Günümüzde dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan önemli bir olay hem hızla duyulmakta hem de başka coğrafyalar üzerindeki etkileri hızla açığa çıkmakta. Dolayısıyla da emekçi sınıflar, gündemlerine giren bu olaylar ve etkileri üzerinden siyasallaşıp taraf olmaktalar.

Bu da bizlere, çeşitli coğrafyalarda meydana gelen önemli siyasal olayları sıcağı sıcağına ve sıklıkla yorumlama ya da yapılan yorumları değerlendirme gibi zorunlu bir görev yüklüyor.

Öte yandan biliyoruz ki, önemli siyasal olaylara dair sıcağı sıcağına doğru değerlendirmeler yapabilmek, özellikle de başka ülkelerde meydana gelmişse, hiç de kolay değildir. Engels, “Fransa'da Sınıf Savaşımları”na yazdığı önsözde, Marx'ın 1848-50 Fransa’sına dair değerlendirmeleri üzerinden bu konuya değinir. Zorluklarına ve Marx'ın bir işin üstesinden başarıyla gelebilmesinin nedenlerine dair ipuçları verir.

Bunlardan ilki ve elbette en temel olanı, siyasal olayları doğru anlamayı sağlayacak bir teoriye sahip olmanın gerektiğidir. Eğer böyle bir teoriye sahip değilseniz, ne yaparsanız yapın siyasal tarihi ve olayları anlamak, kavramak mümkün olmayacaktır. Materyalist tarih anlayışına, “bütün önemli olayların ilk nedenini ekonomik gelişmede, sınıf savaşımında arayan” bir teoriye sahip olmadan, siyasal tarihi ve olayları anlamak mümkün değildir. Önemli siyasal olayları sıcağı sıcağına isabetli bir şekilde yorumlamada Marx'ı herkesten üstün kılan, teoriye hakimiyeti olmuştur. İkincisi ise ele alınan ülkedeki kapitalist üretimin, ele alındığı dönemdeki durumuna dair tam bilgiye sahip olmak ve üçüncü olarak da ülkenin ele alınan dönemindeki siyasal sürecine hâkim olmak gerektiğidir. Ki Marx'ın, bu konularda da otorite olduğunu biliyoruz.

Tüm bunlara rağmen, söz konusu olan güncel olayları sıcağı sıcağına değerlendirmek olunca, yanılmak yine de mümkündür. Marx'ın tüm yetkinliğine rağmen 1848-50 sürecine dair değerlendirmelerinde yanıldığı noktalar olmuştur ve Engels, kaleme aldığı önsözde bunu da hatırlatmıştır bize. Bu hatırlatmasıyla, önemli siyasal olayları sıcağı sıcağına değerlendirmenin zorluğuna dikkatleri çekmiş olur.

Burada önemli olan sık sık yanılmamak ve/veya bu yanılgıların vahim nitelikte olmamasıdır. Eğer sık sık yanılgılara düşülüyor ve/veya bu yanılgılar vahim nitelik taşıyorsa, burada teorik yetersizlik hali ya da teorik kavrayışta yanlışlık var demektir. Ve akabinde, ele alınan ülkenin ekonomik ve siyasal sürecine dair yeterli ve doğru bilgiye sahip olunmaksızın değerlendirmelerde bulunuluyor demektir.

Ne yazık ki siyaset alanı, yarım yamalak bilgilerle büyük laflar etmeye, yazılar döktürmeye imkân veren bir alan olduğu için, siyasal yaşamları bu türden vahim hatalarla dolu küçük burjuva siyasetçiler ve siyasal hareketlerle doludur etrafımız. Ve yine ne yazık ki, bunlar ne dönüp teorik kavrayışlarını ne de bilgi birikimlerini sorgulama cesaretini de gösteremiyorlar.

İşte, bu kadar zor bir işi, bugünün dünyasında sık sık yapmak gibi bir zorunlulukla karşı karşıyayız. Ve bizler için, bu zorluk ve zorunlulukla baş edebilmenin tek yolu var: Hem teorik hem de özellikle sık sık gündem olan ülkelerin ekonomik ve siyasal süreçlerine hakimiyet noktasında sürekli yetkinleşmek.

Ülkelerin siyasal süreçlerine hâkim olma konusundan devam edelim. Çünkü bu alan, az önce de belirttiğim gibi, bilgi kırıntılarıyla dahi büyük anlatılar üretmeye dolayısıyla gerçekliğin bu kırıntılar içinde boğulmasına uygun. Ve aynı zamanda, burjuvazinin oldum olası manipülasyon ve sosyal-inşacılık faaliyetleriyle dolu bir alan. İşin daha kötüsü, bu iki durumun birbirini de besliyor olması.

Bu durum üstelik 1990'larla birlikte daha sıkıntılı bir hal aldı. Çünkü, 1990'lara kadar SSCB Bilimler Akademisi, tüm eksikliklerine rağmen burjuvazinin ideolojik propaganda, manipülasyon faaliyetini en azından dengeleyici bir rol oynuyordu. Ama SSCB'nin dağılmasıyla birlikte, burjuvazinin eli kolu iyice rahatlamakla kalmadı, burjuva tarih anlatısını egemen kılmak ve sosyalist kesimlerin içine de yaymak için daha yoğun çalışmaya başladı. Devrimci Marksizmle bağları giderek zayıflamaya başlayan küçük burjuva devrimcilik ve ideologlarına ait anlatıları yeni keşiflermiş gibi sunmaya başladılar. Ve tüm bunların sonucunda, materyalist tarih anlayışıyla kaleme alınan çalışmalar azalmakla kalmadı; var olanların da görünürlüğü ve ulaşılabilirliği de yayınevlerinin bilinçli tercihleri nedeniyle zorlaştı.

Sonuç, güncel ve yakın siyasal tarih değerlendirmelerinde emperyalist kapitalist ülkelerin, gerici devletlerin ve bunların hizmetinde olan güçlerin bütün imkanlarıyla yazdıkları yalan yanlış bilgi yığınının, uydurulmuş ya da manipüle edilmiş olay ve olgular yığınının üzerinden sosyal-şovenizmden köktendinciliğe kadar varan bir yelpazede yükselen sosyal-inşacılık faaliyetinin geniş bir alana ağını örmesi oldu. Ve geriye sadece insanların bu ağa düşmesini beklemek, hatta düşürmek için yönlendirmek kaldı. Ne yazık ki yazarların popülerliğine, adlarının önüne dizilmiş unvanlara inanan/inandırılan insanlar, güncel ve yakın siyasal tarihi öğrenmek için, işin uzmanı kişilerin inceleme ve araştırmalarına başvurduklarını sanırken, aslında bu aldatmacanın kurbanı haline geldiler, geliyorlar.

Dolayısıyla, ülkenin güncel ve yakın siyasal tarihine dair bilgilenmeye ve yetkinleşmeye çalışırken, burjuvazinin ideolojik-politik etkisinden uzak kalmaya özen göstermek ve bunun içinde materyalist tarih anlayışı temelinde kaleme alınmış çalışmalara başvurma konusunda hassas davranmak gerekiyor. En azından temel bilgilenme ve kavrayışa ulaşana ve bu sayede burjuvazinin çarpıtma ve yalanlarını fark edecek bir siyasal tarih tasavvuruna ulaşana kadar.

İ.Cevat Çetiner