< Haseke Saldırılarının Ardından

Haseke’de 20 Ocak’ta IŞİD’in cezaevine saldırarak başlattığı kenti ele geçirme girişimleri tümden kırılsa da, çatışmalar hala devam ediyor. Cezaevinin bir kısmı hala dinci çetelerin elinde ve aralarında yöneticilerin de olduğu çetelerden kaçının kaçmayı başardığı henüz tam bilinmiyor.

SDG 23 Ocak’ta yaptığı açıklamada, hem saldırının nasıl olduğunu anlattı, hem de bir bilanço verdi:“Saldırı gerçekleştiren bazı çetelerin itiraflarına göre, bu saldırılarda en az 200 çete canlı bomba olarak yer aldı ve bu çetelerden bazıları Serêkaniyê ve Girê Spî, bazıları ise Irak tarafından gelerek Xiwêran Mahallesi’ne yerleşti. 6 ay süren hazırlıktan sonra 20 Ocak’ta saat 19.30 sularında bomba yüklü araçlarla cezaevine saldırı düzenlendi. Cezaevinin içindeki çeteler de görevli sağlık ekiplerine, aşçılara ve güvenlik güçlerime saldırarak kaçmaya çalıştı. Söz konusu memurların akıbetine ilişkin henüz net bilgiler elde edilemedi. Çetelerin kaçma girişimi büyük oranda boşa çıkarıldı fakat bazı çeteler cezaevinin yakınındaki İktisat Fakültesi'ne kaçmayı başardı. ..... Yakalanan bazı IŞİD çetelerinden edindiğimiz bilgilere göre, bazı sorumlular Türkiye ve Serêkaniyê gibi işgal altındaki bölgelere kaçmak istedi. Bazıları ise Irak’ın Ramadî bölgesinden geldi ve bu da dikkat çekici. İşgalci Türk devleti ve çeteleri, güçlerimiz IŞİD çeteleriyle uğraşırken Eyn Îsa hattında güçlerimizin mevzilerine saldırarak 3 savaşçımızın şehadetine neden oldular.”

Çatışmalarda şu ana kadar 200 dolayında IŞİD’li öldürüldü, 550 aşkın dinci çete ise teslim oldu.

Saldırı iyi hazırlanmış, daha bütünlüklü bir planın parçası gibi görünüyor. Rojava kaynakları, saldırının ardında Ankara’nın olduğu konusunda ısrarcı. Zaten çoğu Türkiye'nin işgal ettiği bölgelerden gelmiş durumda. Üstelik Haseke’ye yardıma giden SDG güçlerinin de Türk SİHA’larının saldırısına uğradığı ve yardıma gitmesinin engellendiği söyleniyor.

Çetelerin geldiği yer gibi, kullandıkları silahlar da Türk devletiyle bağlantılı. Öldürülen dinci çetelerden ele geçirilen roketatarların TSK envanterinde kayıtlı olduğu görüntülerle belgelenmiş durumda. Bu tür deliller olmasaydı bile, TC, bölgede haklı olarak baş şüpheli durumda olurdu. Mevcut durumda ise şüpheye mahal yok. IŞİD saldırısı Türk istihbaratının ve kurmaylarının planlayıp yönettiği bir operasyondur. Dinci çetelerin Haseke saldırısıyla birlikte ÖSO-TSK da Ayn İsa ve Til Temir bölgesinde saldırıya geçti. Tam bir uyum ve eş zamanlılık söz konusu!

Sina cezaevinde, aralarında çok sayıda yöneticinin de olduğu 5 bin dolayında IŞİD’li var ve bunlar “tehlikeli” kategorisinde yer alan dinci çeteler. Saldırı sonucu burası tümden boşaltılabilseydi, IŞİD için muazzam bir silahlı güç hazır demekti. Ve bu güçle Haseke’nin ele geçirilmesi pekala mümkün olabilirdi. Stratejik önemdeki Haseke bölgesinin kaybının, Özerk Yönetim için telafisi çok güç sonuçlar yaratacağı aşikar. Dahası, resmi olarak IŞİD’in elinde bir bölge, Türk devleti için “meşru hedef” olma gibi bir ek avantaja da sahip. Ama işin asıl yönü, bizzat Özerk Yönetimi, özcesi Rojava devrimini geriletmek ve mümkünse boğmak için uygun şartların yaratılmak istenmesidir.

