Kasada para yok! Esnafın kasasından söz etmiyoruz. O zaten oldum olası boştu. Bankaların kasasından ise hiç söz etmiyoruz; çünkü o ağzına kadar dolu. Geriye kalıyor devletin kasası, yani Hazine...

Evet devletin hazinesi bomboş. Devletin korkunç boyutlar almış giderlerini karşılamak için doldurmak; hazineye, yani devletin kasasına para koymak lazım. Nereden gelecek bu para?

Vergi, devlet hazinesine gelir sağlamanın başlıca yoludur; bu biliniyor. “Vergi hükümeti emziren bir memedir”. Şimdi emekçi sınıflar vergilerle devlet harcamaları arasındaki doğrudan ilişkiyi, yaşayarak, somut biçimde görüyorlar.

Ancak, devlet harcamaları sabit değil, ve bir noktadan sonra toplanan vergiler de giderleri karşılamaya yetmez olur. Sınıf savaşı yaygınlık ve derinlik kazandıkça burjuva devlet, yani kendi özelimizde faşist devlet de büyür, genişler, harcamaları olağanüstü düzeye gelir. Örneğin, devletin şiştikçe şişmiş Cumhurbaşkanlığı Koruma Ordusunu göz önüne almak sorunu anlamak için yeterlidir. Böylece devletin bütçe açığı vergi gelirleriyle karşılanamaz olur.

O zaman vergi dışında ve vergiyle beraber bir başka yol devreye sokulur. Devletin borçlanması... Devlet, bu durumda ya iç borçlanma, ya dış borçlanma yoluna gider ya da -ve çoğunlukla- her iki taraftan borçlanma yoluna gider. Kimden ve nasıl borçlanacağı koşullara bağlıdır. “Ulusal” ya da uluslararası bankalar, mali sermaye güçleri, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar kapitalist devletlerin borç para için başvuracakları başlıca kurumlardır.

Kapitalizmin erken yıllarında “Devletin borçlanması, tam tersine, burjuvazinin yöneten ve meclisler aracılığıyla yasalar koyan kesimi için dolaysız bir çıkar niteliğinde idi. Onun spekülasyonlarının asıl hedefi, zenginleşmesinin başlıca kaynağı, kesinlikle devletin bütçe açığı idi.”

Ama şimdi durum değişmiştir. Devletin bütçe açığını zenginleşmenin başlıca kaynağı olarak değerlendirenler, esas olarak, işbirlikçi olsun emperyalist olsun mali güçlerdir.

Hazine'nin kasasının boş olduğunu nereden anlıyoruz? Borç para aramasından. Haberi veren bizzat devletin kendisi. “Hazine temmuz-eylül döneminde 107.5 milyar lira iç borç alacak” başlığı ile verilen haber şöyle:

Stratejiye göre Hazine, söz konusu dönemde 119,5 milyar liralık iç borç servisine karşılık, 107,5 milyar liralık iç borçlanma gerçekleştirecek.

AA'nın aktardığına göre, bakanlığın iç borçlanma stratejisinde, temmuzda 11 milyar liralık iç borç servisine karşılık 25 milyar liralık, ağustosta 79,1 milyar liralık iç borç servisine karşılık 43 milyar liralık, eylülde de 29,4 milyar liralık iç borç servisine karşılık 39,5 milyar liralık iç borçlanma yapılması öngörülüyor.”

Okur, haberdeki “strateji” vb süslü kavramlara aldanmasın. Durum gayet basit: Faşist devlet, faşist iktidar, bankalardan, büyük tefecilerden faiz karşılığı borç para almaya çalışacak. Böylece, devlet adına dinci faşist iktidar, aldığı borç paranın faizi olarak, bankalara, borsada iş yapan tefecilere oluk oluk para akıtacaktır.

Kamu servetinin, yüksek maliyenin eline düşmesi olgusu ne ile belirlenir? Devletin durmadan artan borçlanması ile. Peki ya devletin borçlanması? Devlet giderlerinin sürekli olarak devlet gelirlerini aşması ile, devlet borçlanmaları (istikrazları) sisteminin aynı zamanda hem nedeni, hem de sonucu olan bu oransızlıkla.” (Marx)

Bu bir kısır döngüdür ve burjuva devletlerin içine düşmekten kurtulamadıkları bir kısır döngüdür. Devletin borçlanması devlet giderlerinin devlet gelirlerini aşması sonucu ortaya çıkar. Tahvil, bono gibi devletin borçlanma araçları bu açığın hem sonucu hem de nedeni olmaya başlarlar.

Bu kısır döngüden tek çıkış yolu, burjuva devletin bizzat kendisini yıkmaktır. Çünkü, burjuva devlet yıkılmadan devlet bütçesi altüst olmaz. Bu devlet yıkılmadan, “kamu serveti” Marx'ın “yüksek maliye” dediği, bugünün mali sermayesinin, tekelci sermayenin, emperyalist mali sermayenin elinden kurtulamaz.

Devlet borçlanması, kimden borç alıyorsa oraya kaynak aktarmak, servet biriktirme olanağı sağlamak demektir. Bu, kaynakların sadece “yerli” sermayeye değil, aynı zamanda ve ondan çok daha fazla, emperyalist odaklara kaynak aktarmak anlamına gelir. Haliyle, ne “yerli” mali sermaye, ne de emperyalist mali sermaye, örneğin emperyalist devletlerdeki her türlü banka, borsalar, uluslararası çalışan tefeciler vb. devlet borçlanmasının son bulmasını isterler.

Bu kısır döngüden kimi sosyal reformist partilerin çözüm olarak önerdikleri “kamuculuk”la çıkılmaz. Varlık koşulları kapitalist temel olan burjuva devlete böyle bir güç vermek, geçmişte de görüldüğü gibi, ekonomik gücün burjuva sınıfa, emperyalist güçlere aktarılmasından başka işe yaramaz.

Bu kısır döngüden çıkışın tek yolu, kapitalizmle birlikte burjuva devletin kendisine son vermektir. Bu bir devrim sorunudur ve işçi sınıfıyla diğer emekçi kitleler şimdi, sosyal reformist partilerin ne dediklerine kulak asmadan bu yolda yürüyorlar.