damga vurmuştur. Taliban’ın baskıları altında yaşama tutunmak, insanın nefesini kesen ve kanını donduran bir çaresizlik olarak karşımıza çıkıyor.

Dayanılamayacak işkencelerin ve ölümlerin ayyuka çıktığı bu şeriat rejiminde yaşayan insanlar, başka ülkelere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göçlerin nedenleri arasında yer alan olaylar; suç işleyen insanların ellerinin kesilmesi ve idamların gerçekleşmesi, bu kesilen ellerin ve idam edilen kişilerin asılarak şehirlerde sergilenmesi, hayattan kadınların soyutlanması, erkeklerin sakal bırakma zorunda olması, toplu taşıma araçlarındaki aynaların erkeklerin kadınlara bakabileceği düşüncesi ile kaldırılması, bütün bilgisayarların kırılarak ortadan kaldırılması, görsellerin yasak olması, namaz surelerini bilmeyenlerin kırbaçlanması gibi olaylardır.

Tüm bu olaylar nedeniyle, Afganistan’dan başka ülkelere göç etmek zorunda kalan göçmenler bunların yanında acımasız ırkçı söylemlere, kültürel anlamda yabancılaşmaya ve kimlik bunalımına maruz kalıyor. Bu anlamda göçmenler, acılarının ağırlığı altında kendilerini daha çok çaresiz ve yalnız hissediyorlar.

Afganistan’dan Türkiye’ye göç eden birçok kaçak göçmenin hikayesi insanın yüreğini parçalıyor. Taliban’dan bıkıp usanarak, günlerce ve aylarca bitmek bilmeyen yolları yürüyüp insan kaçakçıların eline düşmemek için ailesini geride bırakmak zorunda kalıp ya da ailesi ile birlikte sınırı aşmak için canlarını göze alan birçok göçmen sesindeki acıyı duyurmaya çalışıyor.

Tam bu noktada henüz çocukken Taliban rejimine karşı çıkan ve dayanılmaz işkenceler ile karşı karşıya kalan Ali Nazari’nin hikayesi başlıyor:

Ali 23 yaşında çeşitli işlerde çalışarak ailesine bakan yüreği çok güzel olan bir insan. Ali çocukken Afganistan’da babasının marketinde çalışmak zorunda kaldığı için, çok istemesine rağmen okula gidememiş. Bir yandan savaşın ve kaosun hakim olduğu bir coğrafyada yaşaması ailesini ve kendisini derinden etkilemiş. Bir dönem her gün bombaların patladığı ve kulaklarını hissetmediği günler olmuş. O günlerde gözlerinin önünde çocukların ve birçok ailenin öldüğünü görmüş. Her gün bir komşularının evinin bombalandığı yerde yaşamanın korkunçluğunu anlatırken gözleri dolmuştu. İnsan yaşadığı bazı acılar nedeni ile boğazı düğümlenir yutkunup da kolay kolay anlatamaz ya, Ali’de tüm bunları anlatırken öyle olmuştu.

Ali 15 yaşındayken baskılara dayanamayıp, oradaki askeriyeye gidip komutanlara ülkesinde askerlik yapmak istediğini söyleyip asker olacağım diye tutturmuş. Lakin henüz yaşı tutmadığı için komutanlar onu askerliğe kabul etmemiş ve askerliği başlamadan bitmiş. 17 yaşına geldiğinde ise arkadaş çevresindeki düşüncelerini öğrenen Taliban, Ali’ye işkence yaparak bir daha öyle düşünmemesi gerektiğini, yoksa ailesini de kendisini de öldüreceğini söylemiş. Bu durumun üzerine ailesi Ali’ye “Buradan git, oğlum. Daha küçüksün ve Taliban’ın işkencelerine dayanamazsın. Seni ve bizi öldürecekler.” demiş. Ali ailesine kendilerini bırakmak istemediğini söylese de orada konu kapanmış. 17 yaşındayken yola çıkıp uzun zaman boyunca yürüyerek sınıra gelip Türkiye’ye sığınmış.

Ali Türkiye’ye geldikten sonra Van’dan İstanbul’a gitmiş. Orada çalışmaya başlayarak İstanbul’da çalışırken, İl ve Göç idaresine giderek başvuru yapmak istemiş. Lakin parmak izini kayıt edemedikleri için başvurusu da yapılamamış. Ardından Sakarya’ya gelip bir kebapçı restoranında komi olarak çalışmış. Biz onunla buradaki kebapçıda tanıştık. Ali komilik yaparken 12 saat çalışıp ailesine para göndermeye çalışıyordu. Kötü şartlar altında çalışıyordu. Başında sürekli mobing uygulayan ve burada kimsesi olmadığı için onu güçsüz gören patronları vardı.

