Hayatın anlamını sorgulamaya başladığın küçük yaşında bir fotoğraf buluyorsun. Üstünde kocaman gözlerle sana bakan ve o gözlerde umudu ve kavgayı barındıran cüretkar bir bakış. Etkileniyorsun. İçine düştüğün bu merak seni kim olduğunu öğrenmeye itiyor. Araştırıyorsun. Belgeseller, kitaplar, fotoğraflar, kişilere sonu gelmeyen sorular… Biraz daha büyüyorsun ve daha mantıklı düşünmeye başlıyorsun. Bu sefer de mücadelesini merak ediyorsun. Mücadelenin ne olduğunu öğreniyorsun sonra kendini mücadelenin içinde buluyorsun.

Çok gençsin daha duydukların ve gördüklerin içinde inanılmaz bir ateş yakıyor. Mücadele de hangi noktada durup o yolda yürümek için hangi politikaların doğru olduğunu henüz bilmiyorsun. Aceleci ve bir o kadar da deli cesaret dedikleri şeye sahipsin. Politikalardan çok militan tavır dikkatini çekiyor. İtiraf etmeliyim ki bunun yanlış bir tutum olduğunu belli bir bilinç seviyesine çıkınca fark ediyorsun. Tabi bu bilince ulaşana kadar oldukça da yıpranıyorsun. Öğreniyorsun yanlış politikalarla doğru bir mücadele veremeyeceğini. İnsanlığın nihai kurtuluşuna giden yolun sosyalizmden geçtiğini ve bunun yolunun işçi sınıfının önderliğinde devrimci yöntemlerle gerçekleştireceğine inandığını söyleyenler pratiğe gelince söylenenlerle yapılanların farkını ortaya koyuyor. Gençliğinin ise işçi sınıfını dilinden düşürmemesi, bürolarda devrim naraları atması, dışarı da söylemlerine uymayan pratikleri proletaryanın güvenini ve saygısını kaybediyor. Lenin’in “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” dediği gibi önce emekçi anlayışı insan zihnine yerleştirmek, zihinlerde dönüşümü/devrimi gerçekleştirmek gerekir.

İnsanın insan tarafından ezilmesine ve sömürülmesine, cinsler ve uluslar arasındaki eşitsizliğe son verecek işçi sınıfının sosyalist iktidarını kurmayı amaçladığını dile getiren kadın arkadaşlar ‘Sosyalist Feminizm’ adı altında emek hareketini bölen bir anlayışa yönelmeleri yine düşündürüyor insanı. Hem ezilen bir cins hem de ezilen bir sınıf olarak emekçi kadını, geçmişin tüm zincirlerinden kurtaracak olan nihai sonuç işçi sınıfının iktidarı olan proletarya diktatörlüğüdür. Proletarya kendi kölelik zincirleriyle birlikte tüm kölelik zincirlerinin kırılmasının her türden eşitsizliğin kaynağı özel mülkiyetin varlığına son verecektir. Kadının ezilmesinin temelinde yatan olgu nasıl ki özel mülkiyet olmuşsa, onun cins olarak baskı altına alınıp, aşağılanmasına, ikincil konuma itilmesine yol açan da bu aynı özel mülkiyet koşulları olmuştur. Özel mülkiyeti yok etme mücadelesinin, özel mülkiyetin, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, kadın sorununda da yarattığı her türlü gerici fikirlere, değerlere kurumlara karşı ideolojik-kültürel mücadeleyle birleştirilmesini de bizzat Marksizm-Leninizm öngörür.

Yine aynı şekilde günümüz sosyalist hareketlerin tüzüklerinde ve söylevlerinde sınıf bilincinden bahsetmesine rağmen özellikle konu ulusal sorun olunca sergiledikleri tutum ise sınıf kimliği önüne geçen bir ulusal kimliğe çarpıyor. Bu da özellikle gençliğin sorunların sınıf mücadelesi ile çözüme kavuşacağı gerçeğinden tam anlamıyla uzaklaştırarak mücadele alanlarını bölüyor. Her Marksist- Leninist, kadın sorununun ve ulusal sorunun sınıf mücadelesi ile çözüm bulacağını bilmedir.

Sonuç olarak önümüzde açık duran sorun gençliğin içinde bulunduğumuz savaşın bir sınıf savaşı olduğu gerçeğinden habersiz olması ya da habersiz bırakılmasıdır. Yukarıda bahsettiklerimizden de yola çıkarak biz Leninist gençliğe düşen ise bu durumu ortadan kaldırarak ezilen ulusların, kadınların ve bütün emekçi halklarının kurtuluşunun sınıf mücadelesinin nihai zaferinde olduğunu yaymaktır.

Antakya’dan Bir Mücadele Birliği Okuru