Yukarıda, iktidarı ve muhalefetiyle sermaye dünyasının parti ve kurumlarında ortalık toz duman; birbirine kılıç çeken yargı klikleri, mecliste “anayasaya darbe” kavgaları, kapı önüne konulan Merkez Bankası’na şef olduğunu zanneden kişi, daha dün sırtlarını pışpışlayan ve şimdi bel altı vuruşlara geçen faşist burjuva muhalefet... Buna karşın, aşağıda, emekçiler cephesinde en geriden başlayanların en ileriye sıçradığı sınıf mücadelesinin sürekliliğine sekte vuran engellerin kalktığı, gerçek bir dip dalgasıyla gerçek bir harekete yönelen bağımsız bir hat ve keskin çözümler arayışı somutlaşan bir emekçi canlılığı... Yukarıda dağılma; aşağıda topaklanma; Durumun özeti budur.

Dağılma ve topaklanma biçimindeki genel sınıf mücadelesi dengelerini kuran, ekonomik buhrandır. Türk tekelci sermayesi, çağdaş gelişimin iyice gerisine düşen, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerle rekabet etmek zorunda kalan, dünya pazarındaki yerini ancak emek-yoğun sanayide bulan yapısıyla, bu konumunu sadece tarihte benzerine az rastlanır bir “sömürü şoku”yla sürdürebiliyor. Çalışanların ezici çoğunluğunun açlık sınırının altında gezinen bir asgari ücrete bağlanması, sömürü şokunda alınan mesafeyi özetliyor. Fakat bu kadarı yetmemiş olacak ki, emekliler üzerinden çalışanların tehdit edilmesi sökün etti. Doğrudan açlığa mahkum 12 milyon emeklinin olduğu yerde, çalışanlar emekliliği erteliyor, böylece sermayeye yük tazminat fonları serbest kalıyor.

Emekçiler yönünden durum, kızgın yağ dolu tavaya atılmaktan farksız; ya geri sıçrayıp aşçının parmaklarını yakacaklar ya da tava alev alacak. İşçi ve emekçilerin çoğunluğu, yaşamlarının epeyce yılını yüksek enflasyon altında geçirdiler, yine de geçmişte ücretler enflasyona yakın ölçüde yükselirdi, aradaki farkı kredi kartı borçlanmasıyla kapatmak mümkündü. Şimdi makas çok açıldı, kart limitlerinin boyu ücretle birlikte kısaldı. Bu yüzden, en ileri bilinçlisinden en geriden gelenine dek tüm işçi ve emekçiler kızgın yağlı tavada aynı anda harekete, tavayı ateşe vermeye zorlanıyorlar.

Emekliler üzerinden çevrilen sömürü çarkı, proleter sınıf mücadelesinin ayaklarına sürekli dolanan bir prangayı söküyor. Deneyimli öncü işçiler çok iyi bilirler: Yıllar içinde mücadele kapasitesinde belli bir düzeye ulaşan binlerce işçi, emeklilik yaşı yaklaştıkça bir kenara çekilir, yeni işçi kuşaklarına bu birikimi aktarmazdı. Bu durum sınıf mücadelesinde sık sık kesintiye, öncü işçilerin kaldıraç noktalarını zayıflatmaya neden olur; sonuçta, proletaryanın partisi için kadroların olgunlaşmasını sağlayan sürekliliğe darbe vururdu. Şimdi, öncü işçiler, sınıfın geniş kesimleriyle bağ kuracak kaldıraç noktalarına, mücadele kapasitesi ve birikimine sahip işçilerle buluşmaya başladı.

Yukarıdaki, yani burjuva saflardaki dağılmanın nedeni, yine buhranın derinliğidir. Çelişkiler bu denli baskın, keskin ve görünür haldeyse, tekelci sermayenin egemenliğini sürdürebilmesinin politik koşulu, faşist baskıyı daha da arttırmaktır, tüm vidaları sıkmak, ideolojik mengeneyi marjinallik sınırına kadar kısmaktır. Fakat, ideolojik alanı daraltmanın, baskı aygıtını öne çıkartmanın her zaman bir bedeli olur. Birincisi, açıktan şeriatçı kelle avcıları, cemaatler pastadan belirleyici payı isterler; ikincisi, sürekli üst düzeyde bir baskı, bunun için parayla şımartılması, kollanması gereken güvenlik bürokrasisini, politik aygıtta öne geçirir. Tıpkı kent savaşlarının 15 Temmuz’u yaratması gibi, partilerin ve diğer politik kurumların öremediği barikatı ördüklerini, rejimi ipten aldıklarını gören güvenlik bürokrasisi, bu parti ve yöneticileri küçümsemeye, otorite ve yetkeye saygı üzerine kurulu egemenlikte onarılmaz çatlaklar yaratmaya başlar. Dinci-faşizmin karakteristik bir yanı var ki, bu tarz çatlakların hızla bu hesaplaşmaya varmasına yol açıyor: O karakteristik şudur: “Şeyh uçmaz, müritler uçurur” misali, hiçbir üstün özellik sergilemediği halde destekçilerinin ikame edilemez bir konuma yükselttiği “karizmatik” liderlerin gücünün bir sınırı olduğu bir görünsün hele, işler göz açıp kapayıncaya kadar, kurumsal çatışma ve hesaplaşmaya varır. Şimdi yukarıda tozu dumana katan dağılmanın ardında, buhranın tetiklediği bu mekanizma bulunuyor.

