15-16 Haziran işçi sınıfı ayaklanması, Türkiye tekelci burjuvazisinin ve başta ABD olmak üzere emperyalistlerin yüreklerini ağızlarına getirmişti. Türkiye'nin burjuva sınıfı, tarihinde böyle bir korkuyu ilk defa tadıyordu. 12 Mart 1971 faşist darbesinin başlıca nedenlerinden birisi bu idi. Özellikle ABD emperyalizmi, Türkiye tekelci sermaye sınıfına, işçi sınıfı hareketiyle birlikte devrimci hareketi ve yoksul köylü hareketini faşist terörle bastırmasını tavsiye ediyordu.

15-16 Haziran ayaklanması duru gökte çakan bir şimşek değildi; arkasında yıllara yayılmış irili ufaklı grevler, fabrika işgalleri, yoksul köylülerin toprak işgalleri ve öğrenci gençliğin devrimci kitle eylemleri vardı.

İşçi sınıfı hareketiyle yoksul köylü hareketini devrimci hareketle birleşmeden bastırmak, burjuva sınıf ve ABD için acil ihtiyaç haline gelmişti. Çünkü hareketin gerçek bir devrim hareketine dönüşme belirtileri ve koşulları her geçen gün daha belirgin biçimde açığa çıkıyordu. 12 Mart askeri faşist darbesi, önleyici bir karşı-devrim hareketi idi.

Deniz Gezmiş'in tutsak düştüğü anlarda “nerden geliyorsun” diye soran zamanın İçişleri Bakanına “Devrim yapmaktan geliyorum” yanıtını vermesi, devrim ve iktidar bilincine işaret ediyordu. Bir devrim dalgasıydı...

Tekelci sermaye sınıfı, ilk büyük devrim dalgasının önünü böyle kesti.

İkinci büyük dalga, 70'li yılların ikinci yarısında kabaran görkemli devrim dalgasıydı. İşçi sınıfı, daha baştan itibaren hareketin en önündeydi. İşçi sınıfı hareketine öğrenci gençliğin devrimci kitle hareketi kısa zamanda eşlik etmeye başladı. Kentin yoksul ve küçük burjuva kitleleri arkalarından geldi. Hareket, kasaba ve köyler dahil her tarafa yayıldı; Türkiye ve Kürdistan'ı kapladı.

Tekelci sermaye sınıfı, I. ve II. MC faşist hükümetleriyle ilk önlemlerini almaya başladı. MHP'li faşistleri özellikle devrimci öğrenci gençliğin üzerine salarak hareketin önünü kesmeye çalıştı. Sonuç alamadı. MHP'li faşistlerle asker ve polisi koordineli biçimde sahaya sürdü. Bu politika, ateş üzerine dökülmüş benzin etkisi yaptı.

İşçi sınıfı, grevlerle, fabrika işgalleriyle, politik istemlerle daha bir öne çıktı. Uzun on yıllar sonra ilk defa Taksim'de kutlanan 1976 1 Mayıs'ının kitleselliğinden tekelci sermaye sınıfı ve ABD emperyalizmi gerekli mesajı aldılar. Sınıf savaşı hızla iç savaş aşamasına doğru ilerliyordu. II. MC faşist hükümeti, 1977 1 Mayıs katliamını gerçekleştirerek gerici iç savaşı gayri resmi biçimde ilan etmiş oldu.

Tekelci sermaye sınıfının Süleyman Demirel-Türkeş-Erbakan üçlüsünden oluşturduğu faşist II. MC hükümetiyle (Milliyetçi Cephe Hükümeti) ilan ettiği gerici iç, savaş işçi sınıfının, devrimci öğrenci gençliğin, kent ve köy yoksullarının devrimci iç savaşıyla karşılandı. İzmir Tariş “direnişi” gerçekte bir ayaklanmaydı. Maraş katliamı örneğinde olduğu gibi, faşist devletin her katliamı büyük devrimci kitle eylemleriyle yanıtlandı. Hareket, Türkiye ve Kürdistan'ın her köşesine yayılarak hem nicelik hem de nitelik olarak dev bir dalgaya dönüşüyordu. Dahası, kitle hareketi artan şekilde silahlı biçimlere bürünmeye başlamıştı.

İşçi sınıfının, emekçi kitlelerin, öğrenci gençliğin devrimci kitle hareketinin ve bu hareketin giderek silahlı biçimlere bürünmesinin arkasında Türkiye tekelci kapitalizminin ekonomik ve siyasi bunalımı vardı.

Ekonomik bunalım yapısaldı. Aşmak için sömürüyü yoğunlaştıracak ve sermaye birikiminin önündeki tüm engelleri kaldıracak 24 Ocak kararlarına ihtiyaç vardı. Demirel hükümeti, Özal'ın başkanlığında bir kurula kısaca, “24 Ocak Kararları” denilen kısa programı hazırlattı. 1980 24 Ocak Kararları'nın ilanı işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul köylülerin ve kent yoksullarının devrimci kitle eylemlerine Türkiye ve Kürdistan tarihinde o zamana kadar görülmemiş bir ivme kattı.

Bu, bir devrim dalgasıydı. Tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist-kapitalist sistemin o zamanki jandarması görevini üstlenmiş olan ABD emperyalizmi büyük bir korkuya kapıldılar. Korkunun büyüklüğünü, 12 Eylül askeri faşist darbesinin başı faşist Kenan Evren bir cümleyle özetlemişti: “Biz şimdi burada olmasaydık onlar (devrimci güçler) burada (iktidarda) olacaklardı.” Tekelci sermaye sınıfı ve ABD, buna tüm emperyalist güçler demek daha doğru olur, durumu işte böyle değerlendiriyorlardı.

12 Eylül askeri faşist darbesi, esas olarak bu korkudan doğan bir ihtiyaçtı. Devrim dalgasının bastırılması gerekiyordu. ABD'nin “our boys”u, yani “bizim oğlanlar”ı 12 Eylül askeri faşist darbesini bu koşullarda ve bu ihtiyaçlarla düzenlediler. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi katıksız bir karşı devrim hareketiydi.

Bu ikinci devrim dalgası, kitlesellik ve kullanılan mücadele araçlarının hem nitel hem de nicel büyüklüğü bakımdan birinci devrim dalgasıyla kıyas kabul etmeyecek derecede büyüktü. Bu anlamda faşist Evren, yukarıda aktardığımız ve efendilerinin görüşünü yansıttığından şüphe duyulmaması gereken sözlerinde haklıydı.

Ancak tekelci sermaye sınıfı ve ABD emperyalizminin yanıldığı nokta şuydu: Deniz Gezmiş ve yoldaşlarından farklı olarak, tüm görkemine rağmen bu ikinci devrim dalgası sırasında devrim ve iktidar fikri, örgütlü devrimci güçlerde yoktu. Kimse bir devrimle iktidarı ele geçirmeyi aklından geçirmiyordu.

12 Eylül askeri faşist darbesi, devrimci dalganın koşullarını ortadan kaldıramadı. Ama bir süre için de olsa, devrimci dalgayı bastırabildi.

Koşulları ortadan kaldırılamayan devrimci dalga bir süre sonra tekrar ortaya çıkacaktı.