“Esed” yeni baştan “Esad mı oluyor? Kesin konuşmak için henüz erken olmakla birlikte işaretlerin gelmeye başladığını söyleyebiliriz. Görmemek mümkün değil.

Dinci faşist iktidarın el altından kendi gazete ve gazetecilerine yazdırıp söylettiklerini, “dedikodu” hanesine yazıp es geçiyoruz. Onlar da bir işaret olmakla birlikte, her an yokmuş gibi hareket edilebilecek şeylerdir.

Ama “resmi ağızlardan” çıkan sözleri, sonra tersi yönde politikalar izlenme ihtimali olsa bile “ciddi”ye almak durumundayız. Bir iktidarın, bir devletin izlediği politikaların geldiği noktayı ölçmek açısından, “resmi” ağızların açıklamaları önemlidir.

İlk önemli işaret, RTE'den geldi. Düne kadar RTE'nin -öncesinde “kardeşim Esad” olduğunu elbette unutmuyoruz- adını bile anmadığı, anmak zorunda kaldığı zamanlarda ise, devlet başkanını küçümseme anlamında “Esed” diye andığı Suriye ile istihbarat servisleri arasında görüşmelerin yapıldığını” yine RTE, açıkladı. Sonuçta Cumhurbaşkanıdır, ciddiye alınmalı.

İkinci önemli işaret, ortalıkta Dışişleri Bakanı diye gezinen Çavuşoğlu'ndan geldi. Bu adam daha uzun açıklama yapıyor, dinci faşist iktidarın Suriye politikasına dair daha ayrıntılı bilgi veriyor. Suriye Dışişleri Bakanı ile ayaküstü de olsa sohbet edebildiğini “müjde” havasında bildiriyor. Gazeteciler ona, iki ülkenin istihbarat servisleri arasında görüşme olup olmadığını soruyorlar. Çavuşoğlu, fırsat bu fırsat, içini döküyor. Kısaca şöyle:

"Şimdi (iki ülkenin istihbarat servisleri arasında görüşmeler -bn.) tekrar başladı. Sonuçta bu istihbaratlar arasındaki görüşmede birçok önemli konular gündeme geliyor. Benim Bağlantısızlar Toplantısı'nda, Belgrad'da ayaküstü diğer bakanlarla sohbet ederken Suriye Dışişleri Bakanı'yla (Faysal Mikdad) da ayaküstü kısa bir sohbetim oldu. O toplantı marjında, yemekten önce. Sonuçta orada da biraz önce söylediğim, bu ülkenin tek çıkar yolunun siyasi uzlaşı olduğunu... Teröristlerin temizlenmesi lazım. Kim olursa olsun, adı ne olursa olsun ama diğer taraftan muhalif olan Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini, Türkiye olarak da böyle bir durumda buna destek olabileceğimizi de söyledik.”

Daha fazlası var ama bu kadarı yeter. Çok açık, dinci faşist iktidar, Suriye devletiyle görüşmeye büyük bir istek duyuyor. Bu güçlü istek artık gizlenemeyecek boyutta. Ama bu sefer ağırdan alan taraf Suriye imiş. Bunu da Türk Dışişlerinin açıklamasından öğreniyoruz. “Halihazırda, rejimin ayak sürümesi nedeniyle bu süreç ilerlememektedir”

Ama dinci faşist iktidarın ve şüphesiz, onunla birlikte faşist devletin unuttuğu bir şey var. Yürüdükleri yol, dikensiz gül bahçesi değil. Bu yoldan bir tuğla, bir taş çekmeye gelmez. Çekmeye kalkarsan hiç umulmadık yerden karşı dirençler ortaya çıkmaya başlar. Dinci faşist iktidarın Suriye devletiyle uzlaşma isteğinin işareti bile dinci faşist çeteleri -laikliği ağzından düşürmeyen pespembe “komünistler” ve solun büyük bir kısmı bunlara “cihatçı derler- isyan ettirmeye yetti.

Türkiye'nin işgal ettiği Suriye ve Rojava topraklarındaki çeteler, iki devletin uzlaşması durumunda kabağın başlarına patlayacağını çok iyi koku alan bir köpek hassasiyetiyle anladılar ve hemen Türkiye aleyhine gösterilere başladılar. Uzlaşma değil, uzlaşmanın lafının edilmesi çeteleri ayağa kaldırdı.

Gerçi bu çetelerin Ankara'daki başı hemen bir açıklama yaptı ve isyan eden çeteleri tehdit etti ama onun ne hükmü olabilir ki? Silah, isyan eden çetelerin elindeydi, savaşan onlardı ve “silah kimdeyse hükümdar odur” ilkesi dinci faşist çetelerin temel yaşam ilkesiydi.

Dinci faşist iktidar ve faşist devlet bu pirincin taşını ayıklayabilir mi? Söylemeye gerek yok, çetelerin bu isyanı dinci faşist iktidar ve faşist devlet için göze alamayacakları kadar büyük bir tehdittir. Çünkü bu çetelerin hepsi de silahlı, savaşta deneyimliler -üstelik Türk Ordusu onları eğitmişti!- ve üç kuruşa satamayacakları şey yoktu. Nihayetinde bunlar ve Türk ordusunun unsurları işgal edilmiş topraklarda yan yanalar; aralarında bir atımlık mesafe bile yok. Bu çetelerin silahlarını Türk Ordusuna yöneltmelerinin ne gibi sonuçlara yol açacağını en iyi dinci faşist iktidar ve Türk Ordusu bilir.

Gerçi dinci faşist iktidar, Suriye ile uzlaşma şartları arasına bu çeteleri rahatlatacak maddeler de koymaya çalışıyor. Örneğin, uzlaşma şartlarından biri, belki de en önemlisi, Suriye devletinin bu çeteleri iktidara ortak etmesidir. Dinci faşist iktidar bu koşulun kabul edilmeyeceğini elbette biliyor. Bu koşul kabul edilecek olsaydı on bir yıllık savaş olmazdı zaten. Çünkü, on bir yıl önce dinci faşist iktidarın Suriye'ye dayattığı, kabul edilmeyince de dinci faşist çeteleri harekete geçirdiği koşul tam da buydu.

Suriye, henüz bir yanıt vermiş değil. Türk Dışişlerinin sözleriyle, “ayak sürüyor”. Ama Türkiye, işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe iki devlet arasında “barış”ın olmayacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Türkiye bu konuda nasıl bir adım atar, şimdiden bilmek mümkün değil.

Şüphesiz Suriye'deki iktidar burjuva iktidardır ve onun ilgilendiği şey, kendi emekçi halkının çıkarları değil, Suriye burjuva sınıfının çıkarlarıdır. Haliyle, halkın bunca kanının akmasına neden olan Türkiye ile, işgal edilen topraklardan çekilmesi koşuluyla, uzlaşması ihtimal dışı değil. Bu, ayrıca ele alınması gereken bir konudur.

Ancak şurası kesin: Türkiye'nin süngüsü sallanıyor, düştü, düşecek gibi görünüyor.