Devrimler tarihinde sayısız örnek var, hızla yükselen baskı düzeyi, emekçi saflarında alışılageldik mücadele yöntemlerinde bir dağınıklık ve bu yöntemlere ilişkin şüphe ortaya çıkarır. Bu durumda kalan çoğu emek hareketi, baskıya karşı uzun bir direnç gösterebilmek için, daha geniş manevra imkanlarına sahip mücadele alanlarına geçiş yapar. Bu topraklardaki uzun iç savaş, açık çalışma ve propaganda sahasında geniş bir manevra alanı yarattı. Devrimci emek kitlesi, tüm bu yan kazanımlara sarılarak, baskıya karşı uzun direnç yoluna girdi. Baskının özellikle odaklandığı alan, yeni bir Gezi’yi tetikleyecek büyük toplanmaların engellenmesine yönelikti. Emekçiler soruna şöyle bir çözüm buldular: Burjuva muhalefetin açtığı kanalları işgal ettiler, bir anlamda, burjuva muhalefetin omuzları üzerinden ateş ettiler. Ne var ki, her tür yalpalama ve kararsızlığı besleyen bu yol, geçen sene yapılan seçimle birlikte, sadece umutsuzluk üreten bir yol olup çıktı.

Burjuva muhalefetin genel omuzları çökünce, reformist-sosyalistlerin bu döneme uygun misyonlarının sonu geldi. Reformistler, hem mücadeleci kitlenin burjuva muhalefet kanalında toplanmasında aracı rolü oynadılar, hem de bu toplanmayı sineye çekecek politik argümanları ürettiler. “Tek adamı geriletmek, biraz nefes almak, ehem-mühim” gibi pek çok safsata, bu siyasal düzlemin yaratıcısı değil ama aracısı, yan ürünü, kolaylaştırıcısı olmuştur. Kuşkusuz reformist sosyalistler dükkanı kapayıp gitmeyecekler. Aksine, genel hareketin bağrında taşıdığı her yalpalama ve kararsızlık çizgisinde, onların yeniden ve yeniden etkinleştiklerini görmeye devam edeceğiz.

Devrimin tabanının kısa süre içinde olağanüstü genişlemiş olmasının, sözkonusu yalpalama ve kararsızlıklarda etkin bir rolü vardır. Fakat bu aynı zamanda, yaşanan derin, keskin ve çıplak gözle görülür çelişkilere, yine ancak keskin, somut, elle tutulur sonuçlar vaadeden çözümler için çok geniş bir tabanın harekete hazır olması anlamına gelir. Burjuva gerici muhalefet dağılınca, yaşamsal ihtiyaçların ertelenemez karakteri, emekçileri kendi bağımsız hattında yürümeye, bu hattın politik temsilini ve hedeflerini netleştirmeye yöneltti. Şimdilerde sıkça gördüğümüz bir olgunun nedenini her yerden ve her kesimden emekçinin şu veya bu sorun etrafında bir platform oluşturup sokak eylemleriyle seslerini duyurma çabasının kökenini bu arayış çabasına bağlamak yerinde olur.

Gerçek bir dip dalga, gerçek hareketi yaratır. Başlangıçta öncünün sürükleyiciliğine ihtiyaç duymayan gerçek hareket, kendi diyalektik gelişim seyrini izlemektedir: Önce kişisel çevrelerde hoşnutsuzluk konuşmaları, sonra kamuya açık alanlarda, mikrofonlarda açık ve keskin beyanatlar, bu yoldan birbirini yoklama ve tanıma ve nihayet şurada burada bir araya gelme. Birbirine karışan kimyasal elementlerin doyum sınırını aşınca topaklanması gibi, en geriden gelenlerin en öndekileri itmeye başladığı bir gerçek hareket kümelenmelerine şahit oluyoruz. Bu durum, devrimin topluma ne denli kök saldığının, kuytu köşelere kadar ulaşacak derinliğe sahip olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Tabandan yükselen yaygın ve gerçek hareketlerin çarpıcı bir özelliği, biçimsel demokratik hak ve özgürlükler ile bunların önerdiği, içi boş çerçeveye benzer bir politik hattan çok, yakıcı ve somut bir soruna doğrudan çözümler talep etmeleridir. Diğer bir ifadeyle, yürünecek yoldan çok, o yolun hedeflediği çözümlere işaret ediyorlar. Bu somut durum, sınıfın öncülerine özgün görevler ve yeni imkanlar sunuyor. Devrim, yürünecek bir yoldur, devrimin ulaşacağı iktidar ve diğer politik sonuçlar da, aynı şekilde, içeriği henüz doldurulmamış çerçevedir. Şimdi o çerçevenin içeriğini doldurmanın, emekçi sınıflara en acil ve yaşamsal sorunlara nasıl bir çözüm getirileceğinin açıklanması gereken zamandır.