Bölge tüm büyük güçlerin kuvvet yığdığı bir bölge. İnanılmaz sayıda aktörün çatışan ve iç içe geçen çıkarları söz konusu. Daha dün kanlı bıçaklı olanlar birden bire kardeşleşiyor; eski dostlar düşman oluyor. Dengeler de, taraflar da sürekli değişiyor. Dinci kiralık çeteler, paralı askerler, aşiretler... bu karmaşık ağda kendilerine alan buluyorlar. Türk devleti ise bölge karşı-devriminin en önemli merkez üslerinden biri olarak, Rojava devrimini ve her türden devrimci gelişmeyi boğmak için muazzam bir çaba harcıyor.

Suriye’yi bir “dinci faşist serası” haline getirerek, emperyalist sermayenin ihtiyaç duyduğu her yere bu dinci çeteleri gönderme, bu kiralık katilleri sevk ve idare etme işini Ankara’daki dinci faşist iktidar omuzladı neredeyse on yıldır. Önce IŞİD üzerinden soyundu bu göreve. (IŞİD’in o “ilk çıkış” yaptığı Musul olayları ve TC’nin oradaki tavırları hatırlansın.) IŞİD’in güçlenip Rojava’yı kana boğmasını olanca gücüyle destekledi. (Ünlü “Kobane düştü düşecek” sevinç çığlıkları hala kulaklarımızda!) Ama nihayetinde Rojava devrimi IŞİD canilerinin üstesinden gelmeyi başardı. O zaman devreye doğrudan Türk ordusu girdi. Adım adım işgale başladı Rojava’yı. Serekaniye’den Afrine (arada Kobane hariç) bölgeyi ve Idlib’i işgal etti. Tüm bu bölgeleri “dinci faşist yetiştirme çiftliği” olarak kullandı. Yakın dönemde Libya’dan Artsakh’a (Dağlık Karabağ) kadar bir dizi alanda bu tosuncuklarını kullandı. Her fırsatta onları Rojava’ya, Özerk Yönetim’in hakim olduğu alanlara, ayrıca öncelik Rojava’da olsa da, kimi zaman Şam hükümetinin kontrolündeki bölgelere yönlendirdi. Böylece dört başı mamur bir “toprak tırtıklama siyaseti” yürüttü. İşgal ettiği bölgelere kaymakamlar, valiler atadı; okullar açtı.

Türk devleti bu işgali sadece kendi adına yapmadı. Bir NATO ordusu olarak, İttifak adına da yapmış oldu işgali. Rojava devrimini boğmak istemesi, salt bir “Kürt alerjisi” üzerinden açıklanacak bir şey değil. O, bir demokratik halk devrimi boğmakla görevlidir. İşin “Kürt ulusal sorunu” üzerinden kendi “toprak bütünlüğü” boyutu var kuşkusuz. Ama daha önemlisi, tüm bölge gericiliğini ve emperyalizmi tehdit eden demokratik halk devrimidir. Bu yüzdendir ki, “SDG’ye destek veren ABD ve Uluslararası Koalisyon Güçleri”, Türkiye’nin Rojava işgallerini engellemediler. Bırakın engellemeyi, daha önce çeşitli yazılarımızda gösterdiğimiz gibi, bu işgalin önünü açtılar, hatta Afrin başta olmak üzere işgal harekatını kışkırttılar. Heseke'ye saldıran IŞİD çetelerinin ellerindeki silahların NATO menşeli olması, saldırının arkasındaki güçlerin kimler olduğu hakkında yeterince fikir veriyor.

Bu açıdan bakıldığında, IŞİD’in Sina cezaevi baskını ile başlayan saldırı, bir bütün olarak, tüm bu karşı-devrimci güçlerin bilgi ve onayı ile yapılmakta. Tüm dünya gericiliğinin bu dinci çetelere ihtiyacı var. IŞİD, diğer dinci çeteler onların çocuğudur. Haseke’de sergilenen bu vahşi saldırı da aynı merkezlerin, eğer doğrudan planlama sürecine katılmadılarsa, en azından onayı ile gerçekleşmiştir. Türk devletinin ise doğrudan işin içinde olduğuna dair en ufak bir kuşku bulunmuyor. O, “icranın başı” olarak saldırıda yer almış bulunuyor.

Hayat planlara göre ilerlemiyor. Masa başı planlar ne olursa olsun, özellikle halkların özlem ve istemleri, iradeleri sürece dahil olduğunda, apayrı sonuçlar çıkıyor ortaya. SDG ve ona destek veren geniş halk kesimleri, karşı-devrimcilerin Haseke’deki planlarını başarısızlığa uğratmayı başardılar. Henüz tüm çatışmalar bitmese de, dinci çetelerin saldırıları ezilmiş durumda. Rojava devrimi bir kritik süreci atlattı.

Silahlanmış ve örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!