Burjuva cephede alarm zilleri çalıyor. Alarm zillerine basan, dinci faşist iktidarın ve partinin mafyatik işlerine bakan, Metin Külünk adındaki şahıs. Hükümette yer almıyor. Ama, geçmiş ve halihazırdaki ilişkilerinden dinci faşist partide ve yönetiminde “hatırı sayılır” kişilerden olduğu anlaşılıyor. Sözünün önemi, kişiliğinden değil, bu ilişki ağından kaynaklanıyor.

İşte bu şahıs, dinci faşist iktidarın maliyesini yönetmek üzere İngiltere'den getirilen Batman doğumlu, İngiliz vatandaşı Mehmet Şimşek'e, uygulanan ekonomik politikanın emekçi, yoksul kitleler üzerindeki sonuçlarını görerek şöyle sesleniyor:

Sokak çokça tedirgindir biliniz. Uyguladığınız politikalar elbette Türkiye’nin ekonomik olarak girdiği zorluklardan çıkmak için kendi pencerenizden uygun görülebilir. Hatta matematik olarak Türkiye’nin finansal dengeleri açısından da uygun gelebilir.

Ancak bu politikaların sokaktaki karşılığını görmek zorundasınız, görmek zorundayız; çünkü biz, bugüne dek hep dar gelirli ve imkansızların yanında olan anlayış ile iktidarız ve bizi iktidarda tutansa sokaktır.”

“Sokak çokça tedirgin”; kesinlikle doğru bir tespit ya da gözlem diyelim. Dinci faşist iktidarın ve partisinin mafyatik işlerinden sorumlu bu şahıs, belli ki, sokakta, halkın arasında dolaşıyor ve tam da bu nedenle sosyal reformist partilerin konformist-elit kesimlerinin göremediği şeyi, yoksul emekçi kitlelerin nabzını tutuyor. Kendilerine “komünist” sıfatını yakıştıran bu sosyal reformistler tekelci sermaye sınıfının mevcut yönetim biçiminden bir başka biçime “yumuşak geçiş” yapma olasılığı üzerine gevezelik ederken iktidarın mafyatik işlerine bakan kişinin yaptığı tespite bakın:

Net ifade edeyim ki, mutfakta feryat, sofrada ıstırap var. Nüfusumuzun çok önemli kesiminde çok ciddi kızgınlık ve öfke var. Bu öfke Türkiye’nin düze çıkması için fedakarlıktan kaçınma öfkesi değil; 'Türkiye’nin düzlüğe çıkması için bütün bedeli neden biz ödüyoruz?' öfkesidir.

Sokak diyor ki, 'Nüfusun mutlu azınlık olan küçük bir kesimi hayatında hiçbir değişiklik olmamasına, hatta daha da üstüne koyarak şımarıklıkta sınır tanımıyor ve hiçbir politikada onlara dokunan yok. Sermaye ve sermayenin etrafındaki mutlu azınlık, hiçbir şey olmamış gibi hayatını sürdürürken, biz, emekliler başta olmak üzere, bu zorluktan ne zaman çıkacağız?'”

Evet, “mutfakta feryat, sofrada ıstırap var”. Daha önemlisi, her toplumsal devrimin olmazsa olmazı devrimin toplumsal ordusunda kızgınlık ve öfke birikimi konusunda da şöyle uyarıda bulunuyor: “Nüfusumuzun çok önemli kesiminde çok ciddi kızgınlık ve öfke var.” Zaten mutfakta feryadın, sofrada ıstırapın kaçınılmaz sonucudur bu öfke ve kızgınlık. Belli ki, sadece yoksul emekçi kitlelerde değil; onları da aşan “nüfusun çok önemli bir kesiminde” bu öfke ve kızgınlık birikimi var. Başka türlü olması düşünülemez.

İşçi sınıfında, yoksul emekçi kitlelerde, ezilen halklarda öfke ve kızgınlık varsa devrimci komünist bir parti güncel politikasını kitlelerin bu ruh haline dayandırmalı. Leninist Partinin yaptığı tam da budur. Sosyal reformist, uzlaşmacı, işbirlikçi partiler ise, tam tersine, politikalarını burjuvazinin, burjuva iktidarların ve onların emrindeki basının söylemine dayandırır.

Bugün bu söylediklerimizin somut biçimlerine tanık oluyoruz. CHP ne dedi, AKP ne yanıt verdi; kim, hangi belediyeyi kazandı, Meclis'te neler oldu; vb vb. Sosyal reformist, uzlaşmacı parti ve çevrelerin güncel politikalarını dayandırdıkları konular işte böyle şeyler.

Türkiye ve Kürdistan'da birleşik toplumsal devrim günceldir. İşçi sınıfında, emekçi yoksul kitlelerde, emeklilerde, nüfusun çok büyük bir kesiminde “çok ciddi kızgınlık ve öfke var”. İsyan ve ayaklanma eğilimi birleşik devrimin toplumsal güçlerinin güncel ruh halini tanımlayan karakteristik çizgilerdir.

İşçi sınıfına, emekçi kitlelere, ezilen Kürt halkına “mücadele” çağrısı yapmak, tek başına bir şey ifade etmez. Devrimin toplumsal güçlerinin önüne devrimci politik hedefler konmuyorsa “mücadele” çağrısının bir anlamı olmaz ya da Lenin'in yüzyıldan fazla zaman önce mahkum ettiği, “hareket her şeydir, politik hedef hiçbir şeydir” anlayışına çıkar. Kitlelere mücadele etme çağrısına mutlaka devrimci politik hedef çağrısı eşlik etmelidir.

Bu politik hedef, “nüfusun çok önemli kesimi”nin büyük bir öfke ve kızgınlık içinde; yani devrimci bir ruh hali içinde olduğu koşullarda devrim ve iktidar hedefi olabilir ancak. Bunun dışında yapılacak her çağrı; devrim ve iktidarın ele geçirilmesini içermeyen her “mücadele” çağrısı, en hafif tabirle söyleyelim, düzen içi bir çağrı olacaktır.

31 Mart yerel seçim sonuçları, kitlelerin dinci faşist iktidara, dinci faşist partiye ve sömürü düzenine, burjuvazinin şatafatlı yaşamına, yoksulluğa duydukları öfke açısından ele alınıp öyle değerlendirilmeli. Dinci faşist partinin kitle tabanındaki erime bu öfkenin sonucudur. Sosyal reformist, uzlaşmacı partiler soruna böyle yaklaşacaklarına birleşik devrimin toplumsal güçlerine yeni yeni “hikayeler”, anlatmaya; yani anlatacakları “hikayeler”le, masallarla aldatmaya, oyalamaya hazırlanıyorlar.

Sosyal reformist, uzlaşmacı partilerin kitleleri aldatma, oyalama kapasitelerini küçümsemek doğru olmaz. Çünkü onlar güçlerini hem burjuvaziyle, genelkurmayla ittifaktan hem de bizzat burjuva ideolojisinden alıyorlar. Bununla birlikte gerçekler, yaşam bizden yana. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, ezilen yoksul halklarının nabzını elimizde tuttuğumuzda ve güncel politik tutumumuzu buna dayandırdığımızda kazanacak olan devrimci komünistler olur.

Bu iddianın kanıtı mı? Burjuvazinin alarm zilleri çalıyor olmasından daha büyük kanıt olabilir mi?