Kendini hiç düşünmeden hep çalışıyordu. Patronu bir gün “Rüyanda bile burasını göreceksin. Hiçbir kız ya da erkek arkadaşın olmayacak. Sadece işi düşüneceksin.” demiş. Bu cümlenin alt metninde ne yazık ki insani olmayan birçok tema var. Ali mücadelesini hep çalışarak verdi. Çünkü başka bir seçeneği yoktu. Kanadı kırık insan acısında şifayı bulmaya çalışır. Bu hep böyledir.

13 Eylül Çarşamba akşamı, Ali saat dokuz gibi beni aradı. Telefonu açar açmaz şunları söyledi: “Ben Göç Şube Müdürlüğü’ndeyim”. Hemen telefonu memur beye vermesini söyledim. Nerede olduğunu öğrendikten sonra hemen Bursa’dan Sakarya’ya doğru yola çıktım. Gece saat bir gibi oradaydım. Lakin idari memur olmadığı için ertesi günü gelmemi söylediler. Ertesi gün saat dokuz gibi tekrar gittim. Oradaki memurlara Ali ile görüşmek istediğimi söyledim. Birinci dereceden yakını olmadığım için görüştüremeyeceklerini ve buradan Ali’yi İzmit Geri Gönderme Merkezi’ne götüreceklerini söylediler. Ben de ertesi gün İzmit Geri Gönderme Merkezi’ne gittim. Bir yandan mülteciler derneğine yazıp bir çare ararken İzmir Müzisyenler Derneği’nde yer alan Oktay Bey bu süreç içerisinde maddi ve manevi olarak yanımda olacaklarını söylediler. Çünkü insan o karmaşıklığın içinde ne düşüneceğini bilebiliyor ne de ne hissettiğini anlayabiliyor.

Hafta sonu hızlı bir şekilde avukat araştırması yaptım. Ve bir avukat ile anlaştık. Pazartesi günü Geri Gönderme Merkezi’ne gideceğini ve Ali’den vekalet alıp itiraz dilekçesini sunacağını söyledi. Pazartesi günü beni arayıp orada olduğunu ve Ali’nin Van ya da Iğdır’a sevk edilmiş olduğunu söyledi. Bu iki şehirden birinde, ama hangisinde olduğunu bilmiyorduk. İşler giderek zorlaşıyordu. Çünkü Ali’nin Van’da mı yoksa Iğdır’da mı olduğunu bulamıyordum. Kendimi öyle çaresiz ve kötü hissettim ki, duygularımın dili olsa da konuşsa sonuç olarak yaşadıklarımın yanında yine yetersiz kalırdı.

Salı akşamı bilmediğim bir numaradan telefon geldi. Ama bu numaranın Van’dan geldiğini biliyordum. Çünkü Van Geri Gönderme Merkezi’ni defalarca aradığımdan numaranın başındaki kod aklımda kalmıştı. Hemen telefonu açtım. Karşıdaki ses “Aloo” dedi. “Kimsiniz?” dedim. “Ben Ali, Ali” dedi. Sesi o kadar uzaktan geliyordu ki tanıyamamıştım. Sonra Ali’nin nasıl olduğunu ve hangi şehirde olduğunu sordum. Hemen Van Geri Gönderme Merkezi’nde olduğunu söyledi. Bir iki dakika konuştuktan sonra telefonu kapattı. Ben o akşam Ali’ye ulaştığım ve nerede olduğunu öğrendiğim için çok mutlu olmuştum. Oktay beye durumu anlattım. O da bazı arkadaşlarına yönlendirdi. Ve ertesi gün Van Hukuk Barosu Komisyonu bize adli yardım ederek avukat atadı. Avukatımız gerekli olan tüm davaları açarak hukuki işlemleri başlattı.

Bu süreçte başta Oktay Bey ve adını sayamadığım güzel yürekli insanlar bana o akşam çok yardımcı oldu. Yanımızda olan herkese bu nedenle teşekkürü borç bilirim.