Yaygın gerçek hareketin kısmi, özgün, pek çok çözüm talebi bulunmakla birlikte, herhalde şu üç sorunu en başa koymak yerinde olur: Barınma krizi, işsizlik ve beslenme yetersizliği; yani açlık tehdidi. En başta gelen bu sorunlara elle tutulur, basit, herkesin kavrayabileceği kesin çözümler, gerçek hareketlere bir sınıf perspektifi kazandırmanın bir yoludur. Elbette on yılların birikmiş sorunları, devrimci iktidarın bir çırpıda ve nihai bir çözüme ulaştıracağı kadar basit değil. Ancak emekçiler, fethedilmiş bir devrimci iktidarın ilk adımlarında bile, bu yakıcı sorunlara nasıl hızlı çözümler getireceğini bilirse, devrimci iktidarın fethi yolunda daha kararlı yürüyeceklerdir.

Devrimci iktidar, daha ilk günlerinde, barınma sorununu büyük ölçüde rahatlatacak bir yola girebilir. Şu an sadece İstanbul’da, ev ve ofis olarak boş tutulan, finansal spekülasyon için kullanılan 2 milyon barınma alanı bulunuyor. Bankaların, gayrimenkul şirketlerinin ve bir avuç zenginin ellerinden bu evleri almak ve en yoksullardan başlayarak 2 milyon aileye dağıtmak; bankaların ve gayrimenkul tekellerinin finansal manipülasyon için el altında tuttukları fonları hızlı biçimde yeni inşaat alanlarına tahsis etmek, toprakları kamulaştırıp arazi rantını ortadan kaldırmak, halihazırda dağları aşan kiralarda dramatik bir düşüşe neden olacaktır. Bu ilk adımlar bile, sorunu yakıcı biçimde yaşayan yoksul milyonlar için bir esin kaynağı olmaya yeter.

İşsizlik, çok az iş olmasından değil, aşırı çalışma ve aşırı sömürünün hüküm sürmesindendir. Devrimci iktidarın kamulaştıracağı büyük tekelci işletmelerde şu an ortalama 12 saati bulan ve %600’e varan bir sömürü mekanizması var. Devrimci iktidar tüm işletmelerde aşırı çalışmayı yasaklayarak, kamulaştırdığı büyük sınai ve ticari işletmelerle bugünkünün iki katı bir istihdamla, işsizlikte herkesin hemen hissedeceği bir gerilemeyi sağlayabilir. Tek sorun işsizlik değil, işgücüne katılım %40’lara geriledi. İstihdam dışı sayılanların önemli bir kısmı merdiven altlarında kayıt dışı işletmelerde, günlük işlerde, ve ev kadınlarının “görünmez emeği” altında bir değer üretmekteler. Devrimci iktidar tüm bu kesimleri sosyal güvenceye kavuşturacak, işçi denetimi yoluyla istihdam politikalarını tabandan geliştirecektir. Bu yoldan, bir taraftan kayıtlı çalışanların üzerine binen vergi yüklerini çok daha geniş bir kitleye dağıtabilecek; ordu, polis, diyanet gibi muazzam paralar yutan kurumları dağıtarak, tüm dış ve iç borçları iptal ederek, “ucuz devlet” hedefine varacaktır.

Beslenme sorununun temelinde az üretim değil, bu alanda tekellerini kuran sermayenin aşırı kar için aşırı israfa yol açan aşırı üretimi vardır. Devrimci iktidar, ulaşım tekellerine, perakende zincirlerine el koyacak, tüm aracıları tasfiye ederek, tarladan markete gelene dek on kat pahalanan gıdayı bol ve ucuz sunma imkanları yaratacaktır. Üretilen yaş meyve-sebze, içeride son çocuk doyana kadar, ihraç edilmeyecek.

Bunlar, çok daha detaylı ve köklü çözümler için, sadece esin verebilecek türden ilk adımlardır. Önemli olan, her bir sorunun detaylıca çözümünü açıklamak değildir, emekçilere bu detayları kendileri düşünüp ortaya koyabileceği esinler verebilmektir. Çünkü ancak devrimci bir iktidarın atabileceği nitelikteki adımlarla esinlenip tahayyülü harekete geçmiş bir kitle, devrimci iktidarın fethi savaşımına çekilebilir.

En geriden gelenleri de kapsayan, topaklanarak ilerleyen gerçek hareket, şimdi gelişim diyalektiğinin yeni bir aşamasındadır. Emekçilerin bağımsız inisiyatifiyle topaklanan kümeler, yeni yoğunlaşmasını politik temsiliyet (öncülük) yoluyla bulabilir. Yalnızca proleter yol ve proleter çözüm, şurada burada topaklanarak ilerleyen gerçek harekete, devrimci iktidarın fethine odaklayacak esinleri taşıyabilir.

Umut Çakır