Başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin gittikçe kötüleşen yaşam koşullarına karşı gerçek hareketleri giderek ivme kazanıyor. Artık her gün bir işçi eylemine, zamlara karşı çıkan yoksul emekçilerin sokak gösterisine tanık olmak neredeyse sıradanlaştı.

Gerçek bir devrim hareketi ile karşı karşıyayız. Tekelci kapitalist düzenin ekonomik ve politik krizi bu gerçek, devrimci kitle hareketinin devamlılığının maddi temelini oluşturuyor. Başka bir ifadeyle hareket gelip geçici değil.

Leninistler için bu son derece açık bir olgudur. Öyleyse sınıf savaşının daha sert aşamalarına hazırlık olarak, bu savaşı düzeni yıkacak bir noktaya kadar geliştirmek için ne yapmalı? Emekçi sınıflara, Kürt halkına, işçilere yönelik propaganda ve ajitasyonun içeriği nasıl olmalı? Bu soruya her Leninist büyük bir açıklıkla yanıt verebilmelidir. Bunun için kafaların son derece net olması büyük önem taşır.

Emekçi sınıflar, Kürt halkı, işsiz emekçiler, Aleviler, kadınlar; kısacası bu düzenin tüm ezilen ve sömürülenleri yaşamsal sorunların derinliğinin, yıkıcılığının bilincindeler. Birleşik devrimin toplumsal güçleri, sorunların ağırlığını bizzat yaşamlarında hissettikleri için bu konuda “bilinçlendirilmeye” ihtiyaçları yok.

Evine ekmek götüremeyecek durumdaki kişiye, yoksulluk üstüne söylev vermek son derece anlamsız. İşsizliğin neredeyse intihara sürükleyeceği insanlara, bu sorunun yıkıcılığını anlatmak havanda su dövmek gibidir. Kürt halkına faşist devletin zulmü üzerine propaganda yapmanın değeri yok; Kürt halkı bu zulmün acısını canında, teninde hissediyor vb.

Öyleyse sorun nedir? Sorun şudur: Birleşik devrimin toplumsal güçleri bizden kendilerine kurtuluşun yolunu göstermemizi istiyorlar. Neyi, nasıl yapacaklarını bizden duymak istiyorlar. “Bizden” derken, elbette kendini öncü devrimci güç olarak gören tüm kesimleri kastediyoruz.

Sosyal reformist partiler, ezilen, sömürülen, yaşamdan kovulan, açlık ve yoksulluğa terk edilen birleşik devrimin bu toplumsal güçlerine, “mevzi” dedikleri hak ve özgürlükleri kazana kazana, tekelci sermayenin politik iktidarlarını gerilete gerilete kurtuluşa doğru yol alacaklarını vaaz ediyorlar. Sosyalizme de bu yoldan ilerlenebileceğini ileri sürüyorlar. İktidar sorununa gelince... Elbette iktidarın ele geçirilmesi gerektiğini söylerler ama şimdi değil ve dahası mümkünse parlamentoda çoğunluğu ele geçirerek “sosyalist” bir iktidar kurulabileceğini iddia ederler. Eğer bu mümkün değilse elbette günün birinde “devrimle” iktidarın ele geçirilmesi gerektiğinden söz ederler. Ama şimdi değil. Şimdi yapacak çok işimiz, kazanılması gereken çok mevzimiz; günümüzden söz edersek, şimdi “tek adam rejimini yıkmak, Erdoğan'dan kurtulmak en birinci görevimizdir” derler. Bu en önemli, her şeyin başında gelen görev için CHP'yle işbirliği yapmak, bu gerici burjuva partisini, hatta Akşener faşistini ve partisini desteklemek gerektiğini söylerler.

Kısaca, sosyal reformist parti ve örgütler, istisnasız biçimde, birleşik devrimin toplumsal güçlerine burjuvazinin farklı parti ve güçleriyle işbirliğini vaaz ederler. Bunu doğrudan doğruya ve açıkça yapmayanlar dolaylı ve üstü kapalı biçimde; kitleleri burjuvazinin tüm partilerine ve parlamento dahil, tüm kurumlarına karşı mücadeleye çağırmayarak yaparlar.

Devrimci sınıf partisine gelince... Leninistler, birleşik devrimin toplumsal güçlerine kurtuluş yolu olarak, sosyal reformist parti ve örgütlerin gösterdikleri yolunu tam tersini gösterir. Her şeyden önce, sosyal reformist parti ve örgütlerin bilinmez bir geleceğe erteledikleri devrim ve iktidar sorununu biz, birinci, güncel ve temel mesele olarak birleşik devrim güçlerinin önüne koyarız. İktidar ele geçirilmeden elde edilecek her şey hiç bir şeydir. Hiçbir güvencesi, hiç bir kalıcılığı yoktur. Ve dahası, burjuvazi, elde edilecek “demokratik” hakları emekçi sınıfları, ezilen ulus ve ulusal toplulukları aldatmakta rahatça kullanabilir; kullanıyor da... Bunun sayısız örneği tarihimizde var.

Demek ki, propaganda ve ajitasyonumuzda, iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi ve bunun bilinmez bir gelecekte değil, günün acil, başlıca, temel görevi olduğunu vurgulamak her şeyin başında gelir.