Ali ile mücadelemiz, haberler aracılığı ile sosyal medyadan duyulmaya başladı. Sosyal medyada yer alan bazı asılsız suçlama ve iftiralar ile de mücadele ederken, bazı insanların acımasız olduklarını gördüm. Birçok yalan söylemler ile hayatımızın kurgu olduğunu yazdılar. Bunlardan biri de Ali’nin cinsel kimliğine yönelik olarak ırkçı bir sosyal medya kullanıcısının yazılan tweetti idi. Tweette her şeyin kurgu olduğu, bizim bir ajans oyuncusu olarak seçildiğimiz ve Ali’nin eşcinsel olduğu yazılıydı. Ali’nin sosyal medya hesabından çocukluk arkadaşı ile birlikte yan yana yürüdükleri ve birlikte yan yana oturdukları videoları paylaşarak Ali’nin eşcinsel olduğu hakkında tweet atmışlardı. Bu süreç içerisinde Ali’ye cinsel kimliği ile ilgili atılan iftiraların peşini bırakmayacağım. Ali eşcinsel değildir. Bu konuda yapılan asılsız haber siteleri ve haber kanallarından tekzip yazısı ve içeriklerin engellenmesi talep edilecektir. Ayrıca Ali hakkındaki bu kurguyu hazırlayan kişiden de maddi ve manevi tazminat davası açılacaktır. Afganistan, Arabistan, Pakistan ve Suriye gibi diğer ülkelerin kültüründe tıpkı ülkemizdeki kültürde olduğu gibi kadın kadının koluna girip yürümek ve el ele tutuşmak vardır. Afganistan’daki erkekler arkadaşlarına ve dostlarına gönül bağlılıklarını bu beden dili hareketleri ile ifade etmektedir. Ayrıca Ali’nin en yakın arkadaşı ile herhangi bir şekilde el ele olan bir videosu da yoktur. Öyle bir video olsaydı da Ali’nin cinsel kimliğine yönelik herhangi bir asılsız söylemde bulunulamazdı. Türkiye’de yaşayan kadınlar birbiri ile kol kola giriyor diye lezbiyen mi oluyor? Ali’de çocukluk arkadaşı ile yan yana yürüyor diye gay olmuyor. Bir de videolarda olan emoji meselesi vardı. İnsanlar sevdiklerinin fotoğraflarına ve videolarına bu kalp emojileri koyarak arkadaşlarına ya da sevgililerine duygularını ifade ediyor.

İnsanların cinsel kimliğini bir emoji ya da beden dili anlatamaz. Mesela aynı çocukluk arkadaşı ile sosyal medya hesabında camide namaz kıldığı videolar var. Bunlar hiç paylaşılmadı. Siz de biliyorsunuz ki, insanların ağzı torba değil ki büzesiniz. Bu yüzden hayatta birini yargılamadan önce onu tanımadan yaftalamak en kötü şeylerden biridir. Bir emoji ya da beden dili ile olayı hemen iki dakikada çözüyorlar. Bir insan hakkında olur olmaz şeyler yazıp çizip o insanı karalayınca ne oluyor? Bunu hiçbir zaman anlamamışımdır.

Ülkemizde ne yazık ki insanların ırkına karşı bir ön yargı var. Bu anlamda da ırkçı söylemler giderek artıyor. Bir insanı insan olduğu için değil, onun nereli olduğuna göre yargılayanlar var. Ne üzücü değil mi? Sizin doğduğunuz yere göre insan olup olmadığınıza karar veriyorlar. Ve bunun üzerinden sizin insanlığınız sorgulanıyor. Çok acı.

Hiç kimse ülkesini ve ailesini geride bırakmak istemez. Öyle kolay bir şey değil. Lakin insanlar oturdukları yerden klavye şövalyeliğine soyunup insanın acısı ile alay ediyorlar. İnsanlar sınırların ötesinden cehennemi yaşayarak geliyor. Ve o cehennemi sığınmacılar ve mülteciler yaratmadı.

Bu kadar acımasız yazılar yazanlar bir kere bile göçmen hikayesi okumamış ve bir göçmenin hayatını dinlememişler. Eğer okusalar ve dinleselerdi, içlerinin burukluğu acımasızlıklarının üzerini örterdi. Kalpleri o zaman bizim seslenişimize kulak verirdi.

Bu yüzden sesimizi, bizi anlayan güzel yüreği ile mücadelemize kulak veren insanlara duyurmaya çalışıyoruz. Bu anlamda ben hayatımda hep kalbimin sesini dinlemişimdir. Ve bu yüzden hiçbir şeyden pişman olmadım. Ben Ali’yi her şeye rağmen seviyorum. Bugün sevgim için mücadele etmezsem, yarın içimdeki sesi dinlemediğim için pişman olurum. Her şey mantık değildir. İnsan kalbi ile sever mantığı ile değil. Mücadelemizde yanımızda olan herkese çok teşekkür ederiz.