Orta Batı Afrika ülkelerinden Nijer'de 26 Temmuz'da Vatanı Koruma Ulusal Konseyi mevcut Cumhurbaşkanını gözaltına alarak yönetime el koydu. Kısa adı VKUK olan Konsey'in lideri General Ömer Çiyani, bir Geçiş Hükümeti kurulduğunu ilan etti.

Nijer, VKUK'nin yönetime el koyduğu ana kadar esas olarak Fransa'nın denetimindeydi. Fransa-Nijer ilişkileri klasik sömürge-sömürgeci devlet ilişkisi değildi ama Fransa'nın, Fransa'yla birlikte ABD'nin denetiminde bir ülkeydi.

Fransa ve ABD'nin Nijer'de askeri üsleri var. Özellikle ABD'nin askeri üssü elektronik muhabere açısından son derece gelişmiş bir üs.

Söylemeye gerek yok: Askeri darbe ABD, Fransa ve Avrupalı emperyalistlerin şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Fransa tehditler savurdu. ABD, “eski yönetim”in tekrar başa gelmesi için elinden geleni yapacağını açıkladı. AB emperyalistleri “cunta”yı tanımayacaklarını ilan etti. Ezcümle, bütün emperyalistler hop oturup hop kalkıyorlar.

Ama hop oturup hop kalkanlar bununla sınırlı değil. Emperyalist efendilerine yaranmak için birbiriyle yarışan işbirlikçiler işi askeri müdahale tehditlerine kadar vardırdılar. Batı Afrika Devletleri Topluluğu (ECOWAS) yönetimi ele geçiren VKUK'ya “bir hafta içinde anayasal düzene geri dönmeleri ve başkan Muhammed Bazum'u serbest bırakmaları” için ultimatom verdi. Aksi halde askeri müdahalede bulunacaklardı.

Peki kim bu ECOWAS'ı oluşturan devletler? Liberya, Nijerya, Senegal, Sierra-Leone, Togo, Fildişi Körfezi, Yeşil Burun, Gine Bisau, Benin, Gambiya, Nijer, Gana, Gine, Mali, Burkina-Faso. Son üç devletin, yani Mali, Burkina-Faso ve Gine'nin üyeliği dondurulmuş durumda. Gerekçe, bu üç devletin son bir kaç yılda “darbe”lerle emperyalizm işbirlikçisi yönetimleri devirmiş olmalarıdır. Şimdi bunlara, uranyum bakımından zengin Nijer de eklenmiş bulunuyor.

Kapitalizme karşı mücadeleyle birleşmemiş bir antiemperyalizmin başarı şansının ne olduğu ayrı bir tartışma konusu, ama Sahalin bölgesi adı verilen, çoğunlukla Fransa'nın egemenlik alanı olan bu bölgede gerçekleşen bu “askeri darbe”lerin başta Fransız emperyalizmi olmak üzere, İngiliz, ABD ve Avrupalı diğer emperyalistlere karşı bir başkaldırı anlamına geldiğinden kuşku yok. Aynı şekilde, bu sürecin emperyalizmin Afrika'daki egemenliğine büyük bir darbe vurduğundan da kuşku duyulmamalı.

Bu bir süreçtir, başlamıştır ve devam edecektir. Yani, yeni yeni devletlerin emperyalist egemenliğe başkaldırmaları kaçınılmaz. Çünkü bu, tarihin ileriye doğru, emperyalizmin ve kapitalizmin tarihsel çöküşüne, komünizme doğru akışının sonucudur. Emperyalizm işbirlikçisi yönetimleri devirenlerin sosyalist olup olmamalarından bağımsız bir durumdur bu. Leninist Parti, 2017'de gelişmelerin bu yönüne şöyle işaret etmişti:

Gerçek şu ki, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Asya’ya, oradan Avrupa’ya kadar uzanan, dünyayı kapsayan ve etkisi altına alan bu devrimci kargaşalık, sonu sonuna emekle sermaye; komünizmle kapitalizm, eski dünya ile yeni dünya arasındaki çatışmadan kaynaklanıyor, oraya dayanıyor, gücünü ve enerjisini oradan alıyor. Bu, devrimci durumun dünya çapında ortaya çıktığını gösteriyor. Farklı ülke ve coğrafyalarda değişik görünümler altında ve farklı biçimlerde ortaya çıkan bütün çatışmalar, kargaşalık, alt-üst oluşlar esasında, hepsi de, sonu sonuna işte bu devrimci durumun sonucu olarak ortaya çıkıyorlar.”

27-28 Temmuz tarihleri arasında St.Petersburg'da (Leningrad) düzenlenen Rusya-Afrika zirvesine emperyalistlerin tüm engelleme, tehdit, şantaj girişimlerine karşın Afrika'dan elli devlet başkanı ve üst düzey yetkilisinin katılması; Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi, pek çok konuda anlaşmaların yapılması emperyalist devletlerden kopuşun süreceğinin işaretidir.

Şüphesiz, bu tespiti yapmak, sınıf niteliğine bakmadan, bu yeni yönetimlerin yanında yer almak gerektiği anlamına gelmiyor. Bu, sadece şu anlama gelir ki, emperyalist devletleri, bu devletlerin egemenliğini zayıflatan her gelişme dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelelerini olumlu yönde etkileyecektir. Bu nedenle, dünya işçi sınıfı emekçi halklar ve devrimci güçler sırf “askeri darbe”dir diye bir gelişmenin karşısında yer almaz. Gelişmeyi, sınıfsal karakteri, dünya işçi sınıfı, emekçi halkları ile dünya burjuvazisi; dünya devriminin çıkarları açısından ele alır ve politikasını bu olguya göre belirler.

Sırf “askeri darbe”dir diye bir ülkedeki yönetim değişikliğine karşı çıkmak, onun karşısında yer almak devrimci komünist güçlerin işi değildir; olamaz. Böyle bir bakış olsa olsa liberal, sosyal reformist bir yaklaşım olabilir.

Leninistler, yine 2017'de, bu gelişmelerin bu yöndeki olası akışına işaret ederek şu tespitte bulunmuşlardı:

“...öte taraftan dünya ölçeğinde emperyalist-kapitalistlerle başını Rusya ve Çin’in çektiği blok arasındaki karşıtlık her yeni olayda daha da belirginleşmekte ve yeni çatışmalara neden olmaktadır.... Bu karşı karşıya gelişler pek çok durumda ilerici devrimci ve sosyalist güçler için büyük olanaklar sağlıyor. Rusya ve Çin’in Küba, Venezuela ve Bolivya’yla girdikleri askeri ekonomik ve ticari ilişkiler bu ülkelere ciddi nefes aldırıyor. Son dönemde Rusya’nın Ukrayna ve Suriye savaşlarında emperyalist-kapitalistlerin karşısına dikilişi de bu açıdan değerlendirilmelidir.”

Nijer'de, Burkina Faso'da vb Afrika devletlerinde işbirlikçi yönetimlerin peş peşe devrilmesi emperyalizmi zayıflatırken dünya proletaryasının emperyalizme karşı mücadelesine yeni olanaklar, yeni alanlar açıyor.

Afrika'da süreç devam ediyor. Hiçbir güç emperyalizmi çöküşten kurtaramayacak.