Bunun koşulları var mı? Fazlasıyla var. Düzenin ağır bir ekonomik ve politik bunalımdan geçtiği artık her emekçi bizden daha iyi görüyor. Düzenin bir çöküş, bir yıkım sürecinde olduğu da biliniyor; kabul ediliyor. Birleşik devrimin toplumsal güçlerinin yaşamının artık dayanılmaz hale gelmiş olması bunun somut, elle tutulur kanıtıdır. Sayısı on milyonlarla ölçülen bu sömürülen, açlık çeken, ezilen, yaşamdan kovulan; düzene, dinci faşist iktidara, polis ve asker zulmüne kin ve öfkeyle dolu kitleye kurtuluşun yolunun ayaklanmaktan; ayaklanmayla iktidarı ele geçirmekten geçtiğini anlatmalıyız.

Tüm sosyal reformistlerin Leninistlerden farkı, onların bu koşullarda CHP ve diğer gerici-faşist partilerle doğrudan ya da dolaylı işbiliği yaparak Erdoğan'dan ve “tek adam rejimi”nden kurtulmaya çalışmak gerektiğini ileri sürmeleridir. Bu farkın kaynağı meselesi, ayrı bir konudur. Ama fark büyüktür; yüz seksen derecedir.

İşin püf noktasına, emekçi sınıfların, yoksul, işsiz kitlelerin, Kürt halkının güncel pratik mücadeleleri sırasında alınacak pratik tavır konusuna gelince...

Hiçbir Leninist birleşik devrimin toplumsal ordusunun güncel mücadelesine en ufak bir ilgisizlik içinde olamaz. Kurtuluşun devrimde, iktidarın ele geçirilmesinde olduğu propagandasını yapmak, güncel mücadeleden el ayak çekmek anlamına gelmez. Aksine, her Leninist, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, Kürt halkının güncel mücadelesinin tam ortasında olmak zorundadır. Bu, her Leninistin bir an bile erteleyemeyeceği güncel görevidir.

Emekçiler, yoksullar, Kürt halkı, güncel mücadele içinde gücünü görür, sınar ve güncel mücadeleden kazandığı her küçük “zafer” kendine güvenini artırır. Demek ki, devrimin toplumsal güçlerinin günlük mücadelesinde ufak da olsa “zafer” elde etmeleri için tüm gücümüzle, canla-başla mücadele etmek son derece önemlidir. Bunun önemi, emekçi sınıfların kurtuluşuna doğru atılmış bir adım olmasından ileri gelmiyor. Bunun önemi, emekçi sınıflarla yakın, kopmaz bağlar kurmanın biricik yolunun buradan geçmiş olmasından kaynaklanıyor.

Bununla birlikte, Leninistler, propaganda ve ajitasyonda bu küçük “zafer”lere hiç bir zaman büyük önem atfetmez. Bunun geçici, kalıcı olmayan, iktidar ele geçirilmedikçe hiç bir güvencesi olmayan, burjuvazinin politik iktidar ve faşist devlet aracılığıyla ilk fırsatta geri almaya çalışacağı “kazanımlar” olduğu emekçi sınıflara anlatılmalı.

Emekçiler, özellikle de işçiler bizi anlamakta zorlanmayacaktır. Onlar, bu düzende kendilerini neyin beklediğini bizden daha iyi bilirler. Yazgılarının patronun iki dudağı arasında olduğunu; her an işten atılabileceklerini, yani yaşamdan kovulacaklarını; bugün elde ettikleri maaş artışının bir kaç ay sonra eriyeceğini, kaşıkla verilenin kendilerinden kepçeyle alınacağını herkesten iyi bilirler. Tam da bu nedenle, gerçek, tam ve kesin kurtuluşun bu düzenin bir ayaklanmayla, bir devrimle yıkılıp emeğin devrimci iktidarının kurulmasından geçtiğini “bizi anlamazlar” darlığına düşmeden, emekçilerin kavrama, anlama yeteneğini küçümsemeden anlatmalıyız.

İşsizlik, yoksulluk, ulusal baskı, açlık, faşist baskı ve terör gibi bütün temel sorunların kaynağı tekelci kapitalist düzendir; üretim araçlarının, tüm zenginliğin bir avuç insanın elinde olmasıdır. Propaganda ve ajitasyon çalışmasının içeriğini bu temel üzerine oturtmak gerekir.

Sosyal reformist partiler ve onların yolunda yürüyen oportünistler sorunların kaynağını dinci faşist iktidar ve onun onun başı olarak gösteriyorlar. Leninistler ise, sorunun kaynağı olarak tekelci kapitalist düzeni ve onun politik baskı aygıtı olarak faşist devleti, kurumlarını gösteriyorlar.

Emekçi sınıflar, bu düzende hangi parti iktidar olursa olsun yazgılarının değişmeyeceğini, kendi paylarına açlık, sefalet, işsizlik, baskı ve terör düşeceğini onlarca yıllık deneyimlerinden biliyorlar.

Emekçilere, Kürt halkına, yoksul kitlelere, kadın ve gençliğe gidelim; günlük pratik mücadelelerinde “zafer” elde etmeleri için elimizden geleni yapalım; ve bu temelde devrimci komünist politikamızı hem propaganda hem de ajitasyonla anlatalım.

Bizi anlayacaklar!