Faşizm, devrim mücadelesinin yükseldiği zamanlarda, devrimcilere saldırmak amacıyla darbeler yaparak devrim hareketini ezmeye çalışır. 12 Eylül faşist darbesi de bunlardan biriydi. 12 Eylül sonrası işkence tezgahları kurulmuş, faili meçhuller çok büyük oranlarda artmış, asker ve polisin yetkileri arttırılıp ateş etme özgürlüğüne kadar ilerlemişti. Aslında bir bütün olarak 12 Eylül ile birlikte faşizmin kurumsallaştığını söylememiz mümkün.

12 Eylül faşist darbesi bütün toplumsal kesimlerin üzerinde yoğun bir saldırı uygulamaktan teri durmamıştır. Devrimcileri katletmiş, zindana atmıştır. İşçi sınıfının mücadelesini bastırmak adına tüm sendikaları, örgütlenme araçlarını yasaklamıştır. Özellikle mücadele eden kadınlara yönelik işkencesi, cinsel saldırıları da artmıştı.

Tüm bu süreçte mücadele eden gençliğe yönelik sindirme politikalarını da devreye sokmuştur. Ne oldu diye soracak olursanız, 6 Kasım’a giderken şunları söyleyebiliriz: Üniversiteleri sermaye sınıfına entegre etmek amacıyla, 6 Kasım 1981 yılında Yüksek Öğretim Kurumu’nu (YÖK) kurmuş oldular. Genel olarak üniversitelerin düzenlenmesi ve işletilmesinden sorumlu olan(!) YÖK, eğitimi bilimsel olmaktan uzaklaştırmış, ranta çevirmiş, ayrıca okulları polislere ve özel güvenlik birimlerine teslim ederek devrimci öğrencilerin çalışma yapmasını engellemek istemiştir. Okullarımız, üniversitelerimiz adeta devletin, polisin kışlası haline gelmişti. Dili geçmiş zaman kipi kullanıyoruz ama, şüphesiz ki bu durum hala devam etmektedir. Yani üniversiteler, akademik özgürlüğün ve bilimin olması gereken yerler olmasına karşı, YÖK eliyle faşizmin kışlalarına çevrilmeye çalışılıyor. Faşistlere serbest olan üniversiteler, sesini çıkarmaya çalışan devrimci-demokrat öğrencilere ise baskı yuvasına dönüştürülmüş ve darbeden sonra öğrencilere düşen baskı da kendini YÖK adı altında resmileştirmiştir.

Öğrencilerin geleceklerine göz diken dinci-faşist iktidar, müfredattan başta evrim teorisini çıkarıp bilimsel olmayan konuları ekleyerek, eğitimi her geçen gün bilimsel olmaktan daha da uzaklaştırmış, gericileştirmiştir. Öğrenci gençliği hiçbir dayanağı olmayan uygulamalarıyla kendisine düşman eden YÖK, her sene kuruluş yıldönümünde öğrencilerin protesto eylemleri ile karşılanıyor.

Öğrenci gençliğin geçmişte olduğu gibi bu süreçte de en yakıcı şekilde hissettiği sorunlardan biri de, hiçbirimize sormadan, seçim dahi yapmadan iktidarın maşası olarak atanan kayyım rektörlerdir. Bu sistemin atamaya alıştığı kayyumların, belediyelerden bir sonraki istasyonu üniversiteler olmuştur. Buna en etkili mücadeleyi de Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri vermiştir. O eylemlerden sonra ise tüm üniversitelerde bu tür eylemler olmuştur. Çünkü sorunlar ortadan kalkmadığı sürece mücadele etmek bulaşıcıdır ve hiçbir antikor onu yok edemez. Kayyum rektör atama süreci de bizzat YÖK tarafından gerçekleştiriliyor.

Faşizmin tüm baskı politikaları, öğrencilerin sorunlarını daha da artırarak öğrenci gençliğin devrim mücadelesine giderek daha fazla yaklaşmasını ve ilerletmesini sağlıyor. Çünkü mikrofon uzatılan her öğrencinin dile getirdiği gibi “Bizim bu sistem içerisinde bir geleceğimiz yok”. Ve eğer özgür üniversiteler, bilimsel ve anadilde eğitim istiyorsak bunun yolu okullardan sokaklara, yani devrime akar. Çünkü bu sistemin çürümüş, kan akan zehri, içinde barındırdığı her türlü şeyi çürütmüştür. Başta eğitim olmak üzere, sağlık, sosyal ilişkiler, duygular artık normal olmaktan çıkmıştır. Bundan kaynaklıdır ki, son yıllarda genç yaşta intihar vakaları da artmıştır. Yaşamdan koparılmış her genç için bu sistemden hesap soracağız!

Her yıl olduğu gibi bu yılda öğrenci arkadaşlarımızı, sıra arkadaşlarımızı üniversitelerimizi kışlalara çevirmek isteyen, sermayeye peşkeş çeken, gerici, niteliksiz bir eğitim dışında bir şey vaddetmeyen YÖK’e karşı mücadeleyi büyütmeye davet ediyoruz! Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, kapitalist sistemin bir kurumu olan YÖK’e karşı anti-kapitalist bir hat ortaya koymadan asıl niteliğini gözden kaçırmış olacağız. YÖK’ü ortadan kaldırmak, anadilde, ücretsiz, nitelikli bir eğitim öğretim hayatı istiyorsak sosyalizm için mücadele etmemiz önemli bir noktadır.

En ufak bir talebimizin büyük bir mücadeleye döndüğü bugünlerde, birlikte mücadele etmediğimiz sürece bu baskıları tam anlamıyla engelleyemeyiz. Öğrencilerin birlikte hareket etmesi de tek başına yeterli değildir. Mücadelenin sokağa akmadığı herhangi bir protesto eylemi veya mücadele kesin zafere ulaşamaz. Çünkü sorunu var eden bataklık hâlâ kurumamış ve kokusunu salmaya devam ediyor olacaktır. Rahatsız eden tek bir sineği öldürmek ise diğer sineklerin varlığını engelleyemez. Bizim yapmamız gereken bataklığı baştan kurutmamızdır!

Adana’dan Bir DÖB'lü